Gerçeklerin peşinden...
Başak Geçkinli, henüz 25 yaşında. Şimdiden iki belgeseli var; biri Irak’tan Müslüman olarak dönen Amerikan askerlerini, diğeriyse Koreli kadınların estetik tutkusunu anlatıyor. İnsanları yargılamaktan yana değil, belgesellerinde gerçeği gösteriyor ve “neden” sorusuna yanıt arıyor. Şu an moda fotoğrafçılığı yapan Geçkinli’nin asıl hedefi de savaş muhabiri olmak.
cumhuriyet.com.trBaşak Geçkinli veteriner olma hayalleri kurduğu sırada henüz ortaokulda bile değildi. Tabii o zamanlar bu mesleğin, iyileştirmek adına da olsa hayvanları kesip biçmeyi gerektireceğini hesaba katmamıştı. Oysa kedisine aşı yaptırtırken bile fena oluyordu. Veteriner olamayacağını idrak ettikten sonra fotoğrafa ilgi duymaya başladı. Önce, çok sevdiği hayvanları, biraz daha büyüyünce insanları fotoğrafladı. Ancak o sırada varolanı görüntülemeyi sevmiyordu. Arkadaşlarını eve getiriyor, kurmaca bir mekân hazırlıyor, evdeki ışıkları da kullanarak “güzel” fotoğraflar yaratmaya çabalıyordu. Moda fotoğrafçılığının ilk denemelerini de işte o zamanlarda gerçekleştirdi.
Lise birinci sınıfta fotoğraf ve sinema okumaya karar verdi, o yaz New York Film Academy’de sinema kursuna gitti. Yurtdışında okuma fikri hep ona daha çekici gelmişti. Çünkü okuduğu okuldaki insanlar kendilerine benzemeyenlere karşı dışlayıcı davranıyor, onları yalnızlaştırıyordu. Lisede, “tiki” olmadığı, herkesin ayağındaki “Timberland” botlardan giymediği için “satanist” diye adlandırıldı. Türkiye’de belli kalıplara sığmayan insanların dışlandığına daha çok inanır oldu. Ne yazık ki Amerika’ya gittiğinde de çok farklı bir durumla karşılaşmadı, çünkü gittiği dönem 11 Eylül’ün hemen sonrasına, Amerikalıların yabancılara, özellikle Ortadoğululara ve Müslümanlara öcü gibi baktığı döneme denk düşüyordu...
New York yakınlarındaki Ithaca College’da fotoğraf ve sinema bölümüne başladı. Okuldaki Amerikalı öğrencilerin büyük bir kısmı, başka ülkelerle ilgilenmiyordu. Açık açık “Bizim ülkemiz en iyisi, niye diğer ülkeleri bilelim ki?” diyenler vardı. Geçkinli “Türkiye’denim” dediğinde, “orası Kaliforniya’da mı?” sorusuyla bile karşılaştı. Durumdan rahatsız olmuştu, politika dersleri de almaya başladı. Bunlardan birinde her gün New York Times okumaları şart koşulmuştu, fakat gazete Irak’ta olan biteni öyle yanlış yansıtıyordu ki bir yerden sonra okumaya devam edemedi. Gazetede iki Iraklıyla röportaj yapılıyor, ardından röportaj, “Irak Amerikalıları kurtarıcı olarak görüyor” şeklinde yansıtılıyordu. Hem fotoğrafta hem sinemada kurmacaya yönelik çalışan Geçkinli’nin, dünyada olup bitenlere ve belgesele ilgi duyması da böyle başladı. Oradaki insanlar gerçekleri görmeliydi artık. Ortadoğuluların ağırlıkta olduğu bir çevreye girdi, Arapça öğrenmeye başladı.
