Gezilecek değil, yaşanacak sergi

!f İstanbul kapsamında açılan ve geleceği günümüze taşıyan ‘Sanal Gerçeklik ve İnteraktif Hikâyeler’ sergisi benzersiz bir deneyim sunuyor.

Emrah Kolukısa

Aklımda sürekli tekrarlanan soru şu: Tarihi bir ana mı tanıklık ediyorum? Ama önce bulunduğum yeri anlatayım. Burası tek kişilik bir tecrit hücresi. Bildiğiniz dört duvar arasına hapsedilmişim. Köşede bir klozet duruyor, yerde bir rulo tuvalet kâğıdı. Tavanda küçücük bir pencere var, arada ışık giriyor. Yıllardır buradayım, okuduğum kitaplar birikmiş hemen sağdaki küçük masada. Yerde dergiler, duvarlarda karalamalar. Neden mi buradayım? Bir suç işlediğim ya da hükümete muhalefet ettiğim için değil, meraklanmayın. Buradayım çünkü merak ediyorum. !f İstanbul Bağımsız Film Festivali ile eşzamanlı olarak başlayan !f Tomorrow sergisinde “Sanal Gerçeklik” üzerine hazırlanmış son derece ilginç işlerden biri de şu anda anlattığım, beni tecrit hücresine sokan ve The Guardian gazetesi tarafından tasarlanmış “6x9” başlıklı deneyim. Deneyim diyorum, boşuna değil, siz de Bomontiada’daki Alt Sanat Mekânı’na gelince anlayacaksınız ki, bu sergi gezilecek değil, yaşanacak sergi.

Felluce’de çatışma

Dışarıdan bakanlar beni bir koltuğa oturmuş, kafasında Samsung’un sanal gerçeklik aparatı Gear VR ile sağa sola dönerken görüyor ve muhtemelen yaptıklarıma bir anlam veremiyor. Oysa ben şimdi de Felluce’deyim. Savaşın tam göbeğinde. Yanımda kim olduklarını asla bilemeyeceğim Iraklı askerler ve İngilizce konuştukları için Avrupalı ve ABD’li olduklarını tahmin ettiğim gazeteciler var. Felluce’nin IŞİD’in elinden kurtarılmasını izliyorum adım adım.

Bazı görüntüler kanımı donduracak denli çarpıcı: Bir cesetle fotoğraf çektiren askerler, IŞİD’in ellerindeki mahkûmları hapsettiği kafesler... Ben C. Solomon’un imzasını taşıyan “Felluce Kuşatması” adlı iş o kadar etkiliyor ki beni sergiyi gezmeye ara veriyorum, çıkıp bir nefes temiz hava soluyorum. Sonra beni başka bir odaya sokuyorlar ve Gear VR’ın yanı sıra ellerime de kumandalar tutuşturuyorlar. Bu kez ayaktayım ve “Ateş Kuşu: Peri” adlı bir oyunun içindeyim. “Fantasia” filminden esinle hazırlanmış bu interaktif oyunda bir peri çıkıyor karşıma ve Fransızca olarak “Dans et benimle” diyor. “Ben dans edemem ki” diyorum içimden ve peşinden oradan oraya seğirtiyorum. Bir yandan da ekranda beliren büyüleyici görüntülere bakıp hayret ediyorum, çıkan her şeyi yakalamaya, anlamaya çalışıyorum. Bıraksalar bütün gün buradan ayrılmam, ama macera bitiyor bir noktada ve ben istemeye istemeye teslim ediyorum cihazları bir sonraki meraklıya.

Yeni bir dünya

!f Tomorrow sergisi şunu çok net bir şekilde hissettiriyor: Gelecek çoktan gelmiş ve yarın çok heyecan verici. Eğlenceden, habere, eğitimden sanata her şey büyük bir değişimin eşiğinde. Tarihteki önemli kırılma anlarından biri olabilir bu. Artık bakarak, sadece okuyarak ya da izleyerek almayacağız bilgiyi; birinci elden yaşayarak, içinde olarak deneyimleyeceğiz. Bu da her anlamda farkındalığımızı artıracak, algımızın kapılarını bir kez daha açacak (selam olsun Huxley’e) ve dünyaya daha dolaysız bir pencereden bakmamızı sağlayacak; dünya yeni baştan kurulacak. Hayal gücümüzü yeni meydan okumalar bekliyor, bilesiniz. Mesele sadece teknoloji değil, o teknolojiyle neler yapılabileceği. Merak ediyorsanız, hiç vakit kaybetmeden Alt Sanat Mekânı’nın yolunu tutun derim, küratörlüğünü Deniz Tortum’un üstlendiği “Sanal Gerçeklik ve İnteraktif Hikâyeler” sergisi 26 Şubat’ta sona erecek zira.

Philip K. Dick’in ‘Empati Kutusu’

Bilimkurgu edebiyatının en önemli isimlerinden Philip K. Dick sergide karşımıza çıkınca çok da şaşırmadım elbette. “I, Philip - Ben, Philip” başlıklı iş (Pierre Zabdrowicz) 2005’te robotik mühendis David Hanson’ın yarattığı ve Philip K. Dick’in suretini kullanan Phil adındaki androidin dünyasına davet ediyor bizi. O androidin gözlerinden dünyaya bakarken bir yandan da aslında sanal gerçeklik hadisesinde Philip K. Dick’in ne denli önemli bir payının olduğunu düşünüyorum. Meraklıları hemen hatırlayacaktır, “Blade Runner” filmine de kaynaklık eden “Do Androids Dream of Electric Sheep” adlı novellasında bir “empati kutusu” vardır ve bu araç bugünün sanal gerçeklik aygıtının bir prototipi gibidir. Yazarın paranoyayla destekli müthiş hayal gücünün bir ürünü olan “empati kutusu” çok yakında hepimizin elinin altında duran bir aygıta dönüşecek ve belki de o zaman Philip K. Dick’in kitaplarında ima edilen şu uyarıyı hatırlayacağız: Etrafınızdaki teknoloji gitgide gerçeğe dönüştükçe kendinizi kaybetmeniz de çok daha kolay olacak. Şimdi ve burada olmayı mı tercih edeceksiniz, yoksa potansiyel olarak gerçekten daha iyi olabilecek fantazi dünyanızın içinde mi?