Göstermek gibi olmasın...

Fethiye’den e-posta göndermiş bir okurum, “Hep komşunuz Mr. Harold ve eşi Mrs. Thelma’dan bahsediyorsunuz, sizin başka komşunuz yok mu” diye soruyor; haklı. Sanki arka bahçenin sol tarafı İngiltere’nin sanayi ve tersane kenti Liverpool’dan 50 sene evvel göç etmiş İngiliz Mr. Harold ile eşi Mrs. Thelma’ya ait, sağ yanı boş.

Mahmut Şenol - Kanada (Alberta)

Hayır, boş değil, bitişik nizam bir ev daha var. Fakat sağımdaki ev kısmetsiz çıktı, ev sahibi tuhaf kiracılar getiriyor; biz, komşuları da üzüyor. Ben diyeyim 10 yıl, siz deyin 20 yıl, düzgün kiracı gelmedi. En son gelenler kendilerini müzik hocası olarak tanıttılar, sonra selam sabah kesildi, sanki ne olduysa küsüşmüştük. Müzik hocası demelerine inanalım mı, bilemedim. Geldiklerinden beri bir çalgı sesi duymayı bırakın, ıslık bile çalmadılar. 

Ancak evlerine giren çıkanın sayısı da belli değil, Mrs. Thelma her zamanki bilgiçliğiyle durumu açıklıyor, evi yüksek kirayla tutmuşlar, rayicin iki misline yakın. Kanada’da yaygındır, satış sözleşmeli kiralama diyorlar. Kirası aslında 2 bin Dolar’dır, ev sahibi burayı on seneliğine belirli artışları önceden onaylatıp 4 bine aylık kiraya verir, kiracı da mesela on yılın sonunda evi almak yükümlülüğündedir. Almazsa veya erkenden cayarsa, ödediği fazladan kira geri verilmez; iyi pazarlık. Genellikle bu pazarlık kiralayandan yana işler, kiracıların çoğu erkenden pes eder, biraz da kira takıp kaçar gider. Fakat bu yüksek kiraya karşılık evin odalarını, orasını burasını başkalarına günlük-haftalık kiraya verir, onun da kârı bu! 

İşte, diyor Bayan Thelma, o yüzden müzisyenlerle birlikte eve her hafta bir başkası girip çıkıyor. Rahatsızız ama parmağa dolamıyorum, zira beterin beteri var. Zaten salgından bu yana şöyle ağız tadıyla haber olacak bir şey de çıkmadığından, pazar yazılarının konusu Kanada’da evvela Alberta’ya, sonra Edmonton’a, ardından benim evin bulunduğu Parkallen Mahallesi’ndeki 56. Cadde’ye kadar indi. Gerçi caddenin akşam saatlerinde piyasası fena değildir, o vakit öndeki çim kaplı avluya çıkıyor, kaldırıma doğru sandalye atıp gelene geçene selam veriyoruz; burada yapılacak geriye tek güzel şey bu kaldı.

 Mr. Harold’la birlikte portatif sandalyeleri çimlere koyup tahta perdenin sınır çizmediği ön bahçede sohbet ettiğimiz saatlerdi; caddenin ötesinde birtakım bisikletliler belirdi. Burada ailece bisiklete biniliyorsa evin babası öncüdür, deyin ki keşif takım subayı, arkadan evin tıfılları pedal çevirip gelir, en geride anne ardıl olarak arkayı toplar; ördek ailesi gibi. Bu gelenler de bir aileydi, hepsi kasklarını takınmış, akşam gezisindeler. Baba geldi geçti, ardından üç küçük çocuk, en arkada anne: İlk kez görüyorduk! Annenin kolları omuz başlarından kesik, bisiklet gidonu bir yükseltiyle çene hizasına kadar uzanıyor ve kadının iki omuz aralığında yerleşik duruyor; hayatımda ilk kez görüyordum. Bisikletli anne pedal bastığı bisiklete omuzlarıyla yön veriyor. Gelip geçtiler, Mr. Harold’la birbirimize baktık, nutkumuz tutuldu deriz  ya, işte öyle. 

