Geym Of Bizans'ın perde arkası

Gani Müjde’nin sevimli, anti-depresan bir argo ve ‘makul’ bir erotizm etrafında dolanıp duran yeni filmi Geym of Bizans, ‘kafa dağıtmaya’ bire bir türden bir yapım.

EVRİM ALTUĞ

Amerikalı komedi ustası Mel Brooks’un 1981’de çektiği ‘Dünya Tarihi Bölüm 1’ filminde izleyiciye yansıyan eğlence ve özgürlük duygusu, 1999’da çektiği ‘Kahpe Bizans’ın ardından patlamış mısır ve rahatlama kaynağı sinemalara dönüş yapan yazar, yapımcı, senarist ve yönetmen Gani Müjde’nin ‘Geym of Bizans’ filmine de yansıyor. Böyle söylüyoruz, çünkü bunu kendisi sevinerek anlatıyor. Müjde’nin sevimli, anti-depresan bir argo ve ‘makul’ bir erotizm etrafında dolanıp duran yeni filmi, Bulgaristan ve Türkiye’de çekilmiş. Film, karakterlerinin ‘küfretme özgürlüğü’nü izleyicinin o karanlık salonda deşarj olması lehine kullanan, görsel efektlerin öyküdeki dinamizmi ezmediği, arena aslanına varıncaya kadar ‘organik’ ürünlerin kullanıldığı bir esere dönüşmüş. Bizans tablet gazetelerinden plaza insanlarına, ışın kılıçlarından ateşli aşk yuvalarına kadar birçok detay, bu filmde unutulmamış. Hani, tam da gündemin üzerimize geldiği şu dönemde, ‘kafa dağıtmaya’ bire bir türden bir yapım sayabileceğimiz Geym of Bizans’ın bu seferki ‘tehlikeli güzelliği’ ise, 5. Klitorya (Gonca Vuslateri).

Tolgahan Sayışman, Murat Dalkılıç, Gonca Vuslateri, Gürkan Uygun, Ünal Yeter ve Tuvana Türkay gibi ünlü isimlerin paylaştığı ‘Geym of Bizans’ta güzelliğiyle Tuvana Türkay (Ayçörek), tehlikeli cazibesiyle Vuslateri (Klitorya), yakışıklı ve çapkın tavrıyla Adonis (Tolgahan Sayışman) ve tekinsiz cesaretiyle Ünal Yeter (Vurkaçoğlu) dışında, Muhteris bir karakter de (Murat Dalkılıç) rol almış. Gani Müjde ve Gonca Vuslateri’yle filmin çağrışımlarını konuştuk.

 

‘Osmanlı kadar Bizans da bizim’

- Tarih ve komedi filmlerinden ne kadar beslendiniz?

Gani Müjde: Arada aslında, ‘Osmanlı Cumhuriyeti’ de var ve o bir tarihi komedi; yine de dramatik yanları ağır basıyordu. Bu sırada Türk komedi sineması, Recep İvedik ile büyük bir patlama yaptı. Arkasından ‘Düğün Dernek’ ve öteki Ata Demirer’in de... Dolayısıyla bu yeni trendlerin de bu yeni filmimde ve üzerimde etkili olduğunu düşünüyorum. Meselâ Osmanlı Cumhuriyeti’nde güldürüyü biraz ikinci plana almıştım; ama burada komedi unsurunu çok abarttım, çok gaza bastım. Çünkü anladım ki seyirci sinemaya gittiğinde, birlikte eğlenmeyi, gülmeyi çok seviyor. Buna çok hasret... Sıkıntı günleri ve duygularını sinemada bir araya gelerek bir terapi haline getiriyor seyirci.

 

Türün dozu insafsızca arttırılmış

Bu filmlerdeki yüksek gişe başarısı beni bu filmde gaza basmaya itti ve bu türün dozunu insafsızca artırdığımı düşünüyorum. Tabii ki argo sınırlarında dolaştım, ama filmde çocuksu bir cinsellik var. Öpüşme sahnesi bile yok! Bu yönden cinselliğin komedisi üzerinden de göndermelerim var. Beni o arada, Osmanlı Cumhuriyeti’nden bu yana en çok tahrik edip besleyen duygu buydu ve bunu da iyi yapabileceğimi düşündüğüm için de, Bizans Oyunları’nda bunu çok abarttım.

- Bizans ayrıca mozaiktir; bu filmdeki ‘aykırı’ insan mozaiğinin bir anlamı var mı?

