Güney Kore'nin Oscar yolculuğu

Güney Kore filmi “Parazit” Oscar tarihinde En İyi Film seçilen ilk İngilizce dışı yapım olurken, Bong Joon-ho da En İyi Yönetmen ödülünü aldı. Herkesin “1917”yi favori gördüğü gece böylelikle büyük bir sürprize sahne oldu.

Emrah Kolukısa

Güney Koreli sinemacı Bong Joon-ho'nun En İyi Uluslararası Film (eskiden Yabancı Dilde En iyi Film deniyordu biliyorsunuz) dalında Oscar'ı alırken yaptığı konuşmayı izleyenler fark etmiştir, “Bu Güney Kore'ye giden ilk Oscar” derken son derece heyecanlıydı, belli ki içi içine sığmıyordu. İşin daha da ilginç yanı Cannes'da Altın Palmiye kazanan sinemacının Oscar gecesindeki en büyük beklentisinin bu “ilk” Oscar heykelciği oluşuydu, bu da yaptığı konuşmadan hissediliyordu yine. Ama muhtemelen gecenin sonunda, tüm izleyicilerle birlikte, Bong Joon-ho da olağanüstü bir sürprize tanık oldu ve bilmiyoruz farkında mı ama, resmen bir tarih yazdı.

NEREDEYSE BİR DEVRİM, AMA DEĞİL!

Gerçekten de BBC, Guardian, New York Times gibi yayınlar benzer başlıklarla, “Parazit tarih yazdı” minvalinden verdiler haberi. New York Times'ın “Parazit 92 yıllık Oscar tarihini paramparça etti” diyerek en çarpıcı başlığı attı kanımca. Bong Joon-ho'nun kendisi bile sahne arkasında düzenlenen basın toplantısında İngilizce olarak “It's fucking crazy” sözleriyle tepkisini dile getirdi. “Biri kafama vuracak ve gördüğüm düşten uyanacakmışım gibi hissediyorum” diyen Bong Joon-ho'nun bu şaşkınlığı boşa değil elbette. Cannes ya da Altın Küre gibi festival ve ödüller her zaman Oscar ödüllerine nazaran biraz daha cesur ve yenilikçi olabiliyor, bunun örneklerini çok sık gördük, ama Akademi, biraz da Hollywood'un anaakım zihniyetini temsil eden yapısı nedeniyle her zaman daha muhafazakar ve deyim yerindeyse “eski kafalı” kalıyor. O yüzden bu yıl En İyi Film Oscar'ının ilk kez İngilizce olmayan bir filme verilmesi (geçen yıl “Roma” çok yaklaşmıştı) gerçekten önemli bir gelişme, neredeyse bir devrim, ama tabii o kadar da değil.

Aslına bakarsanız adaylar ilk açıklandığında oyuncu dallarında sadece bir siyahi adayın (Chyntia Erivo) bulunması ve Greta Gerwig gibi güçlü bir ismin yönetmen adaylarına sokulmaması gibi durumla çokça eleştirilmiş, Akademi bir kez daha çeşitlilikten yoksun olmakla ve hatta ırkçı, seksist davranmakla suçlanmıştı. Yani son yıllarda Akademi'ye alınan yeni üyelerin (Türkiye'den de üç kişi alındı yanlış hatırlamıyorsam) varlığı bile çeşitlilik anlamında çok büyük bir değişim getirmemişti. Şimdi “Parazit”in bu tarihi zaferiyle belki tören öncesi yapılan eleştiriler bir süre kesilecektir ama açıkçası Akademi'nin çok da değiştiğini ve bundan sonra hep dün geceki gibi farklı sonuçların çıkacağını düşünmek için çok erken, çok çok erken.

