Gültan Kışanak, Diyarbakır Cezaevi'ndeki gardiyanına seslendi...

Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Diyarbakır Cezaevi’ni müzeye dönüştürmekte kararlı. Diyarbakır'da bir araya geldiğimiz Kışanak, sohbet sırasında, cezaevinde tutulduğu dönemdeki, kadınlar koğuşunun gardiyanına da seslendi: "Gümüşhaneli Bahattin, hayattaysan beni bul!"

Aslı Uluşahin / Cumhuriyet

Yerel seçimlerin galiplerinden biri BDP’li Gültan Kışanak’tı. Çünkü Kışanak, dünyanın en pis çukurlarından olan Diyarbakır Cezaevi’nden çıkıp, o şehrin belediye başkanlığı koltuğuna oturdu. Tarihin istihzası, bu kez çok fiyakalı bir hareketle, 12 Eylül zihniyetinin karşısında durdu.
Kışanak şimdilerde, eşbaşkan Fırat Anlı’yla birlikte, Diyarbakır Cezaevi’ni yüzleşme müzesine dönüştürmeye uğraşıyor.

Hükümetten itiraz var
- Diyarbakır Cezaevi’yle ilgili süreç ne aşamada?
Biz imar planımızı yaptık. Tabii buna merkezi hükümetten itirazlar geliyor. Bu itirazları, oranın müze olması kamu yararınadır diyerek reddettik. Biz sadece geçmişi anarak dertlenmek değil, “bir daha asla” demek için burayı müze yapmak istiyoruz. Gelecek kuşakların demokrasi bilincinin oluşması için bu müzeye ihtiyacımız var.
Israrımız devam edecek ve biz merkezi hükümeti beklemeyeceğiz. İlgili tüm taraflarla müze projesini hazırlayacağız ve toplumun karşısına çıkacağız.
- Cezaevi halen faal. Şimdi ne durumda?
Fiziki ömrünü tüketmiş durumda. Orada kalan arkadaşlarımız çok zor ve kötü koşullarda yaşıyorlar. Bütün altyapı sistemi çökmüş. Suları temiz akmıyor. Kanalizasyon sistemi çalışmıyor. Bir an önce boşaltılması lazım.

Travmalar aşılacak
- Buranın müze yapılmasının barışa nasıl bir katkısı olur?
Barış süreçlerinde, çatışma dönemlerinde yaşanan travmaların etkisi her zaman engelleyicidir. Bu engeli ortadan kaldırmak gerekiyor. Çünkü barış sadece politik değil, aynı zamanda toplumsal bir konudur.
Diyarbakır Cezaevi’ni müzeye dönüştürebilirsek Kürt toplumu travmalarını aşmış olacak. Benim mağduriyetim görüldü diyecek. Türkiye toplumu da burada ne büyük acılar yaşanmış, bu sürece destek vermek gerekir diyecek. İnanıyorum ki Diyarbakır Cezaevi müzeye dönüştürülürse hem Kürtler hem Türkler hem de farklı halklar kendini çok iyi hissedecek.

‘Neden yazmadım?’
- Siz de orada uzun zaman kaldınız, işkence gördünüz. Elbette müze olması size de iyi gelecek.
Diyarbakır Cezaevi’nde en az konuşulan, en az yazılan, kadınlar koğuşu. Ben zaman zaman bu konuda kendimi kötü hissediyorum. Diyorum ki bu görev sana düşerdi, niye yazmadın şimdiye kadar? Belki kaçış... Eskiden, o günleri konuştuğumda, arkasından günlerce migren ağrılarım tutardı. Onun için uzun süre hatırlamamayı tercih ettim.
Müze sürecinde kadınlar koğuşuyla ilgili daha çok şey konuşulmaya başlayacak. Mesela biz hiç yapmadık, kadınlar koğuşunda bulunanlar bir araya gelsek, sohbet etsek. Böyle bir buluşmanın da vesilesi olacak bu müze.

İnsan kalmak
- Müzenin içinde, sizin anılarınızdan nelerin yer almasını istersiniz?
Bu zor bir soru, cevap vermek kolay değil.
Diyarbakır Cezaevi’nde kadınları 35. Koğuş denen hücrelere götürmediler. Kadınlara hücre cezası verdiklerinde (cezaevinin işkenceci müdürü, yüzbaşı) Esat Oktay Yıldıran’ın köpeği Co’nun kaldığı odada tutuyorlardı. Orada uzun süre kaldım ve oranın bütün özellikleriyle yeniden canlandırılması lazım.
Bir kere hayvan barınağında kalıyorsun, Co’nun pisliği, yemek artıkları... Ama her şeye rağmen insan olmanın yüceliğini koruyorsun. Orada ben “Cisminin ne olduğu önemli değil, ama duygu çok önemli. Her şeye rağmen, fiziki şartlar ne olursa olsun ben insan olarak kalacağım” dedim.
Ayrıca gece gündüz, canları istediği her dakika içeri giriyorlardı. Geldiklerinde uykuda yakalanmayayım diye, o odada ne kadar ses çıkaracak şey varsa, tabak çanak, kapının önüne koyardım. Herhalde bunlar sembolleştirecek.

