'Gözlem noktalarımıza provokatif eylem olabilir'
İdlib’de Rusya destekli Esad güçlerinin ilerleyişi sürüyor. Bir yandan da Rus savaş uçaklarının Türkiye’nin kontrolündeki El Bab bölgesinde ÖSO unsurlarını bombaladığı iddiası var. Siviller Türkiye sınırına doğru kaçıyor. “Seyirci kalmayız” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri ne anlama geliyor, TSK İdlib’de askeri müdahalede bulunur mu? Bölgenin ısındığını söyleyen Terör uzmanı Erol Başaran Bural’a göre sahada tamamen Rus doktrini uygulanıyor: “Rus doktrininde kullanılan araçların içinde tarlaların ve evlerin tahrip edilmesi ya da yakılması, halka topluca suçlu olarak davranılması, işkence ve kötü muamele, ayaklanmacı liderlerine suikastlar, direnişi yöneten ailelerden insanların rehin alınması, sınır dışı etme ya da topluca göç ettirme uygulamaları var.”
İpek ÖzbeyFotoğraf: Necati Savaş
Yeni bir gelişmeyle başlayalım. Rus savaş uçaklarının El Bab'da ÖSO unsurlarını bombaladığı iddiası var...
Resmi olmamakla birlikte, El Bab bölgesinde yeni bir gelişme yaşandığına dair bilgi açık kaynaklara da yansıdı. Bu haberler çoğunlukla El Bab bölgesinde konuşlu Milli Ordu unsurlarının, kabaca El Bab’dan Tel Rıfat bölgesinin güneydoğusuna ve güneye doğru bir operasyon düzenledikleri birkaç yerleşim yerine girdikleri ve Rus hava kuvvetlerinin taarruzları neticesinde geri döndüklerine yönelik bilgileri içeriyor. Bununla birlikte yine resmi olmamakla birlikte TSK’ye ait zırhlı araçların İdlib bölgesine intikal ettiği bilgisi var. Bu emareler bize Suriye Rejiminin İdlib güneyinde Maarat El Numan ilçesini kontrol altına alması ve Raşidin bölgesinde yani Halep batısından bir miktar ilerleme sağlamasının ardından bölgenin ısındığını gösteriyor. El Bab bölgesinden Milli Ordu unsurlarının başlattığı operasyonun temel nedeni olarak Halep batısından Suriye Rejim unsurlarının ilerleyişini durdurmak ve Rejimin dikkatini dağıtmak olabileceğini söylemek mümkün.
Bir haftadır İdlib'de yaşananlar Türkiye-Rusya ilişkilerinin bozulacağı sinyalini veriyor, katılır mısınız?
İdlib özelinde düşünüldüğünde Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin kırılgan bir seviyeye geldiği söylenebilir ancak bana göre İdlib meselesi Türkiye ve Rusya arasındaki ilişki ve işbirliğini negatif yönde etkilemez. Bununla birlikte iki ülke arasındaki ilişkinin ve işbirliğinin bozulmasını isteyecek çok sayıda aktör olduğunu da belirtmekte fayda var. Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesinin ardından başlatılan ikili ilişkilerin her iki ülke açısından da stratejik önemi haiz bir seviyeye ulaştığını söylemek yanlı olmayacaktır. Kamuoyunun da bildiği S400 hava savunma sistemlerinin Rusya’dan tedarik edilmesi, Türk Akımı projesi gibi iki ülke arasında stratejik bir birliktelik söz konusu. Rusya açısından bakıldığında İdlib meselesi oldukça düşük seviyeli ve küçük bir sorun, zaman içinde halledilebilecek bir mesele. Bu nedenle İdlib’den kaynaklı olarak iki ülke arasında düşük seviyeli sürtüşmelerin yaşanabileceğini ancak bu ayrışmanın ikili ilişkiler ve işbirliğini tamamen etkileyecek yöne evrilmeyeceğini düşünüyorum.
12 Ocak’ta taraflar arasındaki ateşkes 3.5 gün sürdü, Suriye Ordusu yine bombalamaya başladı. Ateşkesin bozulmasında hangi motivasyonlar etkili oluyor?
