Glenn Meade: ‘Unutturmamak istiyorum!’

İrlandalı yazar Glenn Meade ile terörün, fanatizmin ve ihanetin kol gezdiği bir dünyada, sırlar ve cinayetlerle çevreleyerek kurguladığı ‘Brandenburg’ başta olmak üzere yapıtları ve yazarlığı üzerine konuştuk.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

- Yazdığınız dönemlerin genellikle bir takip kurgusunda savaş, korku ve gerilim iklimlerinin hüküm sürdüğü dönemler olmasını sadece polisiye yazarlığıyla açıklayamayız sanırım.

İktidar uğruna özellikle diktatörlerin toplumlar üzerinde tarih boyunca ustaca manipüle edebildiği -hâlâ da ettiği- dinler ve kültürler arası farklılıklar sonucu çıkardığı savaşlar romanlarımın temel konusu. Bir misyon gibi görüyorum bunu. Tarihi arka plan araştırmalarına çok vakit ayırırım ve okura doğru şekilde sunmaya çalışırım. Havada süzülen bir halı gibi çeşitli açılardan ve mesafelerden görmeye, manzaraya hâkim olmaya çalışarak yazıyorum. Yaşanan acıları unutturmamak istiyorum. Kafalardaki kimi sorulara yanıt getirebilmeyi; sorgulatabilmeyi, daha derin düşündürebilmeyi amaçlıyorum.

- Bu bağlamda ‘Brandenburg’ okura nasıl sesleniyor?

Farkında ve tedbirli olun. Hazır olun, bunlar oldu ve yine olabilir diyor. Amerika’da Trump’ı da gördükten sonra şunu bir kez daha anlıyoruz ki; demokrasi gibi değerler her yerde çok kolay ayaklar altına alınabilir. Halklar manipüle edilebilir, diktatörlükler dirilebilir ve işler hızla karanlık dönemlere dönebilir. Çok rahatlamamalı, uyuşmamalıyız.

‘DRAMA ÇELİŞKİLERDE YATIYOR!’

- Önce pilottunuz sonra bir dönem oyun yazarlığı yaptınız. Nasıl deneyimler olarak anıyorsunuz?

Yazı ile hep ilgiliydim. Üniversiteden itibaren gazetelerde bu nedenle yazdım. Yine severek yaptığım pilotluk dönemimde de yazdım. Yazar bir arkadaşımın önerisiyle bir drama grubuna katıldım. Bugüne kadar sekiz oyun yazdım, bazılarını yönettim. Yaşamımın en yaratıcı, eğitici ve keyifli dönemiydi. Dario Fo’nun “Accidental Death of an Anarchist”tinde (Bir Anarşistin Kazara Ölümü) oyunculuk da yaptım. Bir kadın hemşireyi canlandırdım. Aman tanrım berbattım! (gülerek) Tüm bu yapıcı deneyimler bana kurguyu ve imgeselliği başarıyla kurabilme pratiği sağladı.

- Nasıl kurguluyorsunuz? Karakter yapılarında kesin demeyelim ama kesif çizgiler dikkat çekiyor.

İki tutku, iki arzu arasında olmalarını, aşk ile görev arasında kalmalarını tercih ediyorum. Arzu etmek belki iyi fakat şeytana uymak kötü! Aşk, hikâyeyi insan doğasıyla dramatize ederken; görev, gerçekliği öne çıkararak çelişkiyi, ikilemi güçlendiriyor. Kahramanlarımın hiçbiri süper insan değil! Çok yönlü ve çelişkili olmalılar; bir şeye takıntılı, saplantılı olmalılar ve seçim yapmalılar. Bu hikâyeyi harekete geçirir, yakıt görevi görür. Tüm drama oradadır. Bu konuda Shakespeare okumalarımın çok faydasını gördüm. İnsan doğasına dair davranış biçimleri ve karakter yapılarının adeta kataloğunu sunar Shakespeare. İnsan doğasını anlamaya, karakter yapılarını çözümlemeye çalışmak yazarlığın hem zorlu hem keyifli yanı, hediyesi.

‘OKUR, KAHRAMAN ÇABALASIN İSTER’

- Bunca araştırmanın ve yaşam deneyiminin ardından size göre erdemleri veya zaaflarıyla o insan doğasının yapıtlarınızı da besleyen değişmezlerinin başında neler geliyor?