***
KIŞANAK’TAN KADINLAR KOĞUŞU GARDİYANINA ÇAĞRI:

‘Gümüşhaneli Bahattin,
hayattaysan beni bul!’
Bir haberde, Gültan Kışanak’ın kadınlar koğuşundan iyi bir komedi filmi yaratılabileceğini söylediğine rastlamıştım. Bu sözünü anımsattığımda, koğuşun gardiyanı Gümüşhaneli Bahattin Demir’i anlattı. Hem de onun her cümleye eklediği “geberecekler” sözünü, Gümüşhane ağzıyla “ceberecekler” diye taklit ederek... Hikâyeyi ondan dinleyelim:

Biz orada yaşarken hep öyle yaptık. Başa çıkmak için işi gırgıra vuruyorsunuz. Sonrasında o anları hatırlayarak biraz duygularımı sağalttım. Böyle yaşadım.
Gümüşhaneli bir gardiyanımız vardı. Dayak mı yemişiz, yerlerde mi süründürülmüşüz, onlar çok önemli değildi de, biz onun aksanına gülmeyi kendimize eğlence yapmıştık. Arkasından bir arkadaş taklidini yapardı, gülerdik. Oysa bizi döven, işkence uygulayan bir insan. Ama bir taraftan da her zaman saf Anadolu genci yanını hissettiğimiz biri.
Adını bilmemiz de onun saflığından kaynaklandı. Bu Bahattin bize zorla, dayakla askeri tekmil vermeyi öğretiyor. Kimse yapmak istemiyor. Tabii günlerce dayak...
Bahattin sanıyor ki, biz kadınız, o yüzden tekmil vermeyi öğrenemiyoruz. Sonunda dedi ki: ‘Ceberecekler beni iyi izleyin. Ben ne yapıyorsam aynısını siz de yapacaksınız.’ Geldi, topuk selamını çaktı: ‘Bahattin Demir, Gümüşhane, emret komutanım.’
Sonra anladı tabii cezaevindeki gizlilik kuralını bozup adını söylediğini. ‘Ceberecekler, ben öylesine söyledim, benim adım Bahattin değil!’ Kızardı, bozardı, herkesi dövdü. Bir taraftan da hâlâ, ‘Ceberecekler benim adım Bahattin değil!’ diye bağırıyordu. Unutulmaz bir şeydi.
Belki de yaşıyordur Bahattin. O zamanlar ben 19 yaşındayım, o da askerlik yaptığına göre en fazla benden birkaç yaş büyük. O dönem Diyarbakır Cezaevi’nde kadınlar koğuşunda askerlik yapan Bahattin, şimdi ne yapıyor acaba?”

Gültan Kışanak’a Bahattin Demir’i yeniden görmek ister misiniz diye soruyorum. “Çok isterim” diyor. “Gümüşhane’den çıksa gelse Bahattin...”

***
‘BELEDİYE TAŞERON TEMİZLİK FİRMASI DEĞİLDİR’
Diyarbakır’da bir araya geldiğimizde Gültan Kışanak’la kültür alanında yerel yönetimlerin rolünden sansüre kadar pek çok konudan daha söz ettik. Sohbetin satır başları şöyle:

Kültürü dönüştürmek: Diyarbakır 8 bin yıllık kesintisiz kent yaşamının devam ettiği, 33 medeniyetin izlerinin halen takip edilebildiği bir yer. Fakat bu sadece tarihi bir tespit. İnsanlığın burada nasıl bir serüveni var, ne kadarını geleceğe taşıyabiliriz, artık bunlar üzerine somut çalışmalar yapılması gerekiyor. Kültür yeniden üretilerek toplumsallaşır. Öbür türlü kültür tarih olur.

Sanatta kadına destek: Kadınların duygu yönü çok güçlü. Bunun sanata zemin yarattığını inanıyorum. Ama kadınların bu dünyadaki yükleri çok fazla. O nedenle biz bu alanda kadınları mutlaka öne çıkaran, destekleyen, yüklerini hafifleten, cesaretlendiren yaklaşım içinde olacağız.

Kültüre bütçe engeli: Yerel yönetimler su, kanalizasyon, temizlik faaliyetinin dışına çıkmalı. Bununla sınırlanmış bir yerel yönetim demokrasinin güçlenmesine katkı sunmuyor. Ha merkezin taşta teşkilatı, ha taşeron temizlik firması olmuşsun.
Kadınlar dedik... Erkek kadına şiddet uygulamasın, eşitlikçi davransın. Anlatıyorsun, anlatıyorsun, erkek yapıyor bunu. Ta ki kadın kendisine kalkan eli tutana kadar.
Biz kültür sanat politikaları için de böyle bir yaklaşım içindeyiz. Bütçe zorlukları mutlaka çıkacak ama ben bunları toplumsal dayanışmayla çözülebileceğini, koşulların zorlanabileceğini düşünüyorum. Bu kentte kültür sanatla ilgili önemli işler yaptığın zaman yerde kalmaz. Herkes ona omuz verir.

‘Çoğunluk’u kırmak: Türkiye gibi her şeyin çoğunluk mantığına kilitlendiği bir yerde sorun çözmek kolay olmuyor. Diyelim ki sen yüzde 10’sun, ben yüzde 1’im. Yok mu benim hakkım? Hak sayısal bir değer değildir. Özgürlükler sayısal bir değer değildir. Tam tersine, az olanın hakları nasıl korunacak, herkes kendini nasıl özgür hissedecek asıl bunu düşünmek lazım. Ölçü bu olmalı. Türkiye’de ne yazık ki çok olmak fazla kıymetli. O zaman bunun kıymetini azaltmak lazım.

Sansür ve yasaklar: Yasağı, sahiplenmek kırar. Güzel bir film mi var, milyonlar izlesin. Güzel bir kitap mı var, milyonlar bir yolunu bulup okusun. Biz ne kadar kitap okur, ne kadar çok film seyreder, ne kadar çok etkinliğin içinde yer alır, ne kadar fazla ürün ortaya çıkarırsak bu yasakçı zihniyeti kırmak o kadar kolay olacak. Öbür türlü sen talep ediyorsun, o da reddediyor. Ne deniliyor, ferman padişahınsa dağlar bizimdir. Orada bir ferman var, olabilir. Ama sen kendine bir özgürlük alanı yaratabilirsin.