2019 yılı Mayıs’tan bu yana İdlib bölgesi için ilan edilen beş ayrı ateşkes anlaşması mevcut. Ateşkeslerin kısa süreler içerisinde bozulmasında temel neden bana göre karşılıklı güvenin tesis edilememesi. İki taraf da diğerinin ateşkesi bozacağına emin gibi davranıyor ve tedirginlik eyleme dönüşerek ateşkesi bozuyor. İkinci neden; sahada gücü elinde bulunduran silahlı gruplar ateşkes devam ederse zayıf düşeceğini ve kontrolü kaybedeceğini düşünüyor. Üçüncü nedense işin doğası gereği muhaliflerin çok fazla sayıda grubun bir araya gelmesiyle teşkil edilmesi. Bazı grupların belirli süreler bazı amaçlar için muhaliflerin çatısı altında hareket edebilmesi olası görülürken bu grupların bazı durumlarda fikir ayrılıklarına düştükleri, hatta bu birlikteliğin sıklıkla bozulduğu, kendi içerisinde bölündüğü görülüyor. Bazı grupların ateşkesi bozacak bir eylem yapması da olası gözüküyor. Dördüncü neden, genellikle ateşkes ilan eden Rusya ve Türkiye olurken, İdlib’de çatışmaların sona ermesini istemeyen üçüncü bir ülkenin, silahlı bir grubu çeşitli teşviklerle ateşkesi bozmaya ikna etmesi olabilir. Bana göre İdlib’de bir sonuca ulaşılmasını, bölgede çatışmaların durmasını istemeyen ülkeler, gruplar da mevcut olabilir. Açık olarak görülen husus şu: Ateşkes ilanları sahadaki silahlı güçlerin ateşkes süreçlerini yeniden toparlanma, takviye, lojistik bütünleme maksadıyla kullandıkları. Bütün ateşkeslerin ardından yeni cephelerin açıldığını, çatışmaların coğrafi anlamda yer değiştirdiğini ya da farklı güçlerin bölgeye sevk edildiğini gördüğümüzü söylemek mümkün.
Sonuca ulaşılamamasına ABD ile PKK/PYD ortak çıkarının yol açtığı söylenebilir mi?
Suriye Ordusunun ülkenin tamamına hatta bir bölgenin tamamına aynı anda ve eş zamanlı müdahale kabiliyeti mevcut değil. Bu nedenle Suriye Rejimi kendisine öncelik olarak başkent Şam’a yakın bölgelerden başlayarak kontrol sağlamaya çalıştı. İçinde bulunduğumuz dönemde de İdlib bölgesine yönelik kara harekâtıyla ilerlemeye çalışıyor. Şayet İdlib’de amaçlarına ulaşır ve gücünü biraz daha konsolide edebilirse Rejimin müteakip hedefinin ABD destekli PKK/PYD terör örgütünün kontrol altında aldığı ve petrol kaynaklarının bulunduğu bölgeler olması muhtemel gözüküyor. Bu nedenle İdlib’de kontrolün rejime geçmesi halinde sıranın PKK/PYD terör örgütüne dolaylı olarak da ABD kontrolündeki bölgelere gelebileceği çekincesiyle İdlib’de durumun normale dönmesini ABD ve PKK/PYD istemeyecektir. Benzer bir durum İdlib’den Türkiye sınırına doğru yaşanan yoğun göçle ilgili de geçerli olabilir. Yani İdlib’den Türkiye’ye yönelik bir göçün devam etmesi, Türkiye’nin zor durumda kalması, Türkiye’nin İdlib ile meşgul olurken Fırat’ın doğusundaki ilgisinin dağılması gibi düşünceler, ABD ve PKK/PYD terör örgütünün istediği bir durum olabilir.
Cumhurbaşkanı Rusya’ya seslenirken “İdlib’de bu bombalamaları vesaire durdurdunuz durdurdunuz, durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor” dedi. TSK askeri müdahalede bulunur mu?
