Güvercin kılığında bir pir
Anadolu Aleviliğinin gelişmesindeki en büyük etken Horasan’dan gelen gezici dervişler olmuştur
Zülfü LivaneliEfsaneler, Ağustos’ta yüz binlerce kişinin anmaya gittiği Hacı Bektaş’ın, Anadolu’ya güvercin kılığında geldiğini anlatır.
Anadolu Aleviliği 11. yüzyılda, Anadolu Selçukluları döneminde ortaya çıkmış, 13. yüzyılda gelişmiştir. Bu dini akımın doğuşu ve yayılışındaki en büyük etken Horasan’dan Anadolu’ya geçen gezici dervişler olmuştur. Bu gezici dervişlere “Türkistan Erenleri”, “Horasan Erenleri” ve “Rum Erenleri” denilmektedir.
Türkistan Orta Asya’da, Horasan İran’dadır. “Rum” deyimi ise Anadolu’yu, yani Doğu Roma topraklarını anlatmak için kullanılmaktadır.
Bu erenlerin en önemli pirlerinden birisi Ahmed-i Yesevi’dir. “Türkistan’ın doksan dokuz bin pirinin piri” denilen Ahmed-i Yesevi’ye, Horasan’daki yetmiş yedi bin pirin de bağlı olduğu, Vilayetname gibi kaynaklarda yazılıdır. Rum’da, yani Anadolu’da da 57 bin pir vardır.
23 milyon Alevi
Hacı Bektaş, Orta Anadolu’ya bugün Hacı Bektaş kasabası olan Suluca Kara Höyük’e geldi. Otman Dede, Baba İshak, Sarı Saltık, Dede Kargın “yol”u yaymaya başladı. Aradan yedi yüz yıl geçmesine rağmen Yugoslavya’da, Arnavutluk’ta, Bulgaristan’da büyük bir Alevi/Bektaşi kitlesinin yaşamakta oluşu ve Anadolu’da 23 milyon Alevinin varlığı, bu etkinin gücü hakkında bir fikir verebilir sanırım.
Tek çare: Hoşgörü
Erenlerin, 13. yüzyılda din fanatizmine, cinsel ayrımcılığa ve ırk ayrımına karşı çıkışları nasıl açıklanabilir?
Belki de bunun cevabı, Anadolu’nun karmaşık dinsel ve ırksal yapısında gizli... O yılların Anadolusu, Moğol saldırıları altında karmaşık ve çalkantılı bir dönem yaşıyordu; birçok din ve ırk bir araya gelmişti. Belki de hoşgörülü olmaktan başka bir çareleri yoktu. Bir arada yaşamanın ve birbirlerini öldürmemenin tek yöntemi olarak gezici dervişlerin temsil ettiği hümanizm ve hoşgörü öğretisine sarıldılar.
Bu öğretinin yüzyılları aşan gücü böyle ortaya çıktı. Ama bu inancın oluşmasında, 13. yüzyıl öncesi Mezopotamya ve İran kültürünün de büyük etkileri olabilir.
Örneğin, Milattan Önce 600 dolaylarında İran’da yayılmış bulunan Zerdüşt (Zarahustra) dini de “Spenta Mainyu” adlı iyilik ve “Angra Mainyu” adındaki kötülük ruhlarına sahipti. Bu, Alevilerin etkilendiği Şamanizme çok yakın bir inanç formuydu.
7’ler ve 12’ler
5. yüzyıl sonlarında yine İran’da ortaya çıkan Mazdek akımı da iyilik ve kötülük arasındaki mücadeleye inanıyordu. İyi, aynı zamanda ışıktı; kötü ise karanlık... Işık Tanrısı’nın 7 veziri ve 12 ruhsal varlığı vardı.
Bu sayılar Alevi inancındaki kutsal 7 sayısına ve 12 İmam’a tekabül ediyor.
Mazdekçiler insan öldüremezdi. Düşmanlarına karşı bile iyi ve kibar olmaları öğütleniyordu. Bu dinin kurucusu olan Mazdek, insanlar arasındaki kavgayı ortadan kaldırmak amacıyla bütün malların ortak kullanılması ilkesini ortaya atmıştı. (Alevi kelimesini aleve ve ışığa bağlayarak, Anadolu’da yaşamış ve ışığı kutsal sayan Luvi kavmiyle irtibatlama çabaları var, ama bunlar bana inandırıcı gelmiyor. Alevi kelimesinin “Ali taraftarı” anlamına geldiği çok açık...)
Kaybolan bir mezhep
Mezdek dininin 8. yüzyıla kadar devam etmiş olduğunu biliyoruz.
Eşitlikçi mezheplerden biri de Samsat’ta (Samasota) ortaya çıkmış bulunan heretik Hıristiyan mezhebi Bogomiller’di.