HOLLYWOOD'TAN SOSYALİZM BEKLEMEYİN

“Parazit” gibi alabildiğine sert bir kapitalizm eleştirisi sunan bir yapımın Hollywood tarafından neden bu kadar sevildiğini anlamakta zorlanıyor insan. Gerçi Akademi'ye alınan 'yabancı' kökenli yeni üyelerin oyları muhtemelen önemli bir etken olmuştur dünkü sonuçta ama yine de sırf “Parazit” kazandı diye dünyada, hatta bırakın dünyayı, Hollywood'da artık sosyalist görüşlerin hakimiyetinin başlayacağına inanmak ciddi bir saflık olur. Üstelik her ödül sezonu, özellikle sırayla tüm ödülleri alarak Oscar'a kadar sektirmeden giden bir kişi ya da yapım olduğunda aklımdan geçirdiğim ve sanırım ilk Diderot'dan okuduğum bir laf vardır: “Kimse yazdıklarımı beğenmezse, kötü yazdığımdan şüphe edebilirim; ama yazdıklarımı herkes beğenirse kötüden de beter sayarım”. Ben de, “Parazit” e gölge düşürmek adına değil ama biraz böyle hissetmeye başladım galiba.

Ama şu da var... Geçen yılın bir değerlendirmesini yaparken 2019'un en iyi filmleri listelerinde “Parazit” hep en üst sıralarda (hatta belki en üstte) çıkıyordu. Global bir konsensüs vardı anlayacağınız. Ben, az sayıdaki istisnadan biri olarak “Parazit”i ikinci sıraya koymuştum ama ilginçtir birinci sıraya da bir başka Güney Kore yapımı olan “Burning”i yerleştirmiştim. İşte tam da burada bir durup düşünmek lazım sanki: Neden Güney Kore sineması bu kadar öne çıkıyor? Bunun sırrı ne? Üstelik tam da Türkiye'deki salon tekelini elinde tutan zincirin de Güney Korelilerce satın alındığını düşünerek yanıtlamamız gereken sorular bunlar, alabildiğine ironik bir durum...

GÜNEY KORE FİLM ENDÜSTRİSİ

Güney Kore'nin 50 milyon civarında bir nüfusu var (bizimse 80 milyonun biraz üstünde). 2019'da Güney Kore'de en çok izlenen film toplam 16 milyondan fazla bilet satmış (bizdeyse “7. Koğuştaki Mucize” 5 milyonun biraz üstünde bilet sattı ve ironik bir şekilde o da Güney Kore yapımı bir filmin yeniden çevrimiydi). Tüm bu sayılar Güney Kore'de sinemanın ne kadar popüler bir sanat dalı olduğunu gösteriyor olmalı, bu da bir yerde başarının ön koşullarından biri elbette. Bizde de sinema popüler bir sanat dalı olarak öne çıkıyor ama Güney Kore ile karşılaştırıldığında henüz acemi sayılırız. Düşünsenize 2019'da satılan bilet sayısı 60 milyonun hemen altında kalmış, yani 1 kişi ortalama olarak bir filme bile gitmemiş Türkiye'de. Güney Kore'de sadece ilk sıradaki film 16 milyonun üzerinde, artık siz hayal edin aradaki farkı.

Gişe rakamları her zaman en doğru resmi çizmez, doğru. Ama Güney Kore sinemasının dünyadaki festivallerde de hep en ön sıralarda olduğunu, yani sanatsal açıdan da en üst düzeyde ürünler verdiğini görmek gerek. Biz Nuri Bilge Ceylan hariç, bırakın ödüller toplamayı, önemli festivallere kabul edilen bir Türk yapımı olduğunda bile havalara uçuyoruz son zamanlarda. Bakın bu yılki Berlin seçkisine, şu ana kadar açıklanan programda koskoca Türkiye'den tek bir film yok (Güney Kore'den tabii ki var), bu kadar zavallı durumdayız aslında. Onun için bırakalım “Parazit”e şaşırmayı, biraz dönüp kendi sinemamıza bakalım, şapkalarımızı önümüze koyup düşünelim, tartışalım, hataları tespit edip, kendimize gelelim.