Gripli de burada kanser olan da

400-500 kişilik kan verme sırası, bitmeyen kuyruklar, kötü hijyen ve daha birçok sorun. Hasta ve hasta yakınları tepkili: “Ne zaman gelsek manzara böyel . Bize adeta ‘Paran varsa hastalan, yoksa sürün’ diyorlar. Hani sağlık ücretsizdi, hani kuyruklar yoktu” diye soruyorlar.

SİBEL BAHÇETEPE

Hastaneleri gezerken gördüğümüz manzaralar hemen hemen aynı. İstanbul’un Anadolu yakasında hasta yoğunluğu fazla olan Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Kartal Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gidiyoruz. Her iki hastanenin otoparklarında bile yer bulmak imkânsız. Hasta ve hasta yakınları “Hastanelerde kuyruk yok diyenler bizimle birlikte bir gününü hastanelerde geçirsinler de durumu görsünler” diyorlar.

Bu kez ilk durağımız Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi. Binadan girdiğimizde bir insan seli ile karşılaşıyorum. Bekleme salonundaki tüm koltuklar dolu. Diğer bölümlere doğru gittiğimizde manzaranın aynı olduğunu görüyorum. H.M. adlı bir kadın hasta ile konuşmaya başlıyorum. Terlik ile hastaneye gelmiş. Ayağını göstererek anlatmaya başlıyor: “Balkonu yıkarken düştüm. Ayak bileğim katlandı, hemen hastaneye gittim. Bir şey yok denildi. 1 ay oldu geçmedi. Bugün yine göstermeye geldim, hiç ağrısı geçmedi. Sultanbeyli, Yavuz Sultan Selim gibi hastanelere de gittim, kimse anlamadı. Özel hastaneye gitsen bir dünya para. Madem sigortamız var, bu hizmetleri alamıyoruz o zaman neden var?”

‘Sağlık sistemi iyi mi?’

Koridorda yürürken yaşlı bir teyzenin koridorun kenarındaki tutacaklara tutunduğunu ve ağladığını görüyorum. Yanına gidiyorum “Teyzeciğim neyin var, yardım edeyim” diyorum. “Ne olsun kızım, hastayım ayakta duramıyorum, ordan oraya gönderiyorlar, ordan oraya. Şimdi kan vereceğim, oğlumun önden gidip sıraya girmesini söyledim, yavaş yavaş ağrıları çeke çeke gidiyorum” diye yakınıyor. Kan alma bölümüne gittikçe kalabalığın arttığını görüyorum. Ekranda sıra numaraları yazıyor. Beklerken sıra 428. kişide. Adının Hatice olduğunu söyleyen bir hasta yakını ile konuşuyorum.

“Kocam AS hastası (Ankilozan spondilit, omurgada hareket kısıtlılığına neden olan iltihaplı bir romatizma hastalığı). Dün gece ağrıları arttı. Acile geldik. Sabah yeniden geldik, ağrıları durmuyor. Kaburgasını gösterip ‘çürümüş gibi, bu ağrıya dayanamıyorum’ diyor. Sabah 7’de hastaneye geldik. Saat oldu 12. Normalde bize 1 ay sonrasına randevu verilmişti. Doktorun yanına gittik, randevunun 1 ay sonra olduğunu ve bakamayacaklarını söyledi. Başhekimliğe çıktık, ‘ağrılarımız çok fazla, dayanılmaz, bakın’ dedik, hatta bakanlığı bile aradık... Ancak bir hafta sonrasına gün verebildiler. Kan tahlili istediler. Zaten kan sonucu da 1 haftadan önce çıkmıyormuş. Kan sırası için de 2 saattir bekliyoruz. 2 saatte 100 kişi sıra ilerledi. Önümüzde bir 100 kişi daha var.”