Umberto Eco’nun kitaplarında geniş yer ayırdığı Bogomiller, insanların eşit doğduğunu ve sevgiliden başka her şeyin paylaşılması gerektiğini düşünüyorlardı. Onlar için İsa sadece bir melekti. Bogomiller Samsat’tan, Batı Anadolu’daki Alaşehir’e (Philadelphia) geçtiler ve oradan da Akdeniz üzerinden Güney Fransa’ya ulaştılar. Pirene dağları üzerinde inşa ettikleri kalede yaşayan Bogomiller’in buradaki adı Cathar Şövalyeleri oldu. Yunanca cathar (arınma) kelimesinden ilham almışlardı.
Bogomiller’in macerası Montsegur kalesinin Fransızlar tarafından kuşatılarak ortadan kaldırılmasıyla sonuçlandı. Daha sonra İtalya’ya geçen bazı Cathar şövalyeleri de bu ülkede yitip gittiler ve 15. yüzyıldan sonra adları duyulmaz oldu. (Bazı kişiler Balkanlar’daki Boşnak adının Bogomiller’den kaynaklandığını öne sürer ama söylenti olma ihtimali yüksektir.)
Yine Ortadoğu inançlarından biri olan ve bugün de süren Ezidiler, “şeytana tapanlar” olarak tanındılar. Şeyh Adi bin Müsafir’in önderlik ettiği bu grup, aslında şeytanın Tanrı tarafından affedildiğine ve en büyük melek olduğuna inanıyorlardı.
Gezici halk şairleri
Bu birkaç akımdan söz etmemin nedeni; o dönemde Anadolu’da uçuşan fikirleri ve kök salmış dini inançları biraz gözümüzde canlandırabilmek ve dervişlerinin, erenlerin yarattığı hümanizmin izini sürebilmektir.
Bu dervişlerin bir kısmı, gezici halk şairi olarak dolaşıyor, halka şiirler okuyorlardı. Sözlü edebiyat olarak günümüze ulaşan bu şiirlerin çoğunun 6 heceli, bazen de 6 ve 5 heceli olduğu görülüyor. Bu da bana dervişlerden yüzyıllarca önce Anadolu’da dolaşan ve “heksameter” olarak adlandırdığımız 6 heceli Homeros şiirleri okuyan gezici ozanları düşündürüyor. Bu ozan ve dervişlerin söylemlerinde hümanizm çok açık ve net biçimde ortaya çıkıyordu.
Mesela Hacı Bektaş bir şiirinde şöyle
diyordu:
“Hararet nardadır, sacda değildir
Keramet baştadır, tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Mekke’de, Kudüs’te, hacda değildir”
Aynı dönemin büyük şairi Yunus Emre ise şöyle demekteydi:
“Sen kendine ne sanırsan
Ayruğa da onu san
Dört kitabın manası
Budur işte var ise”
Yine aynı dönemde, Orta Anadolu’da Konya’da yaşayan, Alevi inancıyla ilgisi olmamasına rağmen hümanizm bakımından benzerlik gösteren Mevlana Celaleddin Rumi insanlara şöyle sesleniyordu:
“İyiliğin ve kötülüğün ötesinde bir yer var
Orada buluşacağız seninle...”
Din büyükleri
Bu insanların hepsi, din büyükleri olarak tanınıyorlardı. Ve ilginç bir şekilde bugün de böyle algılanmaktadırlar. 13. yüzyılda bu şiirleri yazan kişiler, Türkiye’de her mezhepten, her inançtan milyonlarca insan tarafından kutsal kişi olarak saygı görmektedir.
Anadolu Aleviliğinin kurucusu olarak Hacı Bektaş gösterilir. Efsaneler, her yıl Ağustos ayında yüz binlerce kişinin anmaya gittiği Hacı Bektaş’ın, Anadolu’ya bir güvercin kılığında geldiğini anlatır.
Burada hem Şaman inancındaki kutsal kuş motifine hem de barış temasına gönderme yapılmaktadır. Efsanedeki barış vurgusu, kuşku götürmeyecek kadar açıktır. Çünkü güvercin kılığındaki Hacı Bektaş, Suluca Karahöyük denilen yerin üstünde uçarken, yerdeki bir kadın “üstlerinden bir erkek geçtiğini” söyler. Bunun üzerine şahin kılığına giren Kara Donlu Can Baba adlı kişi güvercinin peşine düşer. Güvercin silkinerek insan olur ve şahini boğazından kavrar.
Şahin, “İnsan insana zulmeder mi?” diye sorar.
Hacı Bektaş’ın ona verdiği cevap, efsanenin amacını açıklar niteliktedir:
“Ben Anadolu’ya gelirken, bulabildiğim en masum yaratığın kılığına girdim. Güvercinden daha masumunu bulsaydım o kılığa girerdim.”
Alevilerin yarattığı güçlü edebiyat içinde yer alan bütün efsaneler, şiirler ve özlü sözler, barış, masumiyet, dostluk, şiddet karşıtlığı, komşuluk, eşitlik, sevgi temalarını işlemektedir.
