Gitmek mi kalmak mı?

Berlin Deutsches Theater’de sahnelenen “Jurassic Park” oyununda daha iyi bir dünya yaratma çabası ortaya konuluyor.

Zehra İpşiroğlu

Gitmek mi kalmak mı? Gitmek kolay mı, köklerimi, ailemi, arkadaşlarımı bırakmak? Ya kalmak?”
Baskılı toplumlarda kim bilir kaç kere gündeme gelmiştir bu soru. Birçoğumuz yaşadığımız toplumda öylesine baskılarla karşılaşırız ki artık dayanamadığımız için çekip gideriz, kimimiz yeni bir başlangıç umuduyla gideriz, kimimiz çocuklarımıza daha iyi bir gelecek kurmak için, kimimiz ise artık başka bir seçimimiz olmadığı için... Ya kalanlar? Onlar da kimbilir belki kendi toplumlarında hâlâ yararlı olacaklarına inanıyorlardır, belki riske girmekten korkuyorlardır, belki de sevdiklerinden, yaşadıkları ortamdan kopmak güç geliyordur onlara. Gitmek ve kalmak arasındaki seçim yeni bir başlangıça işaret eder. Gitsek de kalsak da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Bambaşka bir ortam

Berlin Deutsches Theater’de sahnelenen “Jurassic Park”ta ufacık yaşlı bir kadın görüyoruz sahnede. Baskılar dayanılmaz da olsa, daralma duygusu günden güne artsa da kalmayı seçen ama 1989’da duvarlar yıkıldığında kendini batıda bulan Doğu Alman kökenli tiyatrocu Jutta Wachowiak, kendi yaşamını anlatıyor. Simgelerle, metaforlarla, metinlerarası etkileşimle örülmüş bir oyun “Jurassic Park”. Jutta’nın temizlikçi olarak çalıştığı bu parkta Spielberg’in filmine gönderme yapılarak dinozorlar üretiliyor. Daha iyi bir dünya yaratmak için kurulmuş bu park. Kimsenin kimseyi ezmediği masalımsı bir dünyanın göstergesi. Ama zaman içinde hayaller ve umutlar tükeniyor, baskılar artıyor, parkın kapıları elektronik kilitlerle kapatılıyor. Dinozorlar zorla parkta tutuluyorlar. Daralma duygusu... Doğu Almanya’ya gönderme yapan Jurassic Parkı sahneleri Jutta’nın çocukluğunu, gençliğini anlatan yer yer karabasınımsı sahnelerle iç içe gelişiyor. Savaş sırasında ailesiyle Polonya’dan kaçışı, Berlin’e yerleşmeleri, oyunculuk kariyeri, zorluklar, mücadele ve sonunda başarı...

Wachowiak çok sade bir biçimde yaşamındaki inişleri çıkışları canlandırdığı gibi, oynadığı roller aracılığıyla da Jeanne D’Arc, Maria Stuart’dan alıntılarla kendini ifade etmeye çalışıyor. Ve bir gün duvarlar yıkıldığında, dinozorlar hapsedildikleri parktan dışarı fırladıklarında, kısaca Doğu Almanya’nın yerinde yeller estiğinde sudan çıkmış balığa dönüyor. Doğu Berlin’de başarının doruğunda olmak, sonra birden kendini bambaşka bir ortamda ve koşullarda bulmak, hiç inanmadığı değerleri kabul etmek zorunda kalmak.

Wachowiak kim?

Düşündürücü bir oyun “Jurassic Park”. Ama izleyiciye yine de pek dokunmuyor. Metaforlar ve imgeler öylesine ağır basıyor ki oyuncunun bunların ardına gizlendiği kuşkusu uyandırıyor. Wachowiak’ın gerçek yüzü tıpkı bir sis bulutu içinde kaybolup gidiyor. Kimdir J. Wachowiak, geçmiş değerleri savunan bir dinozor mu? Jurassic Parkı düzeninin koruyucusu mu? Yaşamına anlam katmaya çalışan bir sanatçı mı? Tiyatro ve film dünyasındaki başarıları ne anlama geliyor yaşam onu hiçe sayıyorsa?

Hayal kırıklıkları

Sahnede hüzün var, acı var, hayal kırıklığı var, öfke var. Ama yaşam sevinci yok, mizah yok. Jutta’nın öyküsü bireyin politik çalkantıların içinde nasıl bir kurbana dönüştüğünü anlatıyor, hayal kırıklığını anlatıyor. İyi de hayal kırıklığını yaratan sadece toplumsal ve politik koşullar mı? Bireyin bunda hiç mi payı yok? Yaşamımızın acaba kaçta kaçını dış koşullar belirliyor, kaçta kaçı bize ait?

Göç çağında yaşıyoruz. Nice insan var köklerinden kopan, koparılan, yeni bir dünyaya, yeni hayallere ve umutlara yelken açan. Bir gün geriye baktıklarında onlar da parçalanan umutları ve acıyı mı anlatacaklar yoksa yeni bir başlangıcı, yeni olanakları, yeni fırsatları mı? Bugünü ve yarınları belirleyen büyük oranda geçmiş değil? Geçmişte yaşadıklarımızın ne kadar hesabını vermişsek, yaptığımız hatalardan ne kadar çok şey öğrenmişsek bugüne ve yarınlara anlam katma şansımız da o kadar artmayacak mı?