Gün gün 1938 anıları
Bilal Şimşir, '10 Kasım Günlüğü'nde 1938 yılı başından 10 Kasım'a değin Atatürk'ün hastalık sürecini anlatıyor.
cumhuriyet.com.tr10 KASIM GÜNLÜĞÜ
Emekli büyükelçi, araştırmacı-yazar Bilal Şimşir, yeni çıkan “10 Kasım Günlüğü” adlı kitabında, 1938 yılı başından başlayarak 10 Kasım’a değin Atatürk’ün hastalık sürecini gün gün özetle şöyle anlatır:
ATATÜRK’E TANI KONUYOR
22 Ocak 1938 Atatürk, 21 Ocak 1938 günü İstanbul’dan Yalova’ya gelmiş ve yeni yapılan Termal Otel’in ilk misafiri olmuş. Ertesi gün, yani 22 Ocak günü orada Yalova Kaplıcaları hekimi olarak bulunan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger tarafından muayene edilmiş. Doktor, bunu şöyle anlatıyor: “Atatürk, geceyi (21 Ocak gecesini), Termal Oteli’ndeki apartmanında geçirdi. Ertesi sabah otelde, kendisine mahsus olarak yaptırılan banyo dairesine girdi ve beni çağırttı. Bir süredir bacaklarında hissettiği kaşıntıya çare bulmaklığımı istiyordu. Dedim ki: - Müsaade buyurursanız, önce zâtı devletinizi bir muayene edeyim. - Peki... dedi. Soyunma yerine koydurmuş olduğumuz şezlonga uzandı; ben de muayeneye başladım... Tabii, önce, vücudunun en çok kaşınan yerlerini, yani bacaklarını muayene ettim. Egzama, ürtiker, erytheme gibi belirtiler bulamadım. Yalnız, kaşıntının bıraktığı tırnak izlerini gördüm... Bacaklarından sonra karnını ve bilhassa karaciğerini muayeneye koyuldum. Ve derhal gördüm ki Atatürk’ün karaciğeri üç parmak büyümüş ve sertleşmiştir...”
FENER ALAYI
1 Şubat Atatürk, doktorun tavsiyesine aldırmayarak, 1 Şubat günü Yalova’dan ayrılıyor, gidiyor, orada suni ipek fabrikasını ziyaret ediyor. Oradan akşamüstü Bursa’ya varıp Çelik Palas’a iniyor. Gece fener alayı yapılıyor; otelin önüne gelen halk kitlelerinin sevgi gösterileri üzerine Atatürk üç defa sofradan kalkıp otelin balkonuna çıkıyor... O gece Atatürk’ün soğuk almış olduğu sanılıyor.
ZATÜRREEYE RAĞMEN ÇALIŞMA
6-8 Şubat Atatürk, 3 Şubat günü Bursa’dan Mudanya’ya ve oradan Ege vapuru ile İstanbul’a hareket ediyor, yolda yorgunluk ve kırıklık hissediyor. Atatürk’ün yorgun argın İstanbul’a vardıktan sonra hemen ertesi gece Saray’dan çıkıp Park Otel’e gittiği, orada saat 04.00’e kadar kalmış ve zatürree kapmış olduğu yazılmıştır. 10-20 ŞUBAT Atatürk, 19 Şubat’ta kendisini yeniden devlet işlerine vermeye başlıyor. O gün Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Celal Bayar’ı, İsmet İnönü’yü ve bazı bakanları kabul ediyor. 20 Şubat’ta yine Celal Bayar, İsmet İnönü, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve diğer bir düzine insan ile görüşüyor. 24 Şubat’ta yanına İsmet İnönü’yü de alarak, bir düzine kadar kişiyle İstanbul’dan Ankara’ya hareket ediyor... Kısacası Atatürk, zatürreeyi atlatmış veya atlatıyor gibi görünüyor.
İNGİLİZ BÜYÜKELÇİSİ’NE BİLGİ
24-25 Şubat Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, ilk defa 24 Şubat akşamı, Atatürk’ün rahatsızlığı konusunda İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Loraine’e gizlice bilgi verdi. Cumhurbaşkanının bir süre önce “soğuk almış” bulunduğunu açıkladı. Büyükelçi, bu konuşmayı ertesi gün “çok gizli” olarak Londra’ya rapor etti.
PROFESÖR FIESSINGER ANKARA’DA
28 Mart Atatürk’ün rahatsızlığı biraz daha artınca hükümet Fransa’dan, tanınmış bir karaciğer hastalıkları uzmanı getirmeye karar vermişti. Paris Büyükelçisi Suat Davaz’ın aracılığıyla, Paris Üniversitesi’nin ünlü uzmanlarından Prof. Dr. Fiessinger Ankara’ya davet edilmişti. Fransız doktor, Türk doktorlarının görüşlerini tamamen kabul etmiş, Atatürk’ün, Türk doktorların tavsiye ettiği tedaviye devam etmesini uygun görmüştür.
