Gül kokulu mürekkebin izinden inatla gitmek
.
Enver Aysever1- “Bellek” bir virüs tarafından bize armağan edilmiş olabilir; bir yerde okudum, bilim bu türden rastlantıları açıklamak konusunda gayretli, lakin ben nasıl oluştuğuna değil, ne işe yaradığına, bana ne getirip götürdüğüne bakıyorum! Rüyalarımın kavurucu, iç sıkıntımı artıran karmaşasından yorgunum yine. Yazlar, boğulma hissini sürekli yaşadığım dönem demek, sıcakları sevmiyorum ve geceleri, ne derece önlem alırsam alayım, bir el boğazımda uyuyorum. Rüyalarımı sabah anımsamaya çalışırken, anlaşılan o ki belleğimden süzüp çok ilginç görüntüler, imgeler yaratıyorum. Sonuç: Tamamlanmamış hesaplaşmalar insanın peşini bırakmıyor. Örnek: Lojman evi ve anneanne figürü! -Yeni romanda bunlardan söz etmeliyim belki.-
2- Roman yazmak için gösterdiğim çaba, verdiğim mesai okuru ilgilendirmez. “Roman kim için yazılır” sorusu şöyle dursun; yeni bir kavramla karşılaştım “yaz romanları”! Popçuların bu mevsime denk getirdikleri şarkılar yaptığını işitmiştim de bu yazlık romanlar ne ola ki? Popçunun şarkısında gerdan kırıp kıvırtarak plaj zamanını bayağı bir eğlenceye döndürmek mümkün de roman ne iş görüyor sıcaklarda! Bol aşk, aldatma, sevişme, ayrılık, ağdalı sözler arasından tatilci ne tür sevinç yaşar, yarar sağlar, anlamış değilim! Romancı, sere serpe uzanmış birinin elinde, güneşlenirken ve de eli telefonda oynaş halinde, okuru görse ne hisseder acaba? Sahi romancı ile okurun aynı plajda olması olasılığı nedir?
3- Kimse bulunduğu zamanda ve yerde değil! Günümüz böyle! Yemeğe gidiyorsun, herkes elinde telefon, bir başka yerde olmak arzusuyla ve de merakı diyelim, birlikte vakit geçiriyor! Son bir araştırma, ekran karşısında günde iki saatten fazla zaman geçiren kişinin ömrünün azaldığını belirlemiş. Herkes vaktinden önce ölmeye talip! Bir romancı ve psikanalist arasındaki süreci anlatan yarı kurmaca kitap okuyorum. Doksanlarda geçiyor, henüz telefon bunca baskın biçimde yaşamlarda yok. Daha çok konuşuyor insanlar; yerlerinden memnun değilseler de, orada olarak yaşam sürüyorlar. Çağın hakikati: Ya hep geç kalıyorsun ya hep erkenden oradasın! -Kıçında çıkan ve acı veren çıbandan mustarip Beckett, üstelik ruhunu da etkiliyor bu durum-
4- Analistler için güç dönemler. Teknoloji yeni sorunlar ve de durumlar doğuruyor. İnternette çöpçatan siteleri var. Sadece seks yapmak isteyen kariyerli insanlar kendilerine özel yazılım geliştirmişler. Dil bilmek, okuryazar olmak gibi sınavlardan geçerek hedefe varılıyor. Sevişmek için de sınava giriyorlar, soruları yazılım yöneltiyor, puanına göre tasnif ediyor! İlk bakışta tuhaf görünen bu durum, bir zaman sonra yeniçağın hakikatlerinden biri olarak önümüze dikiliyor. Analist “ayna” görevi üstleniyor madem, o halde bu ortamları da tanıması gerekmez mi? -Güzin Abla’ya dert yanan kuşağın işi zor. Gazetelere rumuzlu mektup gönderip yanıt bekleyenler meğer ne sabırlı, değerli kimselermiş. Şipşakçılık çağı!.-
5- Converse diye bir ayakkabı gençliğimde herkesin ayağındaydı, ulaşmak zordu. Sahi o vakit Alamancılar bize çukulata (!), pabuç getirince ne mutlu olurduk; Mercedes’leriyle girdiklerinde mahalleye kalabalık alkış tutar, sonra önleri saygıyla açılır, halkı selamlayarak yerlerini alırlardı. -Sanırım bu görüntüleri filmlerden arakladım, benim oturduğum muhitlerde bu türden kimselere pek rastlanmazdı, lakin her ailenin bir Alamancısı vardır- Bu biçimsiz ayakkabının eskitilmiş tasarımı 600 tl’ye satılıyormuş. Anneler eskileri toplar, torbaya doldurur kapı önüne kordu, şimdi kıymete binmiş. Gerçi yırtılmış jean modasını biliyordum da böylesine şaştım kaldım. -Mesela bu sorunu analiste nasıl anlatır insan!-
6- Ayasofya namazından bir gece önce mahallede cereyanlar kesildi. Baktım ahali hemen cep telefonlarına koştu, ne kadar şarjım var, diye kontrol etti hemen. Balkondan ağustosböcekleri gibi ışıkları belirdi telefonların. Bazısı peşin satan bakkal misali gülerek yayıldı koltuğuna, o depolama aygıtı olan kurnaz kişiydi, belli. Sabaha dek karanlıkta kalsa da çevrimiçi olmanın ayrıcalığını yaşayacağını gösterdi hepimize. Kimi arabaya inip doldurdu telefonunu, kimi bilgisayara taktı da kendine getirdi aleti. Ben elimdeki aygıtın yavaşça sönmesini, iktidarını yitirmesini izledim. Önce ekran silikleşti, sonra tamamen karardı. Gökyüzünde ceplerimizdekinden çok daha parlak, sınırsız yıldız olduğunu yeniden fark ettim...
7- Üst üste yığdığım kitapların arasında, bana özel bu kalede, yaşamak istiyorum. Elde değil günlük yazılar, televizyon yayınları var. Telefondan taşan dertlerden bıktım. Kolay ulaşılmak mütevazılık mı, ahmaklık mı, karar veremedim. Eşitlik isterken, hadsizlik mağduru olmak çelişki! Psikanalize gitsem, muhtemelen “uzan” diyecek, pek de güven duyup da kendimi bırakamam sanırım. Bellek ağırlığıyla başıma vuruyor bazen. Yazarın tüm duyguları, düşünceleri, çelişkileri, öfkesi, kavgası kaleminin ucundadır. Eskiler mürekkebe “nar suyu”, “gül suyu” korlarmış; bir de “bal” katarlarmış. Mürekkep hem tatlı, hem güzel kokulu olduğu için çocuklar yalarmış... “Mürekkep yalamak” deyimi buradan gelirmiş...