Aşk, hırs ve kötücüllük! ‘Brandenburg’da tüm o zaafları görürüz. Öğrendiğim şeylerden biri; kişinin kaderini seçimleri kadar karakterinin de etkilediği. Büyükannem şöyle derdi: “Davranışın, tavrın senin düşmanın da olabilir, dostun da”. Bu, kahramanlarım için de geçerli.

- Kahramanlarınız kendilerini pek de değiştirmiyor.

Hayır. Bazıları deniyor. Hep arada kalıyorlar. Öyle kayıp vakalar değiller ama.. Kitabın kavisleri içinde önemli olan kahramanın bunu en azından denemesi. Bir söz vardır; “Tanrı çabalayanı sever”. Okur da böyledir; kahramanla birlikte hareket eder, onun çabasını destekler. Edebiyat insanı, hayatı anlattığına göre o çaba yoksa hayat da yok!

- 4 yaşındayken büyükannenizin evinde hapishaneden kaçmış bir adamla karşılaştığınızı okumuştum. Ne macera!

Matrak bir anıdır. Hapishaneden kaçmış değilmiş aslında. Christmas nedeniyle hapishaneden izinli çıkmış. Dört günün sonunda geri dönmesi gerekiyormuş ama dönmemiş! Büyükannemin evindeki partiye sızmış. Masanın altına saklanmıştı. Bir ayak gördüm ve baktım ki orada. Masanın altına girdim, çığlık atacağımdan korkmuş olmalı. Suçluydu evet ama gayet kibar bir insandı. Bana amcamı hatırlatmıştı, amcam da biraz suçlu tipli bir adamdı, aşinaydım yani (gülerek). Elimde çizgi roman vardı. Konusu ne diye sormuştu. Sonra da bir hikâye anlatırsan bir şilin veririm demişti. Sonraları bu konuda şaka yapardım; o gün benim kitaplarda para olduğunu fark ettiğim gündür diye. O adama ne oldu hiç bilmiyorum.

SAVAŞ, TERÖR, DİN VE İNSAN..

- Belli başlı diğer romanlarınızı kısaca yorumlamanızı rica etsek neler söylersiniz?

‘Huzursuz Hayaletler’, Irak Savaşının görünen yüzü kadar karanlık arka planda dönen oyunlarıyla kişileştirerek incelenmesidir. Gazetecilik yönümün en devreye girdiği romanım diyebilirim. ‘İkinci Mesih’i yazarken Roma’ya gittim, Vatikan’da görevli rahiplerle ve din tarihçileriyle konuştum. Romanda başlangıca dönmek ve dinin özündeki yalınlığı, mütevazılığı anımsatmak istedim. ‘Sakkara’nın Kumları’nı yazarken ise İkinci Dünya Savaşı döneminde muhafızlık yapmış, olayları ilk elden bilen iki kişiyle söyleşiler yaptım. ‘Son Tanık’ta, parçalanan Yugoslavya’da yaşanan soykırımın etkileri üzerinden ilerledim.

‘Sekizinci Gün’ü 11 Eylül saldırılarından önce yazmıştım. Öngörülü, sonrasında yaşanacak acı gerçeğe çok yakın bir roman olması kimilerini tedirgin etti, ABD’de yayımlanması reddedilmişti. ‘Kar Kurdu’, Soğuk Savaş döneminde geçer. Eisenhower’ın, Stalin’e suikast düzenletmek isteyecek kadar gözünü karartmasından hareketle, paranoyanın sınırlarını zorlayarak korku atmosferinin boyutlarını vurgulamak istedim.

‘Doktor Jivago’ en etkilendiğim filmdir. ‘Romanov Komplosu’nu yazarken hep o filmi düşündüm. Rusya’da Çar ve ailesinin yok edilmesinin ardından savaş döneminin o günkü ve sonrasındaki normlarıyla koşut gelişen romanımda; çaprazlama ilişkiler içindeki kahramanlarımı yine şiddetli ikilemlerle hesaplaştırdım.

Brandenburg / Glenn Meade / Çeviren: Ali Cevat Akkoyunlu / Kırmızı Kedi Yayınevi / 596 s.