Gerçekleşen distopya
Salt Türkiye ölçekli bakıldığında bile içinde yaşadığımız gezegene neler yaptığımızı artık daha net görebiliyoruz.
Başak Bıçak“O zamana kadar insanın kendi türdeşlerine bu kadar acımasızca davranabilecek bir türe ait olduğunu asla hayal edemezdim ve bunu kabullenemiyordum… Ekonomik, toplumsal ve siyasi ayaklanmaların gezegeni nasıl değiştirdiği konusunda da çok kötümserdim. Devrilen ağaçlar, mahvolmuş topraklar ve bütün bir ekosistemin yok olması…”
Brezilyalı fotoğraf sanatçısı Sebastiao Salgado, “Toprağımdan Yeryüzüne” isimli kitabında bu satırları yazarken modern insan henüz ne pandemiyle karşılaşmış ne de bu yaz olduğu gibi iklim krizinin sonuçlarıyla böyle korkutucu bir biçimde yüzleşmek zorunda kalmıştı. Düşünün; önce küresel bir salgın, ardından gelen bir müsilaj, üzerine ihmaller yüzünden ekosistemi felce uğratan bir yangınlar silsilesi ve dahası… Bunca sorunun arasında siyasi sebeplerle kontrolsüzce yaşanan göç dalgasına hiç girmiyorum bile… Salt Türkiye ölçekli bakıldığında bile içinde yaşadığımız gezegene neler yaptığımızı artık daha net görebiliyoruz. Her şeye rağmen Salgado bu konuda ümitliydi çünkü sanatıyla, insanlara iklim değişikliği, göçler, siyasi krizler vb. durumlarla yok ettikleri gezegenlerini gösterebileceğini düşünerek kitabında bir bölüme “Gerçekleşen Ütopya” başlığını atmıştı. Sanıyorum artık ben daha karamsarım ve bu sebeple çevre, iklim krizi, türlerin yok oluşu temalarıyla seçtiğim üç filme dair yazıma bu başlığı atıyorum. Çünkü artık ütopya yok, en azından biz bu gidişatı durduramadığımız müddetçe…
The Salt of the Earth (2014)
Bu filmi izlemiş olanlar şaşıracaktır zira The Salt of the Earth daha ziyade biyografik bir belgesel. Ancak çevre, doğa, insan, kültürler, göç gibi kavramların bütünüyle değişimini temel alan bir belgeselden bahsedeceksek şayet, Salgado’nun gezegene dair her meseleye dokunan bu eşsiz biyografisini ilk sıraya almak gerektiğine inanıyorum. Oğlu J. R. Salgado ile usta yönetmen Wim Wenders’ın elinden çıkan, Salgado’nun büyüleyici ışığıyla çektiği siyah beyaz karelerinin bu geçit töreni, sanatçının hayatı boyunca fotoğrafladığı insanları, ülkeleri, kültürleri ve doğayı içeriyor. İşte tam da bu yüzden, tümüyle “insana ve gezegene dair” olduğu, yaşamımızın parçası olan ve en önemlisi yok ettiğimiz veya yok etmek üzere olduğumuz her şeyi içerdiği için bu listede yer almayı hak ediyor. The Salt of The Earth, tıpkı Salgado’nun fotoğraflarına bakıldığında olduğu gibi “insan onurunu tecrübe etmek” ve gezegenimizi “hatırlamakla” ilgili… İzlediyseniz bile, şimdilerde yeniden seyretmenizde fayda var.
Before the Flood (2016)
Before The Flood, oyunculuk kariyerinin yanı sıra aktivizmiyle de öne çıkan Leonardo DiCaprio’nun iklim değişikliğiyle ilgili çalışmalarının etkileyici bir meyvesi… Aktörün, Oscar kazandığı The Revenant’ın çekimleri sırasındaki iklim krizi çalışmalarını daha ziyade buzulların erimesi meselesi üzerinden açıklayan belgesel, insanlığın yıllar boyu bu problemi nasıl görmezden geldiğini de yer yer alaycı bir biçimde ele alıyor. Belgeselin, iklim değişikliğinin korkutucu boyutlarıyla karşılaştığımız şu süreçte size daha da ürkütücü geleceğine şüphe yok…
Racing Extinction (2015)
Dünyayı yok edişimizin ilk sinyallerini, bizimle birlikte bu gezegende yaşayan canlıların yok oluşuyla fark etmeye başladık. Racing Extinction, her yıl doğal olarak yok olan canlı türlerinin kayboluşunu hızlandıran insanlık için “meteor” benzetmesi yapıyor ve sizi, insanın vahşet düzeyi karşısında adeta gözyaşları içerisinde bırakıyor. Bu belgeseli izledikten sonra asıl yok olması gerekenin kim olduğunu daha iyi anlayacaksınız.