Müsaadenizle kısa bir hatırlatma yapalım. Suriye’de daha az insan kaybı ile çözüme ulaşabilmek için ilk olarak Mayıs 2017’de; Türkiye, İran ve Rusya Astana’da bir araya gelmiş, Humus kuzeyi, Doğu Guta, Dera ve Kuneytra ile İdlib vilayetlerini kapsayacak şekilde dört ayrı alanda “çatışmasızlık” bölgesi ilan etmişlerdi. Ancak ilan edilen çatışmasızlık bölgeleri maalesef ki çatışma bölgelerine dönüştü. Suriye Rejimi Rusya ve İran’ın desteğiyle; Humus kuzeyi, Doğu Guta ve Dera-Kuneytra bölgelerini, çatışmasızlık mutabakatını bozarak ele geçirdi. 2015 yılından bugüne muhaliflerin kontrolünde bulunan İdlib merkezi için ilave anlaşmalar da yapıldı. 17 Eylül 2018’de Türkiye ve Rusya arasında Soçi Mutabakatı imzalanarak İdlib’de gerginliği azaltma bölgesi ilan edildi. Ancak bu mutabakat da çatışmaları sona erdiremedi. Yalnızca Nisan 2019’dan bugüne kadar İdlib’e düzenlenen hava ve kara operasyonları neticesinde en az 1.300 sivil hayatını kaybetti. Yani binlerce insan çatışmaların sona erdirilmesi için yapılan anlaşmalara rağmen hayatını kaybetti, binlercesi de yaralandı. Bu süreçte Rusya, başta İdlib olmak üzere Suriye meselesini Türkiye ile ilişkilerinde bir kaldıraç olarak kullanmaya çalıştı. Rusya açısından özellikle İdlib meselesi, büyük resmin küçük bir parçası olarak görüldü. Bu nedenle Rusya Türkiye ile ilişkilerini bu çerçevede ele alarak bir yandan İdlib konusunda Türkiye’nin isteklerini yerine getiren yegâne ülke olarak görünürken diğer yandan kendi stratejik amaçlarına ulaşmak için de bildiğini okumaya devam etti. Yani geçmiş sürece bakıldığında Rusya çok uzun süredir Astana ve Soçi’ye zaten sadık değildi, yapılan tüm anlaşmalar mutabakatlar bu nedenle işlemedi. Sayın Cumhurbaşkanının açıklamasına gelince; askeri bir müdahale olarak okumadım.
Peki nasıl okudunuz?
Daha ziyade bölgede ilerleyişin ve çatışmaların durdurulması yönünde yapılan açıklamaların bir derece daha sertleştirilmiş ifadesi olarak düşünüyorum. Bence asıl amaç daha sert bir diplomatik baskı dili kullanarak Rejimin sivilleri öldürmesini engellemek, uluslararası toplumun dikkatini İdlib’e çekmek idi. Bana göre ne Rusya, ne de Türkiye İdlib meselesi nedeniyle askeri alanda karşı karşıya gelerek ilişkileri bozmak ve daha büyük bir gerginliğe sebep olmak isteyecektir. İdlib bölgesinde; İran’lı milisler, Rusya ve Suriye, Türkiye’nin gözlem noktalarına yönelik bir askeri eylemde bulunmadıkça TSK’nin askeri bir müdahalede bulunacağını tahmin etmiyorum. Ancak askeri kuvvet takviyesi ile özellikle M4 kuzeyinde yeni bir hat oluşturularak rejimin bu hattın kuzeyine yönelmesini önlemek üzere bir hareket tarzı da geliştirilebilir. Bunu da zaman içerisinde göreceğiz.
Rejimin ele geçirdiği Maarrat El Numan’ın önemini anlatır mısınız?
Suriye iç savaşının ilk yılı olan 2011’de Şam yönetimine karşı ayaklanmanın ilk başladığı yerlerden biri. Müteakip yıl muhalifler bu ilçeyi ele geçirmişlerdi. Dolayısıyla yaklaşık sekiz yıldır Suriye Rejiminin kontrolü dışında olması bu ilçenin hem siyasi hem de sembolik ya da psikolojik önemini ortaya koyuyor. Coğrafi açıdan önemi ise İdlib vilayetinde İdlib şehir merkezinden sonra ikinci büyük yerleşim yeri ve M5 karayolunun kritik bir kesimine sahip olması. Halep’ten gelerek M4 ve M5 karayolların kesiştiği Sarakip ilçesi üzerinden Maarrat El Numan’a ulaşan M5 karayolu, buradan Han Şeyhun ilçesi üzerinden Hama’ya, ardından ise Humus ve başkent Şam’a ulaşıyor. Diğer önemiyse Suriye Rejimi’nin güneyden İdlib’e ilerleyiş hattı üzerinde kritik öneme sahip olması. Rejim muhtemelen buranın ardından kuzeyde Sarakip’i ele geçirmeye yönelecek ve İdlib’e ulaşmaya çalışacak.