GM: Ben Fener’de, aslında Bizans’ın tam ortasında büyüdüm ve çocukluğum oralarda geçti. Dolayısıyla bu mozaiği en çok hissedenlerden biriyim. Zaten, ilk filmim Kahpe Bizans’taki bu eleştiri dozunun farkına çok fazla sinema yazarı varmamıştır; ama ben o filmde, geçmiş Türk sinemasında Bizans kültürüne karşı yapılan hoyratlıklara karşı çıktım.

Dolayısıyla Bizans, aslında çok köklü bir geçmişe, çok iyi bir ticarete, kendi içinde çok sağlam bir bölgesel güce dayanan, köklerimizde hala var olan bir geleneğimiz bizim. Osmanlı ne kadar bizimse, aslında Bizans da, Selçuklu da bizim olmalı. Hititler ve Frigya da. Anadolu’nun tüm medeniyetlerine sahip çıkmalıyız.

Belki o tepkiydi ilk film. Ama burada, Bizans Oyunları cümlesinden yola çıkarak farklı bir hikâye görünmekle birlikte, yine özünde Bizans filmlerindeki o hoyratlıkları yine işliyorum. Ayrıca filmde gen meselesini anlatıyorum ki, o dönemde bunun bilindiğinden ciddi kuşkum var!

 

Mozaik: Tarihin edepsizliği

- Tarihi aşırı yüceltmek tehlikeli mi?

GM: E, biraz onu anlatıyorum zaten... Yani, herkesin tarihi kendine göre çok yüce. Peki burada bir yanlışlık var: Savaşları kim kaybetti? Kimi okursanız savaş kazanmış! Venedik kayıtlarına bakarsanız, neredeyse Preveze’yi onlar kazanmış. Bize bakarsak ayrı. N’oluyor yani? Herkes kendi tarihini yazarken, hep çok abartma yolunu kullanmış. Tarihi bir pencereden süzerken, bunu da düşünüyorum ve abartının, gerçeklerin önüne geçtiğine inanarak, ben de bu abartı haliyle dalgamı geçiyorum yer yer zaten.

GV: Beni anlatıcı ilgilendirir. Tarih, politik bir mesele yahut kişisel bir gerginlik değildir. Tarih hikâyenin kendisidir aslında. Kimse yoktur artık ortada. Sen de masalı dinler, ders çıkarırsın. Şimdilerde bir sündürme var. Tarih de nefes alamıyor bu yaşadıklarından. Tarih anımsandıkça yücelmiyor ben de. Anımsanıyor sadece.

Medeniyetlere, bir canlı formun kendi içinde barındırdığı özelliklere göre türevleşmesi üzerinden bakmak, hem doğalarının kuvvetini hem de çeşitliliğini vurgulamak ve buna değer biçmek demektir. Fakat ne yazık ki medeniyetin hiç olmadığı topraklarda yaşayan vahşi hayatın davranış biçimlerini kendimize ‘ilkellik’ olarak aşılayan bir cehaletin sömürüsü üzerine inşa ediyoruz ‘kültürel miras’ algısını.

Mesele sadece Bizans kültürü ve Anadolu etrafında dönmediği gibi, tüm medeniyetlerin geçmiş hikâyesinde madalyonun bu yönünü görmek mümkün. Yani tarih kitaplarında ancak yazmalı bir tek “aslı gibidir”i. Biz tarihi suretinden biliyoruz.

Konservatuarda birlikte yaşadığım Rum ev arkadaşımla, beraber gidiyoruz arabada; polis durdurdu “ehliyet, ruhsat...”, verdik biz de. İnceledikten sonra arkadaşıma döndü dedi ki, “Sizin isminiz yabancı bir isim, nereden geliyorsunuz siz, pasaportunuzu görebilir miyim?” Arkadaşım da cevap verdi: “Biz sizden daha eskiyiz burada efendim; siz, sonradan yerleştiniz” Güldük tabii... Dolayısıyla mozaik nedir? E, tarihin edepsizliğidir biraz da... Lakin açıksözlülüğü, ‘olduğu gibi’liğidir. Ben aykırı insan görmedim yani. Çeşit çeşit insan gördüm bu filmde. Daha eğlenceli olması için, bu farklılıkların bir araya gelmesi şarttı.

 

Yeni filmim Barbaros üzerine!

- Film kendi içinden başka bir film doğurdu mu?

