'Güney Afrika modeli Türkiye'ye uymaz'

Güney Afrika modelini inceleyen heyet Türkiye'ye döndü. CHP'li Levent Gök, modeli Cumhuriyet'e değerlendirdi.

cumhuriyet.com.tr

Türkiye’de Kürt sorununun çözümü tarışmaları sürerken, Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün düzenlediği “çatışmalı süreçlerin çözüm” örneklerinin yerinde incelenmesi programı kapsamında Güney Afrika modelini inceleyen heyette yer alan CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, “siyahların beyazlara karşı insanlık onuru mücadelesi” olarak nitelendirdiği Güney Afrika modelininin Türkiye koşullarına “uymasa” da demokratikleşmeye dönük “çözüm yöntemleri” konusunda ışık tutabileceğini söyledi. Gök, Güney Afrika’daki beyaz yönetimin “aharheid (ırk ayrımı) politikalarına karşı direnen Afrika Ulusal Kongresi (ANC) hareketinin silahlı eylem tarzı yerine “sivil itaatsizlik” eylemleri ile PKK’den ayrıldığını, buna karşın Türkiye’nin “birlikte yaşama iradesi” nedeniyle, çatışma sürecini yaşayan diğer ülkelere göre önemli bir avantajı olduğunu belirtti.

Kürt sorununun çözümü kapsamında PKK’nin dün itibariyle “çekilme” kararını uygulamaya geçirmesinin yansımaları sürerken, Türkiye’den içinde AKP, BDP’nin yanısıra CHP milletvekilleri, bazı yazar ve aydınlardan oluşan heyet de yaklaşık 1 haftalık Güney Afrika gezisini tamamlayarak, dün Türkiye’ye döndü. Güney Afrika dönüşü “ayağının tozu”yla Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Gök, Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela ve dini liderlerden Desmond Tutu ile rahatsızlıkları, Devlet Başkanı Zuma ile programları uyuşmadığı için görüşemediklerini bildirdi. İktidardaki ANC ve “aparheid” döneminin önde gelen isimleri ile görüştüklerini ve günlük yaşamı yerinde inceleme fırsatı bulduklarını belirten Gök’ün, Güney Afrika gezisinin amacı, Türkiye’deki süreçle benzeyen, benzemeyen yönleri ve partisinin tutumununa ilişkin Cumhuriyet’in sorularına verdiği yanıtlar özetle şöyle:

Dördüncü ayak: Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün organizasyonuyla geçtiğimiz yıllarda böyle çatışmalı süreçleri yaşayan İngiltere, İskoçya ve İrlanda’da incelemeler yaptık. Güney Afrika 4. ayağı ve bu gezi çok önceden planlanmıştı. Partimize gönderilen davet üzerine, Genel Başkan Yardımcımız Sezgin Tanrıkulu ile birlikte genel başkanımızın onayı ve bilgisiyle geziye katıldı. Bütün kesimlerle görüştük, siyahları ve beyazları dinledik, günlük yaşamı inceledik.

Model uymaz, ders çıkarılır: Görüşmelerde ortaya çıkan tablo; Güney Afrika’da yaşanan olayların ve sürecin Türkiye ile kesinlikle örtüşmediğidir. Orada, siyahların 1948 den beri uygulanan aparheid (ırk ayrımı) politiklalarına karşı siyahların verdiği mücadele sözkonusu. Dolayısıyla Türkiye’ye uymaz. Ama çözüm yöntemleri konusunda elbette alacağımız dersler vardır, her ülkenin kendine özgü koşulları, artı-eksileri vardır. Bu artı ve eksilerde de bize ışık tutabilir. Güney Afrika’da nüfusun 10’unu oluşturan beyazların, yüzde 85’ini oluşturan siyah çoğunluğa acımasız ayrımcılığı sözkonusu. Aparheid ile siyahlar, “insan altı” varlık sayılarak, her türlü sosyal kültürel ekonmik ilişkiden dışlanmış, siyahların beyazların aynı ortamda bile bulunması yasaklanmış, siyahlara hiçbir hukuki statü verilmemiş.

Eylem tarzı sivil itaatsizlik: ANC’nin uyguladığı eylem tarzı ve şiddeti kullanan da Türkiye’den farklı. Güney Afrika’da şiddeti uygulayan taraf da hükümetin kendisi olmuştur çoğunlukla. Verilen mücadele, öncelikle “insan” olarak tanımlanmaları içindir. Dolayısıyla çok şiddetli ırk ayrımına dayanan, bu dönem Güney Afrika Afrika hükümeti tarafından artık sürdürülemez hale geldiği görülünce, dış baskılar ve siyahların yürüttüğü “sivil itaatsizlik eylemleriyle, önce Devlet Başkanı Botha, daha sonra iktidara gelen De Klerk’in Mandela ile temasıyla bir başka boyuta dönüşmüş. Ve 1994’te yapılan seçimlerle de siyahların partisi olan ancak beyazların da kısmen destekledbütüniği ANC iktidara gelmiş ve Mandela da devlet başkanı olmuştur.