Bu arada çatışma alanının da Batı Halep ve Güney İdlib’e kaydığını görüyoruz..
2015’te Rusya’nın müdahalesinin ardından Suriye ordusu biraz toparlanmış gözükse de hem insan gücü hem de silah, malzeme ve teçhizat açısından oldukça zayıf bir güçten bahsediyoruz. Suriye ordusu parçalı bir taktikle ilerleme kaydetme yöntemini seçti. Yani geniş cepheler açmak yerine dar alanlarda ilerlemek ve ilerlediği yerleri tahkim ederek müteakip hedefine yönelme taktiği. Geçen yıl Suriye Rejim güçlerinin İdlib’e yönelik olarak çok sayıda cepheden aynı anda ilerlemeye çalıştığını, hem personel hem de silah, malzeme açısından ağır kayıplar verdiğini söyleyebiliriz. Resmi rakamlar mevcut olmadığından, açık kaynaklara dayanarak Suriye ordusunun bu dönemde milislerle birlikte yaklaşık 1.500 kişilik silahlı gücünü kaybettiğini söylemek mümkün. Bu nedenle Rejim, Rus askeri aklının da yardımıyla, iki cepheye odaklanarak, Halep batısı ve İdlib güneyine yığınak yaptı, bu iki bölgeden karadan ilerlemeyi tercih etti. Böylece hem elindeki kıt kaynakları bir noktaya yönlendirmiş, zaman zaman el değiştirmeler söz konusu olsa da önemli sayılabilecek sayıda yerleşim yerinde kontrolü sağlamış oldu.
Muhaliflerin kritik silahları olan ATS’leri yeniden kullanmaya başladığı konuşuluyor, doğru mu?
Çok sayıda muhalif grup İdlib bölgesinde silahlı güç bulunduruyor. Milli Ordu adı altında birleşen Suriyeli muhalif gruplar İdlib bölgesinin Suriye Rejimine terk edilmemesi ortak paydasında buluşuyorlar. İdlib’de dominant güç diyebileceğimiz HTŞ ise muhalifleri kendisine rakip olarak görüyor, İdlib’de kimin ne kadar söz sahibi olacağı noktasında ayrı düştüklerini söylemek mümkün. Milli Orduya bağlı güçler geçen sene sonunda İdlib’de mevcut güçleri birleştirme yönünde bir adım atmasına rağmen bu adımın kabul görmediğine yönelik doğruluğu teyit edilmeye muhtaç açık kaynak bilgileri var. Ancak Suriye Rejiminin son dönemdeki ilerleyişi karşısında muhalif grupların tanksavar silahlarına ihtiyaç duyulduğundan Halep batısına bu silahlar kaydırılmış gibi görünüyor. Yine resmi kaynaklara dayalı olmamakla birlikte, sosyal medyaya yansıyan çok sayıda haberde muhaliflerin Suriye Rejimine ait tankları ve zırhlı araçları tanksavar silahlarıyla özellikle Batı Halep (Sahafiyin) civarında etkisiz hale getirdiğine yönelik bilgiler var. Örneğin, şayet doğru ise, 31 Ocak günkü muhalif paylaşımlardan Rejime ait 10 adet zırhlının tanksavar silahlarıyla vurulduğuna yönelik görseller mevcut. Dolayısıyla sıklet merkezini Batı Halep ve İdlib güneyinde zırhlı araçlarla oluşturan Suriye Rejimine karşılık zırhlı araçları durdurma kapasitesine sahip tanksavar silahlarının kullanılmasında artış olduğunu söylemek mümkün.
Önümüzdeki dönemde HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) nasıl hareket eder?
