‘Günümüzde çoğu şiir yaşamdan kopuk’
Arife Kalender yeni şiir kitabı “Bir Uzun Gökyüzü” de, şiirimizde çok az yer bulmuş, hatta işlenmemiş temalardan yola çıkıyor. Hayatı kuşatan nesneler ve onları yapan ustaları, “Ellerin Şiiri” ve “Şeylerin Söylediği” başlıklı iki bölümde şiire taşıyor. Bu tematik çalışmaya yönelme nedeni günden güne hayata ve nesnelere hızla yabancılaşmamız. Adlarıyla birlikte kimi meslekler hızla yok olurken; kul
Cumhuriyet Kitap Eki
GAMZE AKDEMİR
gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr
- Tüm şiirlerinizde; kadın, çocuk, aşk, ölüm ve zaman temaları belirgindi. Bunları kişisel ve toplumsal bağlamda ele aldınız bugüne kadar. Yeni kitabınız “Bir Uzun Gökyüzü” aynı temalara değinse de “Ellerin Şiiri” ve “Şeylerin Söylediği” başlıklı iki bölüm ile çok farklı bir çalışma. Hayatı kuşatan nesneler ve onları yapan ustaları şiire taşıyorsunuz. Sizi bu tarz tematik çalışmaya iten nedenleri anlatır mısınız?
- Her kitabımın bir öncekinden farklı olmasına özen gösterdim şimdiye kadar. Örneğin; 2001’de yayınlanan “Kadın Burcu”, tümüyle o güne değin işlenmemiş temaları ele almıştı. ‘Kadın’ şiir nesnesi olarak çok kullanıldı ama bedensel sorunları (Tecavüz, düşük, doğum, analık halleri, bekâret, dulluk v.b.) eril şiir dünyamızda fazla işlenmemiş, işlemeye gerek de görülmemişti.
Şair incelemeleri yaparken; kadın dünyasının şiirde ne denli eksik ve karanlıkta kaldığını fark etmiş, tematik olarak o kitabı yazmıştım. Şiirimizde kitap olarak ilklerden biriydi bence. Sonra Delibal’la sürdü (2005). ‘Doğuran ve yaşatan’ bağlamında, kitaptaki “Tanrıyla Konuşmalar” bölümü kadınların varlık mücadelesini, Tanrıya kafa tutuşlarını, savaş ve din baskılarını sorgulayışını işler.
Bunun yanı sıra da aynı kitapta göçler (Ağrı Istanbul’a Benzer) bölümünde ise; ülkenin doğusu ve batısında yaşananların (baskı, yoksulluk, sömürü açısından) çok da farklı olmadığının, birey olarak hayatımızı nasıl etkilediğinin şiirleridir. Bunlar da bana kalırsa bütüncül işlenişiyle yeni sayılırdı.
Şiir yolculuğumun başından bu yana ‘moda söylem ve seçimleri’ beni fazla ilgilendirmedi. Şiirlerimin hep bir derdi, diyeceği oldu. İletileri öncelerken de şiir diline özen gösterdim.
“Bir Uzun Gökyüzü” de, şiirimizde çok az yer bulmuş, hatta işlenmemiş temalardan yola çıkıyor. Kimi ustalıkları (zanaat) işçilik ve yaratıcılık açısından şaire (marangoz, kuaför, aşçı, terzi, işçi, bahçıvan, falcı...); onların ürünlerini de (perde, koltuk, bahçe, musluk, resim...) şiire yakınlaştırdım. Bu tür bir çalışma bildiğim kadarıyla şiirimizde yok.
Bu tematik çalışmaya yönelme nedenim günden güne hayata ve nesnelere yabancılaşmamız oldu. Adlarıyla birlikte kimi meslekler hızla yok olurken; kullandığımız eşyaların emekçilerini de hızla unutup, yok sayıyoruz. Örneğin: Bunca iş kazaları ve işçi ölümleri var ama işçinin, madencinin şiiri yok denecek kadar az. Ömrümüz nesnelerle geçerken; onları yapan elleri görmüyoruz bile. Her şeydeki hızlı tüketiş ve tükeniş bana bu şiirleri yazdırdı. Her zaman söylediğim gibi, tema kadar onun nasıl yazıldığı, şiir olup olmama özelliğidir belirleyici olan.
‘ŞİİR, BİR RÜZGÂR, DÜŞ OLUŞUMU YARATMALI’
- Şiirlerinizin her biri birer tablo gibi. Eşyalarla yaşarken onların dilini, ustaların ellerini sizden dinliyoruz ve bir bakıma da fark etmeyişimize şaşırıyoruz. Bu yeniliklerin imgeselliğe sunduğu katkıyı, yarattığı alegorik ivmeyi ve şiirde nasıl bir ilke karşılık geldiğini değerlendirir misiniz?
- Günümüzde yazılan çoğu şiirlerin yaşamdan kopukluğunu izledim. Bana göre şiir: Okuyanda bir rüzgâr, kıpırdanma, yürek çarpıntısı, düş oluşumu yaratmalı, bir şey göstermeli, duyumsatmalı. Ağaç, insan, böcek, renk, olay, durum... Böyle yaklaştım kitaptaki şiirlere. Dediğim gibi “yabancılaşma ve unutma” olgusu bunları yazmama neden oldu. Birilerine pencere aralayabildiysem ne mutlu.
Her şiir dilini de biçimini de kendisi yaratır. “Bir Uzun Gökyüzü”ndeki şiirler, senin de tabloya benzettiğin gibi; renklerini, kokularını, boylarını,içeriklerini kendileri yarattı. Yalnızca yaşadıklarımıza ve evlerimize yabancılaşmadık. Sokaklar, mevsimler, dağ, deniz, nehir, ova, gökyüzü ve toprak da gözlerimizden, beynimizden yok olmaya başladı. Havanın kokusuna, dağın karlı manzarasına, ovanın coşkusuna, denizin tuzuna, güne, günaydına hasret kalmışken; doğayı da şiire taşımak istedim. Çevremizde ve günlerimizde ne varsa konuştu. Çünkü her şeyin bir dili var. O dilleri şiire çevirdim.
- Şiirin gizini keşfe çıkmaya ne yönde devam ediyorsunuz, yeni tasarılarınız neler?
- Yaşamda bolca şiir var. Ne zaman isterse çıkar gelir. Ben yalnızca hayata daha dikkatli bakmaya, yeni geleni bulmaya çalışıyorum.
Bir Uzun Gökyüzü / Arife Kalender / Hayal Yayınları / 96 s.