Derken Mrs. Thelma geldi, ona az evvel gördüğümüzü anlatıyorduk. Ben sağ elimle sol omuz başını, sol elle sağı gösterip işte buralardan kolları kesik diye aktarırken  hani biz Türkçede deriz ya başımıza gelmesin diye, “Göstermek gibi olmasın” demek istedim. Gel de bul bakalım şimdi bu cümleyi,  “Do not be like showing this” filan denilebilir ama hiç uygun değil; Thelma anlamadı tabii... Zaten bu sözler bizim kültürümüzde babaanne, haminne sözleridir. Alman filozof Herder’in bir kültür ötekini tam olarak anlayamaz demesine benziyor. Attilâ İlhan’ın da benzer dizeleri var, “Karantinalı Despina” şiirinde söyler: “Olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması!”

‘RAF HIRSIZLARI’...

Büyük felaketler insanları hemen bir araya getirir, herkes daha hoşgörülü, birden affedici, hepimiz hakikati ve hikmeti anlamış filozof gibi oluruz. Biraz öyle kaldık, hatta galiba sustuk. O sırada caddenin ötesinden Maria Hanım belirdi; Sofya’dan göçmedir. Otobüs durağı o tarafta, belli işten dönüyor; yorgun argın... Tek tük Türkçe bilir, selamlaşırken “Komşi mareba” der. Kırk yaşlarında Maria, çocuksuz evli, buradaki bir giyim mağazasında çalışıyor, mağaza sorumlusu. Yaklaşınca anladık ki burnundan soluyor, zaten beklemeden selamsız anlattı: Zincir mağazalardan biri olan kendi işyerinde son günlerde raf hırsızlığı  artış göstermiş, bir şey yapamaz olmuşlar, “Göz göre göre hırsızlık ediyorlar, göz yumuyoruz” diye başladı anlatmaya; belli, asabı bozuk, biz de dinledik:

Bir kadın müşteri, o gün, çantasına silme giysi doldurmuş, kasaların önünden geçerken uyarmışlar. “Henüz dükkândan çıkmadım ki, seçtiğim malları çantama koymuş olmam onları çalmış olduğumu göstermez” demiş, bir de yavuz hırsız çıkmaz mı, “Çağırın yöneticinizi sizden şikâyetçiyim” diye üstelemiş. Yönetici Maria’dır; gelmiş tabii. Şirketin genel merkezinden talimat var, bu Covid günlerinde raf hırsızlıklarına biraz göz yumun, zaten işler kesat gibisinden. Maria kamera kaydı falan derken, çantadakiler boşaltıldıktan sonra raf faresi kadın müşteriye bir  de üstüne üstelik 25 dolar özel çek vermişler; genel müdürlük ikramı. Aman yeter ki başımızdan gitsin misali. Maria, daha başka örnekler anlattı, ağzımız açık dinledik. Çarşafıyla gelen kadının karton kutusunda eşyaları nasıl karnına bağlayıp dükkândan çıktığını, benzerlerini...

Yasalar neredeyse raf hırsızlarından yana görünüyor, dükkân kapısından çıkana kadar itham edemiyorsunuz, görseniz bile elinizden bir şey gelmiyor, kasa-ödeme yerinde ancak polis davetiyle ve kanıt gösterip hırsızı durdurabilirsiniz. Birinci defasında af görüyorlar zaten, ikincisinde 2 bin dolar para cezası var, sonrası hapis. Ancak “Beni suçladılar, şerefimle oynadılar” diye açılan davaları çoğu kez raf hırsızları kazanıyor, o yüzden mağaza yönetimleri uzlaşmadan, ılımlı davranmaktan yana. Maria, “Bugün çantasından 300 dolarlık elbiseler çıkardık, 25 dolara fit olduk!” dedi. Bu meselenin Kanada’da perakende sektörünün ciddi problemi olduğunu daha sonra, biraz araştırınca ben de gördüm. Hepsi ahlak meselesi!

Bulgar “komşi” Maria’nın anlattığı, hani şu bildik mesele benziyor; hırsızın arsız çıktığı ne garip bir dünya diye tebessüm edip hatırladım: “Baba hırsız yakaladım, yukarı getir oğlum, gelmiyor baba, bırak gitsin, iyi ama gitmiyor ki baba...”

senolasenola@gmail.com