GM: Aslında bir sonraki filmim hazır gibi, ona başlayacağım: Bir denizci olarak, Barbaros’u yapmak istiyorum. Barbaros, Karayip Korsanları’na karşı türünden, sürrealist bir Barbaros hikâyesi anlatacağım. Ben de denizciyim ve denizci arkadaşlarımla beraber, eğlenceli bir korsan filmi yazacağız. Ben tarihi çok seviyorum. Evet Bizans’ı, Barbaros’u artık göremeyiz. Harem’i göremeyiz, Muhteşem Yüzyıl’ı da... O dönemi size ancak sanatçılar, sinemacılar gösteriyor. Ben de bu nedenle ürünlerimi o yönde yapıyorum. Dolayısıyla, herkesin görebileceği, “Yönetmendim, bunaldım”, “İşsiz kaldım zor durumdayım” veya “Âşık oldum nasıl söyleyeceğim” şeklindeki filmlerden çok, ki o filmleri de yapabilirim o ayrı, sokağa çıktığınızda görmediğiniz bir resim içermeli. Uzay yapılabilir meselâ. Avatar, Mars... bu örnekler var. Niye, çünkü New York’ta sokağa çıktığınızda Mars’a gitme ihtimaliniz olmadığından, sinemacılar sizi alıp, Mars’a götürüyorlar. Hatta bu filmdeki ışın kılıcını da George Lucas benden çalmış. Biz daha önce yapmıştık filmi. Filmlerimde mutlaka başka filmlere göndermeler mevcuttur. ABD’de artık neredeyse dizilerde yapıyorlar...

 

'Senin tarihin benimkini döver'in ötesinde...

- Komedi, en iyi muhalefet aracı dersek, bu filme de yeni bir Türkiye alegorisi olarak bakabilir miyiz?

GM: Aslında insanın kendi içinde damardan yakalanacak bir eleştiri taşımıyor. Bu niyetle yola çıkmadımsa da, örtülü biçimde ülkelerin kendi yaptıklarını abartma halleriyle hafif hafif kafa buluyorum Geym of Bizans’ta. Tüm dünya ülkeleri bunu yapıyor. ‘Şanlı’ bir tarih yaratıyorlar. Aslında tüm ülkelerin tarihi, kendilerince şanlı ve saygıdeğer...

‘Senin tarihin benim tarihimi döver’ anlayışının biraz ötesinde bir film bu. Belki en çok ötesinde vurgu yaptığım nokta bu: Ben, abartılı tarihi övgüye temkinli yaklaşırım. Kendimiz için, bölge için, Rusya için, İran için veya Yunan tarihi için, doğruların bulunması çok zor. Çünkü kavimler ortadan kalkıyor. Orada kimin savaşları kaybettiğini anlıyorsunuz. İstanbul’u kimin aldığı ile ilgili kimsenin kuşkusu yok artık. Çünkü İstanbul bizim olmuş ve dolayısıyla Bizans’ın kaybeden olduğu bir gerçek. O yüzden de, birebir eleştiri yapayım, hem nalına, hem mıhına vurayım anlayışı ile yola çıkmadım. Bir öykü anlattım, o öykü çok komik bir öyküydü.

 

Filmde iktidar meselesi var

- Filmde bir iktidar meselesi var... Bu açık!

GM: İktidar ve iktidarsızlık durumu var burada, evet. Tüm yönetim biçimlerinde olduğu gibi. İktidarsızlık bir iktidar da getirebiliyor.

- Film senaryosu, çekimler esnasında oyuncular üzerinden kendi kendini türetti mi?

GV: Film senaryosu çekime göre değil Gani Hoca’nın iç dünyasına bağlı şekilde çekildi. Bugün Woody Allen senaryosunda her şeyin kusursuz olmasının tek cevabının oyuncularını sette oyun alanlarında serbest bırakması ve senaryo konusundaki çalışma tekniğinin ‘senaryonun oyuncunun sunumuna göre şekillenmesi’ üzerine kurgulanmasıdır. Dolayısıyla teknik olarak bakıldığında sinema tarihinde sık görülen bir teknikti ve evet bu anlamda oyuncular kendi kendilerine karakterlerini yaratmaya başladı. Bu anlamda müdahale olmadı. Gani Hoca bir hikâye yazdıktan sonra, o hikâyenin kendisine anlatılmasını ve kendisinin de hikâyeyi ilk kez duyuyormuşçasına heyecanlamasını hedefleyen bir yönetmen. Zevkli geçti bu anlamda her yaratım.