Gezi’deki komün yaşamı gibi ...

2002 yılına kadar özgür bir ülkede yaşıyorduk da her şey AKP iktidarıyla birden mi değişti? Hayır, mevzu daha derin...

Barış Atay

2002 yılına kadar özgür bir ülkede yaşıyorduk da her şey AKP iktidarıyla birden mi değişti? Hayır, mevzu daha derin... Biz, görece “seküler bir ülkede” yaşamayı rahatlık olarak nitelendiriyorduk. En büyük yanılsamamız da buydu. Öte yandan, ülke zaten özellikle 1950 yılından itibaren, bugüne benzer sinyaller verdi. Erdoğan tarafından yaratıldığı düşünülen kodların aslında Adnan Menderes döneminden miras olduğunu gözden kaçırıyoruz. Manipülatif haberler, kitle iletişim araçlarını elinde bulundurmak, baskıcı faşist rejim, ekonomik olarak yoksul bir halkın yaratılması ve din istismarı o
günkü koşulların bugüne kopyalanması gibi. Yeri geldiğinde çağdaş değerleri yaftalayıp karalamak, yeri geldiğinde ise onları önplana çıkararak kullanmak da günümüz iktidarının yöntemleri arasında. “Camide içki içtiler, Kabataş’ta başörtülü kadınlara saldırdılar” gibi manipülasyonlara tanık olmak da cabası.

***
“Nasıl bir ülke” sorusunun yanıtını vermek için 90’lı yılların karanlığından da uzaklaşmak şart! Kimileri Güneydoğu, kimileri PKK, kimileri ise Kürt sorunu diyor... Bana göre asıl sorun, medyayı kullanarak farklı bir algının yaratılması. Bizim, oradaki “sorunu” Gezi’yle birlikte görüp özgürlükleri ellerinden alınmış insanlarla empati kurmaya başladığımız kesin. Dillerini ve dinlerini özgür ve masumca yaşayamayan insanlardan söz ediyoruz. Aslında yüzleşmemiz gerekenler çok daha eskiye dayanıyor. 1950’lerin, 80 ve 90’lı yılların boyunu aşıyor. Özlemini kurduğum ülke sadece 2002’den 2014’e kadar olan sürecin düzeltilmesini istediğim bir ülke değil! Ben, yaşadığım ve yaşamadığım bütün dönemlerdeki zafiyetleriyle yüzleşebilecek bir ülkeden söz ediyorum. Dersim’in, Sivas’ın, Maraş’ın, Çorum’un, faili meçhul cinayetlerin hesabının verildiği, daha da önemlisi böyle cinayetlerin yaşanmadığı bir coğrafya istiyorum.

***
Sağımızda iş cinayeti, solumuzda yoksul yaşamlar, doğa talanı ve yalanlar... Ekmek almaya giderken öldürülen çocukların olmadığı bir ülke düşünüyorum. Bizi fikir olarak da yoksullaştırdılar. Bu nedenle, olması gereken, masumane istekleri “ütopya” olarak değerlendiriyoruz. Oysa bunların hiçbiri ütopya değil. Bunun adına dünyanın her yerinde “sosyal devlet” deniyor. Yaşamak istediğim yeri Gezi Direnişi günlerine dönerek anlatmalıyım. Hayalini kurduğum yer; Taksim Gezi Parkı’ndaki o 16 günlük komün
hayatıdır. Güvenliğe ihtiyaç duymadığımız, paranın hayatta en önemsiz şeylerden birine dönüştüğü, insanların paylaşmaktan onur duyduğu. Yemeğini, içecek sigarasını hatta yatacak yerini sunduğu bir ülke... Artık hayallerin gerçek olabileceğine inanmak gerekiyor. Umutla ve cesaretle onların peşinden gitmeliyiz. Bana göre güzel günler uzakta değil.
                                                                                                                               Oyuncu