Şeffaflık ve geniş katılım: Bu süreç yürütülürken gerek beyaz, gerekse siyah liderler demokratik seçimlere kadar olan süreçte bütün partilere açık bir davetle bu yeni duruma katılmaya davet etmişler. Bu dönem boyunca 20’den fazla parti ve grup ve ve parlamento dışındaki partiler, pek çok sivil toplum kuruluşlarının da bu yeni döneme katılmaları sağlanmıştır. Güney Afrika’daki uzlaşmaya varan süreç, herkesin kapsandığı ve tam bir şeffaflık içinde yürütülmüştür. Yapılan Anayasa çalışmalarında toplumun yüzde 1’lik bölümünü oluşturan grupların dahi hassasiyetleri ve önerileri dikkate alınmıştır. Herkes kimliğini Güney Afrikalı olarak tayin ediyor. Ayrılmak isteyenlere set çekilmiş ve bu talepleri reddedilmiş, insanlık onuru için “ortak vatandaşlık” mücadelesi yapılmış.

Ekonomik iktidar beyazlarda: Mandela’nın başkan olmasıyla beraber aradan geçen 19 yıllık süreç içinde ekonomiyi elinde tutan yüzde 10 beyaz azınlık, bugün de hala ekonominin tamamını elinde tutuyor. Bunda da yapılan yapılan anayasanın “ekonomideki tüm kazanımların olduğu gibi korunması” kararı etkili olmuş. Siyahlar, yapılan varılan uzlaşmayla hukuken iktidarı ele geçirmiş olsalar bile, ekonomik iktidar hala beyazların elinde. O nedenle siyahlar yoksul olmaya, beyazlar da “zengin” kalmaya devam ediyor. ANC liderleri, ekonomik zenginliği tabana yayamamaktan yakınıyor, zinciri kırmaya çalıştıklarını söylüyorlar, ancak bunun için “bir kaç kuşak geçmesi gerekiyor” görüşü yaygın.

Uluslaşmada rugby faktörü: Güney Afrika’da beyazlarla siyahların “ulus” olma süreci 1994’ten itibaren başlamış. Özellikle spor müsabalararı ile beyazlarla siyahların “tasada ve kıvaçta ortak olabileceği” iklimler yaratılmaya çalışılmış. Buna en güzel örnek 1995’te Dünya Rugby Şampiyonası’nda, beyazlardan oluşan Güney Afrika Spring Box takımını siyahların da destelemesi yönünde Mandela’nın yaptığı çağrılar ve bu maçı bizzat Mandela’nın izlemesidir. Güney Afrika hala ulus olma yolunda, pekçok adım atması gereken bir ülke. Çözümdeki en büyük faktör, Mandela’nın beyazların ne düşündüğünü anlaması ve endişelerini gidermek olmuştur. Başından beri de toplumu intikam duygularından uzak tutan barışçıl bir yol izlemiştir.

Türkiye’nin avantajı: Türkiye’yle karşılaştırdığımızda elbette koşullar farklı. Güney Afrika yeni yeni “uluslaşıyor.” Türkiye ise 90 yıllık geçmişinde “kederde ve tasada” ortak olmayı becerebilen bir ulus yaratmıştır. Ancak, Türkiyemizin de insan hakları demokrasi hukukun üstünlüğü ve kötü idari alışkanlıklarından kaynaklanan pekçok sorunu bulunmaktadır. Güney Afrika’da yaşanan dramın büyüklüğünü gördükten sonra ülkemizde atacağımız, insan haklarına ve demokrasiye yönelik adımlarla biz aslında çok daha kolay çözebiliriz. İncelediğimiz bütün örneklerde gördük ki, sorunlar tam anlamıyla kaynaştırarak çözülmemiş. Örneğin İrlan’da da Belfast sokaklarını gezdiğinizde Protestanlarla Katoliklerin, duvarlarla çevrilmiş, ayrı ayrı bölümlerde oturduğunu ve birbiriyle görüşmediklerini çok rahat görürsünüz. Aynı şekilde Güney Afrika'da da beyazların oturdukları tüm evler yüksek kalın duvarlarla çevrili, endişeli ve güvensizler. Bizim Türkiye olarak en büyük avantajımız, her türlü soruna karşın birarada yaşama irademizin çok güçlü olmasıdır. Ülkemizin bu özelliğini hepimizin kıymetini bilmesi gerekir.

CHP geziye neden katıldı: Biz CHP olarak Türkiye’de yaşanan sorunun bilincindeyiz ve çözüm için de en çok kafa yoran ve bedel ödeyen partiyiz. CHP’nin hazırladığı raporlar, hala güncelliğini koruyor. 1991 yılında ’i SHP içinden aday göstermek suretiyle siyasete katılmalarını, Meclis’te temsilini sağlayan partiyiz. Başka ülkelerde incelediğimiz örneklerde de sorun tamamen demokrasi standartları çerçevesinde götürülmüş ve yürütülmüştür. Dolayısıyla Türkiye'nin insan hakları ve demokrasialanındaki eksiklerini bu sorunun dışında herkesi kapsayacak şekilde tanzim etmesi gerekir. CHP; Uludere’de öldürülen 34 yurtatışımızın hakkını bugün de hala ısrarla savunuyor ve gündemde tutmaya ediyor. Silahların susması elbette iyidir. Türkiye’de yaşayan herkesin “Ben iyi ki Türkiye’de yaşıyorum” dedirteceğimiz her türlü iklimi yaratmaya elbette CHP katkı verecektir.