K. A. adlı hasta yakını ise hastanelerin durumunu şöyle anlatıyor: “Kardeşim karın bölgesinde tümör olduğu için ameliyat olacak denildi, Ümraniye’den Pendik’e hastaneye geldik. Daha önceden de bağırsaklardaki polip tespit edilmiş, ameliyatla alınmış, bağırsakları da kısaltılmıştı. Ardından kontrole geldiğimizde bu kez de karın bölgesinde tümör çıktı. Ameliyat için anestezi uzmanı bizi kan alma bölümüne yönlendirdi. Buraya geldiğimizde numaratörde 600’lü numara verildi. Önümüzde 300-400 kişi vardı. ‘Biz bu kadar kişi mi bekleyeceğiz’ dedik. Üst kattaki kan alma bölümüne çıktık. Orada da manzara aynıydı. Mecburen 2-3 saat kan vermek için bekledik. Ertesi gün kan sonuçlarını alarak anestezi bölümüne gittik, burası da çok yoğundu. Bekledikten sonra girdik, anestezi raporunu aldık. Bu kez de bize o gün gelmemizi söyleyen doktor yoktu. Üst üste işyerimizden izin alamadığımız için ameliyat planını ertelemek zorunda kaldık.”

‘Bu ekranlar ne zaman bçalışacak?’

Bu kez de Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gidiyoruz. Acil servise girdiğimde yeşil bölümdeki bir hastanın doktorun kapısında bağırdığını görüyorum. “Bu ekranlar çalışmıyor. Sıra karışmış durumda, kaç saattir burda bekliyoruz” diyor. Yanlarına yaklaşıyorum, “Ne kadardır bekliyorsunuz?” diyorum. Bir kadın “Ben 1.5 saattir burdayım. Acil diye geldim. Güya acil servis. O kadar kalabalık ki... Ama ne zaman gelsem burası böyle” diye konuşuyor. Bir başka erkek hasta da “Oğlumu getirdim, grip gibi ama sıra bir türlü geçmiyor” diyor. “Grip olan bir hastayı neden eğitim araştırma hastanesinin aciline getiriyorsunuz. Neden aile hekiminize gitmiyorsunuz, böyle sırada da beklemezdiniz” diyorum. Oğluna sesleniyor, “Haklısınız, en iyisi sanırım aile hekimine gitmek, hadi oğlum gidelim. zaten sıra ilerlemiyor” diyerek oradan ayrılıyor. Acil serviste başka bir bölüme geçiyorum, sedyede yaşlı bir amca görüyorum. Başında bir erkek ile belli ki sırasının gelmesi için bekliyor.

‘Paran kadar sağlık’

Ardından polikliniklerin olduğu alana geçiyorum. Hastane 7-8 katlı, asansörlerin önü de kuyruk. Katlara çıktığımda odalara göz gezdiriyorum. Bir odada altı ya da dört kişilik yataklar var. Her birinin en az bir refakatçisi ya da ziyaretçisi olunca odalar oldukça kalabalık. Ç.B. adlı bir hasta yakını başlıyor anlatmaya:

“Babam Tunceli’den geldi. Geçen yıl da bağırsak ameliyatı olmuştu. Bu yıl da yine hastaneye getirdik, safra yollarından ameliyat olması gerektiği söylendi. Ameliyata aldılar, ancak sonrasında kanser olabileceği söylendi ve parça alındığı belirtildi. Durumunun ne olduğunu sorduğumuzda tam yanıt da alamıyoruz. Parça patalojiye gitti, 1 ay oldu halen sonuç gelmedi. Hastaneler o kadar kalabalık ki doktorlara da bir şey diyemiyoruz. Başı ağrıyan hasta da burada, kanser olan da... Öyle olunca gerçekten durumu ciddi olan hastalara yeteri kadar vakit ayrılamıyor. Paramız olsa başka hastaneye gider, tedavimizi oluruz. Paran kadar sağlık işte bu.”

217 TL fatura

S.M. adlı bir hasta da geçen günlerde mide bulantısı şikâyetiyle özel bir hastaneye gittiğini anımsatarak “Hastaneye gider gitmez çok kısa bir doktor muayenesinin ardından serum takılmasına karar verildi. 15 dakikalık serumun ardından taburcu edildim ve vezneye yönlendirildim. 217 liralık faturayı görünce inanamadım. Verdikleri faturada da serum takıldığı, hangi işlem yapıldığı yazmıyor. Hani acil servisler ücretsizdi? Daha önceden de gittiğim özel hastanelerin acillerinden 100 liradan aşağı fatura ödemeden çıktığımı hatırlamıyorum. Acil servise gidip para vermeyen insan sanırım yok” diyerek durumu özetliyor.