Esasen İdlib’de Suriye Rejiminin ilerlemesi, köyleri kasabaları ve ilçe merkezlerini ele geçirmiş olması, bölgede çatışmaların sona ereceğini söylemiyor bize. Müteakip dönemlerde sayıca oldukça kalabalık ve El Kaide kökeninden gelen HTŞ’nin yeni pozisyonlar alacağını, yeni eylem teknikleri kullanacağını öngörmek mümkün. HTŞ’nin İdlib’de alana yayılmış vaziyette yaklaşık 20-25.000 silahlı elemanının bulunduğu biliyoruz. Uzun yıllardır meskûn mahallerde muharebe, hafif ve ağır silah kullanımı, el yapımı patlayıcı yapımı, pusu ve pusuya karşı koyma eğitimleri üzerinde durduğu malum. Ayrıca adam kaçırma ve infaz, bombalı araçla intihar saldırısı, canlı bomba türü intihar saldırısı, silahlı saldırı, roket ve havan saldırısı türünde teknikleri kullandığı da biliniyor. Dolayısıyla her ne kadar Suriye Rejimi belirli bölgeleri ele geçirse de önümüzdeki dönemlerde Rejimin kontrol altına almaya çalıştığı bölgelerde “İngimasi” olarak bilinen intihar saldırıyla eş zamanlı silahlı eylem türlerini artırabileceğini düşünüyorum. Ayrıca Rusya ve İran’a ait askeri üslerin de füze, roket ya da insansız hava araçlarıyla HTŞ tarafından hedef alınabileceğini söylemek de mümkün. Yani önümüzdeki dönemlerde de HTŞ faaliyet göstermeye devam edebilecek gibi gözüküyor.
Türkiye’nin Askeri Gözlem Noktaları bölgede kalmaya devam etmeli mi?
Ekim 2017’den, yani İdlib bölgesine asker konuşlandırmaya başladığımız tarihten bugüne, gözlem noktalarımıza yönelik olarak açık kaynaklara yansıyan 19 saldırı meydana geldi. İdlib bölgesindeki bu saldırılarda çeşitli tarihlerde, bir askerimiz şehit olduğu, dokuz askerimiz yaralandığı, askerlerimizle hareket eden DSİ işçilerinden ikisi şehit oldu ve bir kişinin yaralandı. Suriye Rejim güçlerinin Maarat El Numan’ı kontrol altına almasının ardından bu bölgedeki gözlem noktalarımızın güvenliği yeniden gündeme geliyor. Millî Savunma Bakanlığı 28 Ocak’ta “Astana ve Soçi Mutabakatları kapsamında görev yapan Gözlem ve Kontrol Noktalarımızın güvenliğini tehlikeye atacak her türlü girişime meşru müdafa çerçevesinde en sert şekilde tereddütsüz karşılık verilecek ve mukabele edilecektir” şeklinde açıklama yaptı. 20 Ocak’ta Halep batısında kalan Raşidin bölgesindeki gözlem noktasının etrafından kalan bölgenin de Suriye Rejimi tarafından kontrol altına alındığına yönelik teyide muhtaç açık kaynak bilgileri mevcut. Suriye Rejim güçleri Serakip ilçesine ilerledikçe Tel Tukan’da konuşlu 7, Tel Eys’de konuşlu 6 nolu gözlem noktaları da aynı riskle karşı karşıya kalabilir. Temel risk hem İranlı milisler hem de Suriye Rejim güçlerinin gözlem noktalarımıza yönelik provokatif eylemler yapma ihtimali. Millî Savunma Bakanlığı Ocak ayı başında yaptığı açıklamalarda, gözlem noktalarının takviye edildiği ve geri çekilmesinin söz konusu olmadığı yönünde açıklama yapmıştı. Ocak ayı Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu yapılan basın açıklamasında da benzer şekilde İdlib başta olmak üzere Suriye’nin çeşitli bölgelerinde güvenlik güçlerimizi ve sivil halkı hedef almaya devam eden terör saldırılarına karşı gereken ilave tedbirleri alma konusundaki kararlılık vurgulandı. Açıklamalar üzerinden değerlendirme yapmak gerekirse gözlem noktalarının rejimin kontrolü altındaki bölgelerde kalsa dahi pozisyonunu korumaya devam edeceği anlaşılıyor. Ancak özellikle Rusya ve Suriye’nin kontrolü altında kalan bölgelerdeki gözlem noktalarının görev tanımlarını yeniden değerlendirilmesi, yeni bir görev tanımı yapılacaksa Rusya ile mutabık kalınması, gözlem noktalarının işlevini yitirdiği sonucuna varılırsa bu noktaların konuş değişikliğinin yapılması gerekebilir.
Bundan sonra ne olur?