Halklar mozaiği 13. yüzyılın Anadolusu bir ırklar, dinler, diller karmaşasıydı. Bizans ve Selçuklu egemenliğinde yaşamış olan insanlar, Asya ile Avrupa arasında bir köprü gibi uzanan Anadolu yarımadasını çeşitlilikleriyle zenginleştirmişlerdi. Araplar, Yahudiler, Mecusiler, Yezidiler, Kürtler, Türkler, Pontuslular, Hıristiyanlar, Müslümanlar, Mezopotamyalılar, Süryaniler, Arnavutlar, Asyalılar, Orta Asya steplerinden at sürüp gelen göçebeler, Yunanlılar, Ermeniler, Persler neredeyse bir Babil Kulesi oluşturuyordu. Büyük hümanistler çağı Bu insan zenginliğine Horasan’daki din bilgini, Ahmed-i Yesevi’nin yolunu izlediği söylenen Hacı Bektaş da katıldı. (Elbette o dönemin Anadolu’sunda birbirini etkileyen onca inanç zenginliği arasında, bu etkileri tam olarak adlandırmak doğru değildir. Ama Hacı Bektaş’ın Yesevi yoluna yabancı olmadığı birçok kaynakta belirtilir.) Hacı Bektaş, bugün kendi adıyla anılan Suluca Karahöyük denilen yere geldi ve hümanist öğretisini yaymaya başladı. Aynı yüzyılda, babası Belh şehrinden Anadolu’ya göç eden Mevlana Celaleddin-i Rumi de eski Bizans kenti İkonia’da yaşıyordu. Büyük şair ve düşünür Yunus Emre, gezici bir derviş kimliğiyle Anadolu’yu dolaşıyordu. Ahi Evran, çalışanlar arasında lonca örgütlenmesini kuruyordu. Şeyh Edebali ise Osmanlı Devleti’ni kuracak olan Osman Bey’in manevi öğretmeni olarak, hümanist düşüncelerini yaymaya devam ediyordu. Bu kadar büyük hümanistlerin aynı yüzyılda Anadolu’da öğretilerini yayıyor olması, etkisini çok kısa zamanda gösterdi. Yıpratıcı, yok edici savaşlardan, Haçlı Seferleri’nden, din çarpışmalarından yorgun ve yoksul düşmüş olan Anadolulular, bu hümanist ve birleştirici düşüncelere dört elle sarıldılar. Anadolu’yu Türkleştiren temel etken bu oldu. Dağların, nehirlerin, ovaların ismi Türkçeleştirildi ve varlığını 600 yıl sürdürecek olan Osmanlı İmparatorluğu’nun manevi temelleri bu dönemde atıldı. Tahta kılıç Yüzyıllar öncesinden kalan bir halk şiiri, Hacı Bektaş’ın Anadolu’daki etkisini şöyle anlatır. “Rumelin fethinde ol gerçek veli Şiirde geçen Rumeli, Türkler açısından Doğu Roma toprakları anlamında kullanılıyordu. (Bilindiği gibi Mevlana Celaleddin’e “Rumi” denmesinin nedeni de budur.) “Tahta kılıç” ise bir barış simgesi olarak ele alınıyordu. Tahta bir kılıçla savaşılamayacağını, fetih yapılamayacağını herkes bilir ama bunun bir simgesel anlamı daha vardı: Tahta kılıç, Şamanların kutsal saydığı simgelerden birisiydi. Horasan’dan Anadolu’ya geçen Türkmenlerin geldikleri yer ise, şaman Orta Asya boylarıydı. Bu boylar 10. Yüzyıldan itibaren İslam dinini kabul ederken, Şaman geleneklerinden bütünüyle vazgeçmemişler ve yeni kabul ettikleri dine, bu gelenekleri de karıştırmışlardı. Yalnız Şaman değil Türklerin İslam dinine geçmelerinin yüzlerce yıl sürdüğü ve Şaman geleneklerinden bütünüyle vazgeçmemiş olmaları, bu konuda araştırma yapan bilim adamlarının üzerinde birleştiği bir gerçektir. Türkler yalnız Şaman değildiler. Mani Dini’nden Budizme, Nesturilik, Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlık ve Museviliğe kadar pek çok dini benimsemiş Türk boyları vardı. Bugün bile bu dini inançlara sahip Türk kavimlerine rastlamak mümkündür. Not: “Yazı dizisinin ilk bölümünün yayını üzerine çok değerli hocamız Prof. Halil İnalcık telefonla arayıp takdirlerini belirtirken bir de düzeltme yaptı. Yavuz Sultan Selim’in vefatına sebep olan çıbanın adının şiripençe olarak yazılması gerektiğini belirtti. Hocamıza sonsuz teşekkürlerimle birlikte düzeltiyorum.’’ |