İLK RESMİ AÇIKLAMA
30 Mart Hastalık konusunda yabancı diplomatlara resmen bilgi verilirken, Türk halkına açıklama yapmamak olmazdı. Nihayet 30 Mart akşamı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Anadolu Ajansı aracılığıyla şu resmi bildiriyi yayımladı: “Türkiye Reisicumhuru Atatürk, geçen Ocak ve Şubat aylarındaki Yalova, Bursa ve İstanbul seyahatlerinde kuvvetli bir grip geçirmişlerdi; Ankara’ya avdetlerinde grip nüksettiğinden konsültasyon için Fransa’dan Prof. Fiessinger davet edildi. Prof. Fiessinger, tetkik ve muayene neticesinde, Atatürk’ün sıhhatinde ehemmiyete şayan bir vaziyet olmadığını tespit etmiş ve kendilerine bir buçuk ay kadar istirahat tavsiyesini kâfi görerek avdet etmiştir.”
FIRSATÇI SALTANATÇILAR
4 Nisan Atatürk’ün hastalığı resmen açıklanır açıklanmaz, Osmanlı saltanatçıları umuda kapıldılar. Bunlar, Osmanlı saltanatını ve halifeliği Türkiye’ye geri getirmek için yıllardır Atatürk sonrasını bekliyorlardı; bekledikleri günün artık yaklaştığını sandılar ve kıpırdanmaya başladılar. İngiliz arşiv belgelerine göre Osmanlı saltanatçıları, birbirine rakip iki gruba ayrılıyorlardı: Abdülmecid grubu ve Vahdettin grubu. Vahdettin’in kendisi artık hayatta değildi, Vahdettin grubunun başında Sultan Abdülaziz’in yeğeni olan Prens Sami vardı. Vahdettin grubu, saltanat sırasının şimdi Prens Sami’de olduğu kanısındaydı ve onu Osmanlı tahtına çıkarmak için uğraş veriyordu. Prens Sami’nin oğlu Prens Bahaeddin Sami, babasından aldığı “tam yetki ile” üç yıldan beri Londra’da oturuyor ve babasını Osmanlı tahtına çıkarmak için çalışıyordu. Atatürk’ün hasta olduğu haberi 1 Nisan günlü Avrupa gazetelerinde yayımlanmıştı. O tarihte Londra’da bulunan Prens Bahaeddin Sami hemen İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sir Lancelot Oliphant’a telefon etti. Ardından 4 Nisan günü Oliphant’a altı sayfa tutan bir mektup gönderdi. Prens Bahaeddin Sami’ye mektubunun alındığı yolunda cevap verildi fakat görüşme için randevu verilmedi. Mektubun bir örneği Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Loraine’e gönderildi. Büyükelçi, “Samimi kanaatim şudur: Sami’nin mektubu tümüyle saçmadır” dedi.
BAYRAMA KATILIYOR
19 Mayıs Atatürk, Ankara’da düzenlenen Gençlik Bayramı töreninde hazır bulundu. Böylece, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ağır hasta olduğu, artık devlet işlerini yürütemeyeceği, görevinden çekilmek zorunda kalacağı yolunda inatla yayın yapanlara bir cevap vermiş oldu. Bu cevap, diplomatik girişimlerden ve tekziplerden daha etkili olmuştur, denilebilir.
HATAY İÇİN YURT GEZİSİNE ÇIKIYOR
20-24 Mayıs Atatürk, tam iyileşmemişti ama nazik bir aşamada olan Hatay sorunu nedeniyle Mersin’e gitmeyi gerekli görmüştü. Denilebilir ki, bir milli dava olan Hatay’ı, kendi sağlık sorunundan daha önemli saymıştı. Dr. Nihat Reşat Belger diyor ki: “Fiessinger Ankara’dan ayrıldıktan sonra Atatürk bu defa da behemehal Hatay’a gitmek lüzumuna hükmetmiş. Yorulmaması için kendisine vuku bulan bütün ricalara rağmen kalkmış; bir siyasi gayenin tahakkuku için yine, hatta bu kere daha yorgun argın, Hatay’a gitmiş; daha doğrusu Hatay’la ilgili olarak Kilikya’ya. Orada resmi geçitte hazır bulunmuş. Güneşin altında saatlerce ayakta kalmış; büsbütün yorulmuş.”
SAVARONA’DA
1 Haziran
Cumhurbaşkanlığı için satın alınmış olan Savarona yatı nihayet İstanbul’a gelmişti. Bu güzel yata, 24 Mart 1938 günü İngiltere’nin Southampton Limanı’nda bayrak çekilmişti. Ve Atatürk’ün hemen Saray’dan Savarona yatına nakli uygun görülmüştü.