Cevaplanması en zor sorulardan biri. Suriye’de 2011 yılından bu yana çok kısa sürelerde çok hızlı değişimler meydana gelebiliyor. Ancak konuyu İdlib’e indirgeyerek bazı öngörülerde bulunmak mümkün. Rusya destekli Suriye rejim güçlerinin ilerleme istikametlerine bakıldığında Maarat El Numan’dan sonra muhtemelen Serakib bölgesine doğru bir ilerleyişin söz konusu olabileceği anlaşılıyor. Suriye Rejim Güçleri’nin ana hedefinin M4 ve M5 karayollarını kontrol altına almak olduğu kabul edildiğinde Serakib’den sonra Halep batısından ilerleyen kara birliklerinin M5’e paralel olarak güneybatıya yönelebileceği ve güneyden gelen kuvvetlerle birleşebileceğini düşünüyorum. Bu gerçekleşirse Rejim M5 karayolunu kontrol etmiş olacak. Şayet M5 karayolunu kontrol edebilirse Rejimin müteakip hedefi M4 karayolunu kontrol edebilmek maksadıyla Serakip’den kabaca batıya doğru, Hatay istikametinde Cisr El Şuğur’a doğru ilerleyerek M4 karayolunu kontrol etmek şeklinde olabilir. Bu süre zarfında bazı silahlı grupların M4 kuzeyine doğru yer değiştirebileceği ve M4 kuzeyini tahkim edebilecekleri, müteakiben siyasi ortamın şekillenmesine ve muhalif grupların kendi aralarındaki ilişkiye paralel olarak İdlib’de durumun gelişebileceğini söylemek mümkün görülüyor. Kısaca Suriye Rejimi’nin bu aşamada M4 karayoluna kadar ilerleyebileceğini, İdlib şehir merkezine girmeyebileceğini, M4 hattının kuzeyinde kontrolün muhaliflerde kalabileceğini, sınırımıza paralel bir alanda sivillerin de korunmasına yönelik yeni bir güvenli alan tesis edilebileceğini düşünüyorum.
RUSYA’NIN ‘YIK VE YAK’ POLİTİKASI
21. Yüzyıl Enstitüsü için hazırladığınız bir raporda şöyle diyorsunuz: ”Rus Ayaklanmalara Karşı Koyma Doktrini, İdlib’de harfiyen uygulanıyor.” Ayrıntı verir misiniz?
Rusya’nın ayaklanmalara karşı koyma doktrinini kaleme alırken Suriye’de ve özelinde İdlib bölgesinde yaşanan sivil kayıpların neden bu kadar büyük seviyede olduğunu açıklamak istedim. Özetle Rusya ülkede yaşanan çatışmaları “ayaklanma” olarak görüyor. Meseleye ayaklanma olarak baktıkları içinde mücadele yöntemleri de “ayaklanmalara karşı koyma” kapsamında gelişiyor. Her ne kadar Suriye Rejimi sahada mücadeleyi yürütüyor gibi görünse de geçmiş ilişkileri, rejimin askeri eğitim sistemi, elinde bulundurduğu Rus yapımı silah, malzeme ve teçhizat nedeniyle bu mücadelenin fikri mimarının Ruslar olduğu biliniyor. Eski Sovyetler Birliği döneminden itibaren yani 1917’den bu yana 20’den fazla ayaklanmaya sahne olmuş Rusya’nın mücadele konusunda da bir birikimi söz konusu. Rusya’nın bu mücadele yöntemi aşırı şiddet kullanımını içeriyor. Rusya’nın ayaklanmalara karşı koyma geleneği Çeçenistan ve Afganistan’daki uygulamalarına bakarak da anlaşılabiliyor. Rusya’nın bu tür bir mücadelede “yık ve yak” politikasını uyguladığı, bu doktrinin esasının, zırhlı ve mekanize birliklerle hızlı ve derinliklere doğru yapılacak saldırıların geriden uzun menzilli ateş destek silahlarıyla desteklenmesi ve düşmanın çevrelenerek tamamen yok edilmesi prensibine dayandığı da biliniyor. Bu yaklaşımda, ayaklanmalara karşı koyma harekatının temel özelliklerinden biri olarak sayılan “toplumun kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması” hiç düşünülmüyor. Silahlı unsurların ve halkın üzerinde doğrudan baskı kurulmasıyla direnişin sonlandırılmasını hedefliyor Ruslar. Rus doktrininde kullanılan araçların içesinde tarlaların ve evlerin tahrip edilmesi ya da yakılması, halka topluca suçlu olarak davranılması, işkence ve kötü muamele, ayaklanmacı liderlerine suikastlar, direnişi yöneten ailelerden insanların rehin alınması, sınır dışı etme ya da topluca göç ettirme uygulamaları bulunuyor. Yani bu doktrin daha önce sözünü ettiğimiz şekilde sivillerin korunması gibi temel insani hususları göz ardı ediyor. İdlib’de Rus doktrininin harfiyen uygulandığını söylemek mümkün.
