Gündelikçiyiz diye adımız bile yok

Yıldız Ay, yaşamını temizlik yaparak kazanan gündelikçilerden yalnızca biri. Gündelikçi Kadınlar Birliği çatısı altında diğer arkadaşlarıyla yıllardır süren mücadelenin peşinden gidiyor. Niyetleri çok basit: İşçi statüsünde olabilmek. Çünkü hâlâ bir iş tanımları yok.

cumhuriyet.com.tr

Sabah 07.00’de kalkıyor. Genelde kahvaltısını yaparak çıkıyor evden. Çalıştığı eve ulaşıyor. Önce camları silerek başlıyor. Perdeler, halılar, koltuklar, mutfak, banyo temizliği derken akşama kadar durmadan çalışıyor. Bu bir gündelikçinin rutin düzeni. Yıldız Ay, yaşamını temizlik yaparak kazanan gündelikçilerden yalnızca biri. 1 Mayıs’ta ellerinde pankartlarıyla meydana çıkan ve verdikleri mücadeleyi duyuran İmece Kadın Dayanışma Derneği-Gündelikçi Kadınlar Birliği’nin kurucusu ve başkanı. Yaşamı öyle virajlardan dönerek şekil almış ki gözlerindeki ateşten görebiliyorsunuz izlerini. Hem ödüllü “Gündelikçi Kadınlar” belgeselinde yer alıyor hikâyesi, hem de Nursel Doğan’ın onun yaşam hikâyesini anlattığı “Dışarısı Nasıl?” belgeselinde. Son bir yıldır da Gündelikçi Kadınlar Birliği’yle haklı mücadelesini sürdürüyor. Toplantılar, konferanslar, belgesel film gösterimleri ve eğitimlerle amaçladıkları tek bir şey var: İşçi statüsüne girebilmek ve sosyal güvencelerini alabilmek. Çevre korkusuyla sinen gündelikçi kadınları örgütleyerek haklarını aramaya sevk etmeye çalışıyorlar.

Yıldız Ay, 44 yaşında. Erzurum’un Aşağı Yayla Köyü’nde doğuyor. Abisinin baskısı sonucu 16 yaşında hem halasının hem de dayısının oğlu olan kuzeniyle evlendiriliyor. Erzurum’daki evde eşinin anne babası ve eltileriyle bir arada oturuyor. Herkesin odası ayrı ve tek bir banyo var evde. Kadınların başları ehramla örtülü. Herkesin yatağının altında bir leğen. Gelin oldukları için banyoyu kullanamıyor, odalarında yıkanıyorlar. Kapı dışarı çıkmaksa zor, görüp görebileceği sadece ev halkı. Yıldız Hanım’ın ailesi ise İstanbul’a gelmiş zamanında, iş nedeniyle. Yıl 1988 olunca, eşi ve iki çocuğuyla iş için onların da yolu İstanbul’a düşüyor.

Önceden memur olan eşi İstanbul’da inşaatlarda çalışmaya başlıyor. “Eşim çok sorumsuzdu. Evle ilgilenmediği gibi beni de kısıtlıyordu. Bana göre dış dünya diye bir şey de yoktu. Her şey tek göz odadan ibaretti” diyor Yıldız Hanım. Tek göz oda dediği Çeliktepe'deki eski evi. Tuvaleti mutfağı dışarıda. Dört kişinin yaşadığı odada bir çek-yat, bir de karyola bulunuyor. Bir noktadan sonra eşi, kendisini geliştirmesini istiyor ve Demokratik Özgür Kadın Hareketi’yle tanıştırıyor. “Eşim eski devrimcilerden. Onları da mücadeleden tanıyordu. Benim de kendimi geliştirmemi istedi.” Yıldız Hanım, ilkokul mezunu. Ancak okuma yazmayı unuttuğu için bir arkadaşının önerisiyle başlıyor. Okumaya başladığı ilk kitap Yaşar Kemal'in bir romanı. Adını hatırlamıyor ama kendisinde bıraktığı iz baki. “Kadının ne demek olduğunu ve haklarımı öğrendim. Okumadan önce herkesin benim gibi yaşadığını sanıyordum.” 92 yılının 8 Mart’ında Dünya Emekçi Kadınlar gününe katılıyor. O günü hiç unutmuyor Yıldız Hanım. Çünkü gerçek anlamda ilk dışarı çıkışı.