SON KABİNE TOPLANTISI
9 Temmuz
Bakanlar Kurulu, Savarona yatında ve Cumhurbaşkanı Atatürk’ün başkanlığında toplanmıştı. 3.5 saat sürmüş olan bu toplantıda, çeşitli iç ve dış sorunlarla ilgili önemli müzakereler yapılmıştı. Bu toplantı, Atatürk’ün, katıldığı son Bakanlar Kurulu toplantısı olmuştur. Genel Sekreter H.R. Soyak, Atatürk’ten Hatıralar’ında; “Şunu da belirtmeliyim ki” diyor, “bütün bu kesif mesai sırasında (Atatürk) Hatay işini adım adım takip etmekten ve Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmakta bulunan Dil ve Tarih Kurumlarının mesaisi ile yakından alâkadar olmaktan bir an bile geri kalmıyordu. Boş zamanlarını odasında yatağına uzanarak, yahut hususi salonda bulunan şezlong şeklindeki geniş koltuğuna yaslanarak istirahat etmek, kitap okumak ile geçiriyordu.”
HALKA VEDA
10 Temmuz
Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
“Acar motoruyla bir gezintiye çıktı; ilkin Florya’ya gitti ve baştan başa Boğazı dolaştı. Florya’da kendisini motorun küpeştesinde gören halk, etrafını sararak sevgili liderlerine tasavvurun üstünde coşkun gösterilerle sonsuz bağlılıklarını belirtmişler; Boğazın her iki kıyısını bir anda dolduran sayısız vatandaş kitleleri de saatlerce sevinç nidaları ve sürekli alkışlarla Boğazı inletmişlerdi.”
DOLMABAHÇE’YE GEÇİŞ
25 Temmuz
Dr. Nihat Reşat Belger diyor ki:
“Vaziyetin açıktan açığa ağırlaşmaya gittiğini görünce, Atatürk’ün yattan Saray’a taşınmasını istedik. Kendisinden müsaade aldık. Çünkü o yaz mevsiminde, denizin ortasında demirlemiş duran yatın alt katında Atatürk, havanın bunaltıcı sıcaklığını
daha çok duyuyor, bundan da tabiatiyle ayrıca müteessir oluyordu. Onun için, kendisinin daha açıklık, daha serin bir yere geçirilmesi kararlaştırıldı.
Bunu kendi de uygun buldu.”
MÜZİK SUSTU
26 Ağustos
Türkiye Büyükelçiliği’nin sık sık yalanlamalarına rağmen, Fransız gazetelerinde Atatürk’ün hastalığıyla ilgili haberler devam ediyordu. 26 Ağustos günü Le Jour-l’Echo de Paris gazetesinde uzun
bir yazı çıktı. “Ankara’nın muamması: Savarona’da müzik sustu. Ve Kemal Atatürk, akşamları artık yatının güvertesinde görünmüyor” başlıklı yazıda, saygılı ama hüzünlü bir dille Atatürk’ün hastalığı anlatılıyordu.
‘30 AĞUSTOS BENSİZ’
28 Ağustos
Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk, Sabiha Gökçen’i kabul ederek dedi ki:
“30 Ağustos’u bensiz kutlayacaklar! Oysa o kadar isterdim ki törene katılmayı... Çocuklarımızı görmeyi, modern araç ve gereçlerle donanan ordumuzun geçişini görmeyi... Biliyor musun Gökçen, bayrağımızı da özledim; onun şöyle anlı şanlı dalgalanışını,
göklerle bütünleşmesini..”
VASİYETNAME
5 Eylül
Eylül başlarında Atatürk, “biraz iyi” görünüyordu. Yeniden nüksetmiş olan karaciğer sirozu biraz yatıştırılabilmiş ama büsbütün önlenememişti:
Dr. Tevfik Rüştü Aras, İngiliz Büyükelçisi’ne, “...yeniden komplikasyon çıkarsa Atatürk birkaç aydan fazla yaşayamaz” demişti: İşte tam bu kısa sessizlik sırasında Atatürk, Dolmabaçe Sarayı’nda, kendi elyazısıyla kendi vasiyetini yazdı.
KOMAYA GİRİYOR
16 Ekim
Atatürk akşama doğru ağır bir komaya girdi. Tedavi eden ve danışman doktorlar gece saat 22.45’te hazırladıkları ortak raporda vahim durumu şöyle dile getirdiler. “Atatürk kendisini ve etrafındakileri tanımıyor ve sorulan suallere cevap vermiyor; her şeye karşı kayıtsız ve kendisini uyandırmak mümkün olmuyor. Refleksler çok hafif, umumi duyarlık azalmış; küçük ve hafif hareketler alınabiliyor.”
