Güçlü imgelerin izinde
Her toplumsal şekillenmenin yarattığı insan tipinin özellikle altını çizen Lunaçarski, çözülen ve değişen toplumların ve onların yarattığı karakterlerle ilgili güçlü imgelerin vücut bulduğu zeminleri irdelemiş.
cumhuriyet.com.trSanat ve edebiyatı hayatın temize çekilmesi olarak görmemeyi, onu beslendiği kaynaklara göre takip etmeyi zorunluluk olarak anlamak gerekiyor. Zira somut yaşamların izdüşümü olan sanat, temsil ettiği çağın acı ve sevinç karışımı çığlıklarını duyurur çoğu kez. Tam da bu noktada, Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski'yle tanışmak gerekiyor. Zira Lunaçarski, Sanat ve Edebiyat Üzerine İncelemeler'de yirminci yüzyılın en önemli dönüşümünü gerçekleştirmiş bir ülkenin (SSCB, 1917 Ekim Devrimi) vatandaşı, aynı zamanda eğitim sorumlusu, sanat-edebiyata yönelik 'yol gösterici- yorum ve değerlendirmeleri yapan biri olarak, zaman zaman gözden kaçırdığımız temel çelişkilerde geziniyor.
Sanat ve Edebiyat Üzerine İncelemeler'de, Lunaçarski'nin, edebiyat ve sanatın büyük ustalarının eserlerine yönelik değerlendirme yazıları yer alıyor. Ekim Devrimi'nin hemen ardından Eğitim Komiserliği'ne getirilen Lunaçarski, yazılarıyla sanatı doğru bir yere oturtmakla kalmamış, aynı zamanda sanatçıların yaşadıkları çağdan ne denli beslendikleri ve sorumlu olduklarına yönelik üzerinden geçilemeyecek gerçekleri saptamış. Ama Lunaçarski'nin, bir sanatçının çağından sorumlu olduğuyla ilgili mekanik, slogancı bir yaklaşım sergilediği sanılmasın sakın. Aksine, yaşadığı döneme damgasını vuran her sanatçıyı hangi tür koşulların yarattığıyla birlikte, koşullarıyla ilintili durumları analiz etmiş. Bu anlamda da, analiz ettiği her bir eseri ve sanatçısını doğru yere oturtmuş Lunaçarski.
Böylelikle, Lunaçarski'nin yazıları, bugünün sanat ve edebiyat kişilerine ve durumlarına daha net bakabilmek açısından önemli bir işlev üstlenirken, en önemlisi de gözden her zaman kaçırılan 'şu sıralar modası geçmiş- sınıfsal farklılıkları gündeme getirmiş. Her zaman somut yaşamlardan süzülerek -zengin-fakir- ayrımı gözetmeksizin tüm insanlara hitap etmesi gerekmiyor sanatın. Zira bir eğlendirme aracı olmayan, insanın yaşamla ve gerçeklerle arasındaki ilişkiyi yansıtan sanatı, kaynaklandığı en temel bağlamlarda yakalıyor Lunaçarski. Sanatın ve edebiyatın beslendiği temel dinamikler ise hiçbir çağda değişmiyor.
Kitabında, sanatçıları ve sanatı elbetteki ki birebir koşullarının ürünü olarak ele almıyor Lunaçarski, ama yeniyle eskinin, her toplumsal şekillenmenin yarattığı insan tipinin özellikle altını çiziyor. Çözülen toplumların ve onların yarattığı karakterlerle ilgili her ne kadar sosyolojik bir yol göstericilikten hareket etse de, güçlü imgelerin vücut bulduğu zeminleri görmezlikten gelmiyor.
Savruldukları yereden...
Shakespeare, Heine, Puşkin, Renoir, Dostoyevski, Proust, Wagner, Shaw gibi büyüklerin irdelendiği bir kitap olarak okurken Sanat ve Edebiyat Üzerine İncelemeler'i, bir yandan da söz konusu ustalara başka bir yönden bakmak anlamında da ele almak gerekiyor. Söz konusu irdelemeleri inceleyip bitirdikten sonra, 'onların temsil ettikleri çağı ve zaman içinde gelişen tutumlarını bu kadar didiklemek gerekli mi' diye de düşünebilir insan. Onlara dair akılda tek kalanın eserlerinin bizde çağrıştırdıkları olması da bu düşünceyi besleyebilir. Ama, bir Dostoyoveski, Proust ya da Shaw ya da Wagner söz konusu olduğunda ileri gitmek gerektiği düşüncesi daha ağır basıyor. Zira Shakespeare dahil, -her ne kadar kendi çağlarını temsil etseler de- içinde yaşadığımız dünyayı anlamanın, katlanılır kılmanın yanında rehber olma özelliğini koruyan sanatçılar söz konusu olduğunda, bu daha anlaşılır bir hal alıyor.
Düşünen Eylem Adamları, Shakespeare'nin Oyun Kişileri ve Bacon, Mutluluğun Resmini Yapan Adam, Marcel Proust, Düşünür Heıne, Jonathan Swıft ve Bir Fıçının Masalı, Dostoyoveski'de Ses Çokluğu, George Bernard Shaw, Rıchard Wagner, başlıklı bölümlerden oluşan kitapta, insanlığa büyük katkılar sunmuş sanatçıların eserlerine yönelik analizler yer alıyor. Lunaçarski'nin yaşadığı ve yazılarını kaleme aldığı dönem göz önünde bulundurulduğunda, -aradan geçen bir yüzyıl ve SSCB'de kültür sorumlusu olarak çalışmasına rağmen- objektif bakış açısının sağlamlığı göze çarpıyor. Ele aldığı sanatçının yaratısal değeri konusunda oldukça hassas davranıyor Lunaçarski. Onları dünya görüşlerine göre 'iyi, kötü- şeklinde yargılama gibi bir tutum asla sergilemiyor. Askine, savruldukları yerden tutarken onları, yaratımlarının beslendiği kaynaklarla tekrar buluşturarak, zamanın ve gündelik olanın pasını siliyor.