‘14 kalemde katkı katılım payı alınıyor’

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Eş Genel Başkanı Gönül Erden, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık sisteminin yap-boz tahtasına çevrildiğini, hastaların ve sağlık çalışanların mutsuz olduğunu söylüyor. Erden, “15 yıllık AKP’nin iktidarlığı döneminde Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında adım adım hayata geçirdikleri bir uygulama var. Aile hekimliği, GSS yasası, Kamu Hastane Birlikleri ve şimdi de övünerek anlattıkları Şehir Hastaneleri.. Sistemin en son noktası, en işlenmez ve en kötü hali diyebiliriz. Yüzde 70 gibi doluluk garantisi vermek demek ‘ben bu toplumu yüzde 70 hastalandıracağım, bu hastaneye getireceğim’ demek. Sağlıkta Dönüşümün her adımının çöktüğünü çok net söyleyebiliriz. Bunun aslında kendileri de farkında. Artık öyle bir noktaya geldi ki kendileri de yönetemiyor. Örneğin 5 yıl önce kamu Hastaneler Kurumu diye bir şey icat ettiler. Sürdürülebilirliğinin olmadığını söyledik, inatla getirdiler ve bugün kamu hastaneleri birliklerini lağvettiler” diyor.

Sağlığın ücretsiz olmadığını anlatan Erden, “Bugün 14 kalemde (reçete, muayene, katılım, ilaç başına gibi) katkı katılım payı alınıyor” değerlendirmesini yapıyor. Kamu hastanelerindeki kuyruklara da dikkat çeken Erden, şöyle devam ediyor:

“Hastaneye gittiğinizde gördüğünüz kuyrukların yanı sıra bir de evde telefon başında beklediğiniz kuyruklar var. Randevu almak için bekleyen ya da 3 ay sonrasına randevu alıp evde 3 ay sonrasının gelmesini bekleyen kuyruklar... Sağlık sistemi kontrollerinden çıkmış durumda. Bütünüyle rant alanına dönmüş ve buradan halkın sağlık hakkını da gasp ediyorlar.”

‘Sağlıkta duvara tosluyoruz’

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez ise “Sağlıkta Devrim diyorlar ama durum hiç öyle değil. Hükümetin oy toplamak için yaptığı söylemden başka bir şey değil. Planlanmadan yapılan değişiklikler yüzünden şu an bizdeki sağlık sistemi duvara toslamak üzere” diyor. Tıp eğitiminin de giderek kalitesiz hale geldiğine dikkat çeken Prof. Erez, şöyle devam ediyor:

“Eğitimin ne kadar kötü olduğunu anlamak istiyorsanız Akdeniz ve Gazi Üniversitesi tıp fakültelerini birincilikle bitiren öğrencilerin konuşmalarına bakın. ‘Biz hiçbir şey bilmeden mezun oluyoruz’ diyorlar. Uzmanlık eğitimi de sıkıntılı. Hastaya ayrılan zaman az. Amaç performans sistemine uygun davranmak. Bunun için hastaya ayrılan süre 4-5 dakika ile kısıtlı. Doktor hastaya yeterli zaman ayıramadığı için, hastayı sıklıkla tahlile, tetkike, MR’a yolluyor. İstanbul’da çekilen MR sayısı bütün İngilterede çekilen MR’dan daha fazla. Şimdi de şehir hastaneleri yaparak övünüyorlar. Bütün yayınlar 250 yataktan aşağı ve 650 yataktan üzeri hastaneleri verimsiz olarak sınıflandırıyor. Yapılan şehir hastaneleri 1700-2500 yataklı hastaneler. Buralarda nasıl kaliteli hizmet verebilir? Yetersiz ve verimsiz planlandığı görülüyor. Dünyanın en büyük hastanesini yapmak, en kaliteli hizmet vermek değildir. Rant yaratıyorlar.”

Devrim değil çöküş

“Hastane asansörleri yetersiz, hastaneler hastalık yuvası gibi...Özel hastanelerin acillerinden de para alınmayacak deniliyordu, her giden hastaya serum takıyorlar. 150-200 lira bu işlemden alıyorlar. Başım ağrıyor deseniz de bu yapılıyor... Diyoruz ki tıp eğitimi nitelikli olmalı, sağlık sistemi yeni baştan dizayn edilmeli, kaliteli, nitelikli, ulaşılabilir sağlık hizmeti olmalı” diyerek özetliyor.

Yazı dizisinin birinci bölümü: Hastaneler hasta