Geçkinli ayrımcılıktan hoşlanmıyordu, okulda türbanlı arkadaşları da vardı, gay, lezbiyen olanlar da. Onun için önemli olan ne oldukları değildi, sadece neden öyle olduklarıyla ilgileniyordu. İlk belgesel konusunun ne olacağına Ortadoğulu arkadaşlarıyla Müslümanlık üzerine yaptıkları bir muhabbet sırasında karar verdi. Belgesel, Irak’taki savaşa gidip, Müslüman olup dönen Amerikalılarla ilgili olacaktı. Country minus religion (Ülke eksi din) adlı belgeselde bu askerlerin neden Müslümanlığa kaydıklarını ve neler yaşadıklarını araştırdı. Amerikan ordusu laik bir temel üzerine kuruluydu. “Chaplin” adlı din adamları vardı, her dinin başında ayrı bir chaplin bulunuyordu. Belgesel için daha önce Guantanamo’da görev yapmış bir “chaplin”le görüştü. Bu kişinin Guantanamo’ya dair kayıt dışı anlattıkları çok ürkütücüydü, herkesin bildiği işkencelerin ayrıntılarından bahsetmesinin yanı sıra, orada 12-14 yaş arasında pek çok çocuk tutuklunun da bulunduğunu da söylüyordu. Öğrendikleri Geçkinli’yi çok etkiledi ve belgeseller üzerinde çalışma isteğini pekiştirdi. Her ne kadar Ortadoğu’ya ilgi duysa da ikinci belgeselini apayrı bir coğrafyada, apayrı bir konu üzerine çekti. Bu kez Korelilerin estetik merakıyla ilgiliydi. Aslında tezi için bir belgesel çekmesi gerekiyordu ve Kore’ye vardığı sırada konunun ne olacağına henüz karar vermemişti. Kore’de bir üniversitenin yatakhanesinde kalıyorlardı. Aynı üniversitede okuyan, onlara yardımcı olacak 19 yaşındaki Koreli kız estetikliydi. Ondan Kore’de estetik yaptırma yaşının 15 olduğunu öğrendi. Bu belgesel konusunu belirledi ve hemen işe koyuldu. Çalışmasını ve araştırmasını gerçekleştirirken, Kore’de kadınların ne kadar baskı altında kaldığını gördü; dışarıda sigara bile içemiyorlardı, değerleri güzellikleriyle ölçülüyordu. Erkek arkadaşlarının, kendilerine “domuz gibi, çirkin veya şişman” olduğunu söylemelerinden dolayı dışarı çıkmaktan rahatsız olan kızlarla tanıştı. Üstelik bu kızlar eli, yüzü düzgün, 40 küsur kilolarda, en fazla 36 beden kızlardı! Kore’deki oda arkadaşı da anoreksiyaydı ve şişmanlama korkusuyla ağzına yemek koymuyordu. Belgesel için röportaj yaptığı insanlarla konuştuğunda, oradaki kadınların da bu duruma tepki vermediklerini gördü. Örneğin konuştuğu kızlardan birini, 15-16 yaşındayken okul çıkışında, annesi kolundan çekip “sen çok çirkinsin” diyerek estetik yaptırmaya götürmüştü. Kore’de en çok burna kemik taktırma, gözlerinin altına çukur yaptırma gibi ameliyatlar yapılıyordu. Bir de gözlerini açtırıyorlardı ve bu ameliyatların özünde Avrupalılara benzeme çabası yatıyordu. Erkekler arasında da gözlerini açtıranlar vardı, ama sayıları kadınlara oranla çok düşüktü. Neredeyse sırf kadınlar üzerinden para kazanan bu estetik cerrahi merkezleri de öyle yaygındı ki, bazı caddeler sadece bu “dükkânvari” yerlerden oluşuyordu, üstelik ameliyatlar da çok ucuzdu.
Geçkinli Ortadoğu’ya olan ilgisini hâlâ sürdürüyor. En son Afganistan’daki çocuk askerlerle ilgili bir belgesel yapmak istedi. Bunun için UNICEF’le bağlantıya geçti, olumlu yanıt aldı. Ancak konuyu ailesine açmasıyla birlikte projesi suya düştü. Henüz 25 yaşında olan Geçkinli’ye ailesinden izin çıkmadı! Şimdi moda fotoğrafçılığı yapıyor. Bu işi de seviyor ancak aklı hâlâ tehlikeli işlerde; savaş muhabiri olmak istiyor! Bunun için spikerlik ve diksiyon kursuna gidecek. Muhtemelen Başak Geçkinli adını, ileride sık sık duyacağız...