Aynı rapora göre; uzun vadede bir İran-ABD kapışmasını öngörüyorsunuz. Sonuçta oradaki tablo nasıl değişir?
İran tamamen kendi çıkarlarını korumak için Suriye’de silahlı güç bulunduruyor, Suriye meselesi ya da iç savaşın sona erdirilmesi gibi bir amacının bulunduğunu söylemek oldukça güç. ABD’de aynı şekilde Suriye’deki kendi çıkarlarını açıkça ifade ediyor. ABD’nin birinci önceliği olarak İran’ın faaliyetlerinin ve kapasitesinin sınırlandırılması ve Suriye petrol kaynaklarının korunması şeklinde ifade ediyor. ABD İran rekabetinin Kasım Süleymani suikastı ve ardından Irak’taki ABD üslerinin göstermelik vurulması ile devam ettiği düşünüldüğünde müteakip kapışma sahasının Suriye olabileceğini anlıyoruz. ABD belki doğrudan Suriye sahasında İran’a müdahale etmeyebilir ancak bölgedeki İran varlığını sınırlandırmak maksadıyla diğer silahlı gruplarla iş birliği yapabilir gibi gözüküyor. Tablonun nasıl değişebileceği ise bu iş birliğinin kapasitesine bağlı. Şayet böyle bir iş birliği yapar ve grupları İran’ın askeri varlığı üzerine yönlendirirse, bu gruplara verebileceği desteğe bağlı olarak tablonun nasıl değişeceği belli olacaktır. Şayet ağır silah ve tanksavar silahları desteği ile büyük miktarda bir mali destekte bulunursa İran askeri varlığında bir değişim söz konusu olabilir. Bir ihtimal üzerine öngörü yani bu.
Şam’da Rusya-İran rekabetinden söz etmek mümkün mü?
Her ne kadar Şam’la ortak faaliyetler yürütüyormuş gibi görünse de bence mümkün. Çünkü ortada bir güç mücadelesi var. Suriye’nin yönetimi ve karar mekanizmalarında Rusya’nın İran’a kıyasla açık ara önde ve etkin olduğu izlenimi mevcut olsa da İran bölgede neticede kendi açısından çıkarlarını gözetmek üzere bulunuyor. Suriye iç savaşı başladığından bu yana İran’ın sadece maddi yardım olarak 15 milyar dolar harcadığı, ülkesinde devam eden ve protestolara neden olan büyük miktardaki yardımlarını devam ettirdiği biliniyor. Lübnan Hizbullah’ı, Fatimiyyun ve Zeynebiyyun Tugayları gibi milis grupları bölgede bulunduran İran’ın Şii yayılmacılığı politikasını sürdürmek, Lübnan’a erişimini kolaylaştırmak amacını sürdürdüğü malum. İran’ın faaliyetlerinin farkında olan Rusya da şimdilik yüksek perdeden sesini çıkarmamakla birlikte zaman zaman Soçi’de olduğu gibi İran’ı göz ardı edebiliyor. Belki bir süre daha İran mevcut pozisyonunu koruyabilir ancak rekabet güç mücadelesine dönmeye başladığı anda Rusya buna müsaade etmez.
SINIR GÜVENLİĞİ RİSKİ
Bugüne dek 750 binden fazla insan göç etti, daha da fazlası bekleniyor. Türkiye açısından riskleri anlatır mısınız?
Yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki göç eden kitle Türkiye sınır hattının Suriye tarafında tutulacak. Sadece Türkiye açısından değil tüm ülkeler için bu miktarda büyük bir insani göç büyük bir risk yaratır. Geçici koruma statüsü altında yaklaşık dört milyon Suriyeliye ev sahipliği yapan Türkiye İdlib’den gelebilecek bir milyondan fazla insanın ağırlığını tek başına yüklenmek istemiyor. Bu nedenle İdlib’in yarattığı göç kitlesinin sınır ötesinde durdurulması gerekiyor. Bu göçün yaratacağı insani yardım yükü sınır ötesinde olsa dahi bir problem sahası yaratıyor. Bu sorunun mutlaka uluslararası toplum tarafından el atılarak müştereken çözülmesi gerekiyor. Bir diğer risk sivil göçle birlikte silahlı grupların Türkiye sınırına yanaşması ya da daha kötüsü Türkiye içlerine girmeye çalışması olabilir. Bu durumda da sınır güvenliği riskiyle de karşılaşılması söz konusu olacak. Suriye sınırını kontrol edebilmek maksadıyla daha fazla güç bulundurmamızı ve daha fazla kaynak ayırmamız gereken bir sürece işaret ediyor göç hareketi.