KİMSE BENİ VAZGEÇİREMEZ

Gün geliyor, hem maddi hem de manevi ihtiyaçtan hareketle bir işe girmesi gerekiyor. Zihinsel özürlü çocukların okulunda aşçı olarak çalışmaya başlıyor. İki yıl geçiyor, takmak istemediği ehramını açıyor. Önce baş örtüsüne geçiyor, sonra da tamamen atıyor örtüsünü. Örtüsünü atmak bir simge onun için. Üzerindeki tedirgin korkuyu da atıyor bir anlamda. Sanki her şey yoluna giriyormuş gibi geliyor hikâyeyi dinlerken. Çünkü Yıldız Hanım çalışmaya, sosyalleşmeye başlıyor. Ancak bu kez başka sıkıntılar başlıyor. “Eşim kendimi geliştirmemi istiyordu. Ancak onun istediği yere kadar gelmeli ve durmalıydım” diyor. Hem onu hem de çocuklarını dövmeye başlıyor eşi. Boşanmak da kolay değil, 10 yıl da bunun mücadelesini veriyor. “Önceden cahil bir ev kadınıydım. Ne zaman ki farkına vardım. Zor günler başladı” diyor.

1996 yılında cezaevindeki ölüm oruçlarını duyuyor, atlıyor sendikaya gidiyor, destek veriyor açlık grevine. Bu duyulduğunda da okuldan atılıyor, gündelikçi olarak çalışmaya başlıyor. Eşi mi? Boşanma talebine karşılık ölüm tehditleri başlıyor, aile içi şiddet artıyor. Arkasında ailesi yok, ekonomik zorluklar dağ gibi, yılların getirdiği tedirginlikler de var. Mücadele ediyor olsa da gardı düşüyor, pes ediyor zaman zaman. Sonra kararını veriyor: “Böyle yaşamaktansa ölüm bundan hayırlıdır diye düşündüm. Hapis hayatıydı. Okumak yasak, gizli gizli okuyorsun. Arkadaşlarla görüşmek yasak, gizliden buluşuyorsun. O zaman başladı mücadelem. Gücümü de yapabileceğime dair duyduğum inançtan aldım. Dedim ki ölümüne gideceğim bu yolda. Kimse vazgeçiremez.” Boşanıyor Yıldız Hanım ve izini kaybettirmeye çalışıyor. Çünkü bir yandan haber yolluyor eski eşi, “Yüzüne kezzap dökeceğim, sakat bırakacağım” diye. Küçük erkek kardeşinin desteğiyle ayakta duruyor.

BEDENİMİZİ HARCIYORUZ \t

Aynı dönem gündelikçiliğe devam ediyor. Bu süreçte kendisinin deyimiyle iyi “patron”ları da oluyor, kötüleri de. Dizlerinin üzerine çökerek sildiği yerlerin izini menüsküs, her işi yetiştirebilmek için arı gibi çalıştığı evlerin izini kollarındaki sinir sıkışması, kullandığı kimyasalları astım, tüm bu yaşadıklarını ise sırt, bel ve boyun ağrıları olarak taşıyor vücudunda. “Biz bedenimizi harcıyoruz bu işte” diyor Yıldız Hanım. Ona en dokunan şey ise ayrımcılık. Kimi zaman yemeğini dolabın dibinden çıkarılan plastik tabak, bardak, çatal, kaşıkla yemek durumunda kalıyor, kimi zaman kaybolan bir eşya nedeniyle hırsızlıkla suçlanıyor. “Ama” diyor, “katlanması en zoru sizin bir adınızın olmaması. Kadınsınız sadece. Biri aradığında kadın var evde diyorlar. Ne bir adınız ne bir kimliğiniz var.”

Haklarını arayan gündelikçilerden yalnızca biri o. İstedikleri, yaptıkları işin bir tanımı olması ve işçi statüsüne alınması. “Çalışıyorsak eğer, haklarımız olmalı. Sigortamız yapılsın, emeklilik hakkımız olsun. Bu noktaya kadar mücadele ettim. Ya sonrası? 50'sinden sonra çalışamaz hale geldiğimde nasıl yaşayacağım? İsteğe bağlı sigorta yapılsa da sosyal haklardan yararlanamıyorum. Hastaneye bile gidemiyorum. Gündelikçi olduğum için günbegün bedenimi kaybediyorum” diyor.