KOMADAN ÇIKIŞ
21 Ekim
Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatıyor: “Ali Kılıç ile beraber, yatağın başı ucunda oturuyorduk. O, yine –fakat bu sefer daha seyrek– aynı sözleri tekrar ediyordu. Ali Kılıç ile aramızda küçük ve sedef kakmalı bir sigara masası vardı; bir aralık
ben buna dayandım, masa gıcırdadı; hayret!.. Atatürk birdenbire susmuştu. Demek ki kendisinde artık etrafındaki gürültüleri fark edecek kadar bir uyanıklık belirmişti. Derhal nöbetteki doktorlara haber gönderdik; nefes nefese geldiler, hadiseyi kendilerine
anlattık; Prof. Neşet Ömer İrdelp bana; ‘Senin sesine çok alışıktır, hitap et bakalım!..’ dedi. Başucuna biraz daha yaklaşıp seslendim: ‘Atatürk!..’ Yine, tekrar ededurduğu sözleri kesti ve cevap verdi: ‘Efendim...’ Devam ettim: ‘Nasılsınız Efendim?’ Hiç gecikmeden; ‘İyiyim...’ dedi.”
ATATÜRK ÜZGÜN
28 Ekim
Atatürk akşam Sabiha Gökçen’i kabul etti ve şunları söyledi: “Yarın bayram değil mi Gökçen? Bu günü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdim. Beni Cumhuriyet Bayramı’nda halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum.”
VEDALAŞMA
6 Kasım
Tedavi eden ve danışman doktorlar 6 Kasım saat 10.25’te toplu olarak Atatürk’ü ziyaret ettiler ve 10 dakika yanında kaldılar. Ondan sonra Atatürk, kız kardeşi Makbule Atadan, evlatlık kızları Afet İnan ve Sabiha Gökçen’i beraber kabul etti. 20 dakika Atatürk’ün yanında kaldılar.
Bu buluşma, onların son buluşmaları olmuştur. Bir bakıma vedalaşma ve helalleşmeleri olmuştur da denilebilir. Çünkü Atatürk ertesi gün son komaya girecek ve bir daha onları göremeyecektir.
SON KOMA
8 Kasım
Vücundaki suyun ancak bir kısmının alınmasına rağmen Atatürk, 8 Kasım 1938 günü saat 19.00 sularında, yani suyun alınmasından 30 saat sonra, ağır komaya girmiştir. Başucunda duran Dr. İrdelp’e dikkatle bakmış ve “Aleykümüsselam” deyip kendinden geçmiştir. Atatürk’ün son sözü bu olmuş ve bu koma da son koma olmuştur. Hasan Rıza Soyak’ın aktardığı budur.
10 Kasım 1938 Perşembe, saat 09.00
O dakikalarda Atatürk’ün başucunda bulunanlardan Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak olayı şöyle resmediyor:
“1938 yılı Kasım ayının 10’uncu günü saat 9.00... Türk vatanının kurtarıcısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, eşsiz inkılapçı ve beşerin müstesna evladı Büyük İnsan’ın fani âleminde ancak 5 dakikası kalmıştır; gözleri kapalıdır; göğsü mütemadiyen inip çıkmaktadır. Odada ve bütün sarayda derin ve ruhani bir sükût hüküm sürüyor.
Sağ tarafta başı ucunda Operatör Mim Kemal duruyor; Dr. Kâmil Berk başını onun omuzuna dayamış, hıçkırıyor... Prof. Dr. Âkil Muhtar Özden kendinden geçmiş, odanın içinde telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor; hem ağlıyor, hem de mütemadiyen, ‘Aman Yarabbi!’ diye mırıldanıyor... Ben yatağın sol tarafında ayakta duruyorum; yanımda Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe var... Her tarafım uyuşmuş, bütün duygularım donmuş bir halde, o güzel, o nurlu çehreye dalmış, bakıyorum... Hazin sessizlik içinde kulağıma yalnız Dr. Mehmet Kâmil ve Prof. Âkil Muhtar’ın hıçkırıkları çarpıyor.
Saat tam 9’u beş geçiyor... Birdenbire gözleri açılıyor, dikkat ediyorum: Gök mavisi gözlerinde hâlâ bildiğimiz çelik parıltıları ışıldamaktadır.
Bir an sert bir hareketle başını sağa çeviriyor... Bana öyle geliyor ki, bu hareketiyle etrafındakilerin şahıslarında ilâhi bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletini son defa askerce selamlamaktadır. Birkaç saniye sonra o azametli varlık, milletinin kalp ve idrakiyle beşer tarihindeki ölümsüz hayatına göçmüş bulunuyordu.”