'Nietzsche, tiyatro sanatında var olan iki öğeden, Dionysos ve Apollon öğesinden söz ederken Wagner'in etkisi altındaydı. Müziğin kendisi, burgulanan güçler ve tutkular, dokunaklılık ve dinamikler, Dionysos öğesinin kapsamına girer.
Daha sonra o burgaçlanan sulardan mavi sisler yükselmeye başlar; yoğunlaşıp bulutlara, en sonunda da esasında Apollon'cu insan imgelerine dönüşür. Müziksel düşünce, insan modelleri, coşkular, düşünceler, eylemler, sözcükler, ilişkiler, yazgılar, zaferler ve yenilgiler biçiminde dile getirilir.
Tiyatro ve trajedi işte böyle doğmuştur. Belki de en iyi Wagner dinleyicisi ve seyircisi, librettoyu hayli bilen kişidir; belki de sıradan bir temsilde Wagner'in uzgörüsüne dair birkaç ipucu yakalayan ve gözlerini kapattığı zaman, büyük bir zenginlik ve akış çeşitliliği yansıtan orkestra ile insan seslerini dinlerken, seslere ayak uydurarak düzgün bir sırayla peşpeşe sökün eden o katıksız Wagner imgelerinin hepsini gerçekten görür gibi olabilen kişidir.'
Özgürleşmiş birey ve ses çokluğu
'Dostoyevski dönemi Rusya'sının, çoksesli romanın gelişmesi için en uygun' ortamıyla, Shakespeare'in çoksesliliğine yansıyan toplumsal etkenleri karşılaştıran Lunaçarski, elbette ki özgürleşmiş bireyin ve yazgısının Shakespeare'in başlıca ilgi alanına girmesi konusunu bir yana bırakmadan, 'Shakespeare ve çağdaşlarını yaratmış ve onbinlerce parıltılı parçacığa bölünmüş olan o rengârenk Rönesans ve aynı zamanda ortaçağ İngilteresi'nin bir ölçüde dingin ortamına kapitalizmin fırtına gibi saldırısının' sonuçlarını görmüş. 'Dostoyevski Rusyası'nda olduğu gibi burada da korkunç bir kopuş yaşanmaktaydı. Aynı büyük yön değişiklikleri meydana gelmekte, daha önce aralarında hiçbir gerçek ilişki olmamış toplumsal yaşam gelenekleriyle düşünce yöntemleri arasında aynı beklenmedik çatışmalar'ın altını çizmiş. Ancak, 'Shakespeare olarak kabul ettiğimiz adam bunlara nasıl tepki gösteriyordu acaba' diye de sormadan edemeyen Lunaçarski, aslında 'edilgin yansıtma'dan bahsederek, sadece gözleme dayanan bir olumsuzluğa gönderme yapmış.
Dostoyevski'yle ilgili Lunaçarski'nin Bahtin'den yaptığı alıntı da bir hayli ilginç. Zira Lunaçarski, Bahtin'in Dostoyevski'nin romanlarına yönelik yaptığı 'çok seslilik' tanımlaması, 'Kaus'a göre, kapitalist dünyanın karşıtlıklarının Dostoyevski'nin zihnindeki yansımasından başka bir şey' olmadığı konusu yine Bahtin'in açımlamalarıyla Lunaçarski tarafından altı çizilmiş. 'Kaus, Dostoyevski'nin dünyasının kapitalizmin ruhunun en sahici, en katıksız yansıması olduğunu söylemektedir. Dostoyevski'nin yapıtlarında kafa kafaya tokuşturulan bu farklı -toplumsal, kültürel ve ideolojik- dünyalar, bu evrenler daha önceleri kendi kendilerine yeterli, birbirinden yalıtılmış, birbirinden ayrı ve bağımsız birimler olarak kendi içlerinde haklı durumdaydılar...
Kapitalizm bu dünyaların arasındaki farkları ortadan kaldırmış, bu toplumsal alanlara özgü ayrıcalıkları, kendi içlerindeki ideolojik yeterliliği yok etmişti... Gözü kapalı bir biçimde bir arada yaşama, soğukkanlılıkla ve rahatlıkla birbirine göz yumma dönemi bitmiş, onların birbirlerine karşıtlığı kadar birbirlerine iç bağımlılığı daha bir algılanır olmuştu. Yaşamın her atomunda kapitalist dünyanın, kapitalist bilincin bu çelişkili birliği titreşmekte, hiçbir şeyin kendi yalıtılmışlığı içinde rahat olmasına elvermemekle birlikte hiçbir çözüm de önermemektedir. Değişen dünyanın ruhu Dostoyevski'nin yapıtlarında olduğu kadar başka hiçbir yerde böylesine tam yansıtılmamıştır.'
Renoir söz konusu olduğunda, 'yüzeysel görme' ve 'derinlikli görme' arasında dolaşan Lunaçarski, Wagner'in tınılarına da dokunurken, değerlendirdiği öznelere hep aynı mesafeden bakmış. Söz konusu öznelerle birlikte zamanına göre şekillenen gerçekliklerin insanda ve sanatta açtığı yaralara dokunmuş.
Sanat ve Edebiyat Üzerine/ Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski/ Çeviren: Ülker İnce/ Kırmızı Yayınları/ 162 s.