M4 ve M5 DAHA BÜYÜK ÖNEM KAZANIYOR
“M4 Suriye’nin Irak sınırında Yarubiye sınır kapısından başlayarak hemen hemen Türkiye sınırına paralel şekilde doğu batı istikametinde devam eden, Tel Tamir, Ayn İsa, Münbiç üzerinden Halep’e oradan da Lazkiye’ye kadar uzanan karayolu. M5 karayolu ise M4’ün Halep’ten devamında güneye eğilip İdlib vilayeti içerisinden geçerek Sarakip, Maarat El Numan üzerinden Hama, Humus ve Şam’a, daha güneyde ise Ürdün sınırındaki Dera’ya kadar devam eden oldukça önemli bir yol. Özetle her iki yol da Suriye için iki ana atar damar olarak kabul edilebilir. Her iki karayolu da kendisini elinde bulunduran güce lojistik ve ekonomik açıdan ilave imkanlar sağlamaktadır. Suriye Rejimi açısından bu iki karayolunu kontrol altına almanın temel hedefi Şam’ı beslemek. Ayrıca Rejim her iki yolu kontrol altında bulundurarak muhaliflerin bu bölgelere yönelik ana ikmal hatlarını kesmeye de çalışıyor. Rusya açısından baktığınız da ise Lazkiye ve civarında bulunan askeri üslerine ulaşımı sağlaması açısından M4 ve M5 karayolları önemli görülmektedir.”
GÖZLERİ KAPALI SEYREDİYORLAR
“Maalesef ki, çatışma ortamının karmaşıklığı, sivillere yönelik düzenlenen saldırıların inkâr edilebilmesi gibi nedenlerle siviller hedef alınmaya, masum insanlar katledilmeye devam ediliyor. Örneğin, geçen hafta Rus savaş uçakları, Serce köyündeki İman Hastanesi’ni vurdu. Rejim güçleri varil bombaları kullanarak yine sivilleri hedef almaya devam etti. Varil bombası olarak tarif edilen bomba türü; bir varilin içerisine çeşitli yanıcı ve patlayıcı malzemelerle birlikte şarapnel parçalarının konulmasıyla üretilen, maliyeti düşük bomba türleri. Asıl önemli olan bu bombaların helikopterlerden hedef gözetmeksizin bırakılması. Yani havadan bırakıyor ama nereye düşeceğini tam olarak bilmiyor. Bu nedenle varil bombaları genellikle masum sivillerin bulunduğu bölgelerde Rejim tarafından kullanılıyor ve çok sayıda insan hayatını kaybediyor veya yaralanıyor. Açıkçası Suriye’de ve özelinde İdlib’de devam eden çatışmalarda insanlığın öldüğünü söylemek mümkün. Bu noktada yapılabilecek şey uluslararası toplumun buna dur demesi. Ancak her zamanki gibi onlar da gözleri kapalı seyrediyorlar. Zaten BM’den ya da BMGK’dan bu konularda karar almak güç, alınsa da denetlenmesi ve yaptırım uygulanması zor. Suriye meselesinin tamamında etkisiz eleman olarak faaliyet gösteren BM’nin sivillerin korunması gibi hassas bir konuda da yetersiz kaldığını, yalnızca 2019’da 3.400’e yakın sivilin hayatını kaybettiğini görüyoruz.”
NEDEN EROL BAŞARAN BURAL?
Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulu mezunu.. TSK’de 24 yıl süreyle değişik birlik ve karargâhlarda hizmet gördü. Görevlerinden biri de uluslararası terörizmle mücadele amirliğiydi. Bural, şu anda 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde Milli Güvenlik ve Dış Politikalar Merkezi Başkanı olarak Suriye/İdlib ve terör örgütleri özelinde önemli raporlar üzerinde çalışıyor.