Gloria, sen hep güzelsin!

Alışılmıştan az buçuk farklı bir biyografik-aşk hikâyesi: ‘Yıldızlar Asla Ölmez’... ‘Yıldızlar Asla Ölmez’, 57 yaşındayken ölen, bahtsız yıldız Gloria Grahame’ın (1924-1981) son 2 yılını hikâye eden, epeyce hazin, dokunaklı ve nostaljik bir film.

Sungu Çapan

1950’lerde Altın Çağ’ını yaşayan Hollywood’da, Kara Film türüne itibar kazandıran, Nicholas Ray, Fritz Lang, Edward Dmytryk, Elia Kazan gibi dönemin usta yönetmenlerinin “A Lonely Place-Tehlike İşareti”, “The Big Heat-Ölüm Korkusu”, “Human Desire-Şeytan Ruhlu Kadın”, “Crossfire”, “Man on a Tightrope” gibi filmlerinde çalışıp üstlendiği ve özdeşleştiği ‘soğuk sarışın-femme fatale’ tiplemeleriyle öne çıkarak ünlenmiş, hatta 1953’de Minnelli’nin “The Bad and the Beautiful-Çıplak Ruhlar”ındaki kısacık rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ı bile kazanmıştı Gloria Grahame.

Ama 1944’den 1960’lara dek sürdürdüğü parlak kariyeri magazin basınına epeyce malzeme olmuş çalkantılı özel hayatıyla fırtınalı evlilikleri yüzünden yarıda kalınca California’daki ailesinden uzaklaşıp kapağı atalarının geldiği İngiltere’ye atarak oyunculuğunu tiyatro sahnesinde devam ettirmeye çalışmış, tedavisinden hep kaçındığı meme kanserinden 57 yaşındayken ölen, bahtsız yıldız Gloria Grahame’ın (1924-1981) son 2 yılını hikaye eden, epeyce hazin, dokunaklı ve nostaljik bir ‘Bio-pic’ denemesi “Film Stars Don’t Die in Liverpool - Yıldızlar Asla Ölmez”.

1950’lerin ikinci yarısına denk gelen sinemaseverliğimin ilk yıllarında seyrettiğim Fritz Lang’ın “The Big Heat- Ölüm Korkusu”ndaki o ‘yüzü yaralı meşum kadın’ rolüyle çocuk belleğime nakşolmuş Gloria Grahame’ın, dans dersi almak için 1978’de Londra’da tanıştığı, nerdeyse oğlu yaşındaki tiyatro oyuncusu, genç kapı komşusu Peter Turner’la (yıllar önceki “Billy Elliot’un küçük dansçısı ama artık büyümüş olan, BAFTA ödüllü Jamie Bell yine çok sempatik) yaşadığı ‘ikinci bahar’ aşkına odaklanan “Yıldızlar Asla Ölmez”i, P.Turner’ın 1986’da yayımladığı otobiyografik kitabından Matt Greenhalg’ın uyarladığı senaryodan çekmiş İskoç yönetmen Paul McGuigan.

Özenli klasik anlatım

Artık düşmüş yıldızla çok çocuklu bir emekçi ailesinin aktör olmaya hedeflenmiş oğlu arasındaki tutkulu aşkı sevecenlikle ele alan yönetmenin iç mekan ağırlıklı, biraz teatral kaçmış ama akıcılığını yitirmemiş, özenli, klasik anlatımı üzerinden, iki kanaldan, gelgitlerle gelişen filmde, 1978-79’daki, sevgililerin birlikte Ridley Scott bilimkurgu başyapıtı “Alien”i kahkahalarla seyrettikleri o mutlu, cicim ayları dönemini, Peter’ın Gloria’nın nerdeyse onunla yaşıt olan oğlu Tim’i Amerika’dan çağırdığı, hastalığın ilerlediği, dramatik son günler bölümü izliyor.

Gloria’nın hüzünlü hikâyesi...

Peter’ın Gloria’nın filmlerine hayran annesiyle babasının (Julie Walters, Stephen Graham) Liverpool’daki mütevazi evlerinde (öteki oğulları Joe’nun muhalefetine rağmen) konuk ediyorlar günlerce haftalarca. Bir türlü doktora-hastaneye gitmek istemeyen -eski yıldız ölümcül kanser gerçeğiyle yüzleşmeyi sürekli reddediyor son ana dek iyileşeceğini uman ve ‘sonsuza dek güzel kalmayı isteyen’ kırılgan Gloria’nın hüzünlü hikayesi, duygusal sahnelerin ağır bastığı, beylik bir melodram finaline doğru yol alarak burukça bir havada sona eriyor 105 dakikanın ardından. Peter-Gloria çiftinin Amerika gezisinde New York’un ardından Los Angeles’da ziyaret ettiği, Gloria’nın İngiliz kökenli annesi rolünde yılların oyuncusu Vanessa Redgrave’in de şöyle bir kısacık göründüğü, doğrusu İngilizlere özgü bir ciddiyet ve özenle çekilmiş, oyunculukta pek dikiş tutturamayıp cinsel hayatında da heteroseksüellikten sonra biseksüelliğe de bulaşmış Peter Turner’ın anılarından (yazıldığından uzun yıllar sonra) sinemaya beceriyle uyarlanmış, otobiyografiyle harmanlanmış, samimi bir aşk hikayesini sunan, nispeten farklı bir biyografik film.

Kısacası bu hafta Marvel evreninin tüm kahramanlarını bir araya getiren, olası bir gişe canavarı olmaya şimdiden aday, çok gösterişli fantastik-aksiyon süper yapımı “Avengers: Sonsuzluk Savaşı”nı seyretmektense, en son efsaneyi oldukça ilginç bir şekilde yorumladığı “Victor Frankenstein”la (2015) ağırladığımız İskoç yönetmen Paul McGuigan’ın elinden çıkma bu dokunaklı “Yıldızlar Asla Ölmez”ini görmeyi yeğlerim ben diyerek bağlayayım yazımı.