George Saunders’tan “İkna Ulusu”

Önceki kitabı “Aralığın Onu”nda olduğu gibi “İkna Ulusu”nda da günümüzün sosyal dokusunun eleştirisini yapan George Saunders, insanın geldiği son aşamayı; tüketim toplumunu ve her tür tercihin yönlendirilişini masaya yatırıyor. Yazar böylece, öyküleriyle sistem eleştirisine girişip özgürlük yanılsamasından doğan tehlikeyi anlatıyor.

Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap Eki

George Saunders’tan “İkna Ulusu”

Daha emeklemeden tüketiyoruz

Bugün içinde yaşadığımız küresel ağı eleştirmek, nereden baksanız cami duvarına işemekle eşdeğer. Çünkü hemen herkes, onun nimetlerinden faydalanıp bir anlamda oradan ekmek yiyor. Bu cepte.
Öbür taraftan, bahsedilen eleştiriyi palas pandıras önümüze koyanlar var, meseleyi eğlenceli ama daha sert çözümleyenler de. İkinci yoldan gitmeyi tercih edenlerin yöntemi ise hikâyeleştirme. Zaten günümüzün yükselen fakat çoğunlukla klişelere gömülen değeri, insan ilişkilerinin ve küresel dünyanın yergisi. Bunun için sıkı bir gözlem gerekli ama yetmez çünkü aynı zamanda altyapısı sağlam bir anlatım tekniği de geliştirmek zorunlu. Aksi takdirde yaptığınız her şey fiyaskoyla sonuçlanabilir ya da güçlü küresel akıntıya kapılıp gidebilir.

Türkiyeli okurların, yine Niran Elçi çevirisiyle yayımlanan Aralığın Onu adlı kitabıyla tanıdığı George Saunders, hem iyi bir gözlemci hem de sıkı bir öykücü. Tüm bunlara, küresel rüzgâra karşı yürüyüşünü de eklediğimizde parçalar tamamlanıyor.

KARAR VEREN SİSTEM

Saunders, Aralığın Onu’nda önemli bir yaraya parmak basmış ve zamanımızın kahramanları olan kuvvetli görünen ama travmalar yüzünden gizleyecek epey şeyi olan bireylerin öykülerini anlatmıştı. Üstelik bu sıkıntıların bir kabahat değil, gerçeğimiz olduğunu son derece yalın bir dille vurgulamıştı. Yerelliği anlatırken aslında yeryüzünün bütününe seslenen Saunders’ın derdi, zihnin bir yerlerine ittiklerimizi bulup çıkarmak ve onların üstüne gitmek. Yazarın kısa ve vurucu öyküleri, bu anlamda hepimize (ayrıca hepimizden) bir şeyler anlatıyor.

Yeni kitabı İkna Ulusu, Hal Niedzviecki’nin Ben Özelim ve Dikizleme Günlüğü’nde anlattıklarının öyküleştirilmiş şekli. Bu nedenle iki yazar da el altından birbirine selam gönderiyor gibi.
Saunders’ın temel tezi, büyük bir kuşatmanın içinde olduğumuza dair. “Sistem” denilen yapı karar veriyor, gelecek daha da uzaklaşıyor ve özgürlük koca bir illüzyona dönüşüyor. Arada izin verildiği kadar yaşıyoruz ya da yaşadığımızı sanıyoruz. En basit ifadeyle gösteri toplumunda, göstergeler arasında, tasarımlar içinde ve uygulayıcıların denetiminde oynanan bir oyun bu.

İnsanın tasarımcı kimliği ya da yönü, yirminci yüzyılın başından bu yana tüm yaşamımıza yön verdi. Bugün yeni bir aşamaya geçtik; insan, insanı tasarlıyor. Bunun anlamı, hız çağında o ortama hazır “bireyler” yetiştirmek. Saunders’ın el attığı konulardan biri bu. Mikrodalga fırına atıp iki dakikada masaya koyarak afiyetle yediğimiz “yemekler” gibi tüketmeye teşne insanları büyük bir süratle oluşturuyoruz. Daha emeklemeden her şeyi bilebilecek bebekler mesela…

Saunders’ın gözlemlediği ve işlediği küresel dokunun dikkat çeken yanı, gür çıkan sesleri barındırması. Mantıklı olması gerekmez, bir işe yaraması veya bir şey anlatması “zorunlu değil”, sadece yüksek çıksın, baskı oluştursun yeter. “Düzen” böyle; sistem bu şekilde ayakta kalıyor. Yani anlayın işte, moda.

O sesin bize söylediği çok şey çok net: “Zaman senin, istediğini yap.” Saunders, bu balonu görüyor, elbette onu uçuranları da. Bir tür koordineli kandırma mevcut: “Hayal edin”, “özgürsünüz” ve “içinizden geldiği gibi” diyenlerin gerçekte en büyük tasarımcılar olduğunu ima ediyor yazar.

İyi huylu insanlar yetiştirme projesinin amacı, kendini özgür hisseden ama arzuları kısıtlanan ya da denetim altında tutulan “bireyler” tasarlamak. Bunun kaldıraçlarından biri, Saunders’ın öykülerinde örneklediği gibi cinsiyetçilik. Kusurları belirlenip bunları düzenleme programına alınan daha erkeksi ve daha kadınsı kişiler.

Peki, insan nasıl bu hale geldi? Kırgınlık ve travmalarını öteleyerek olabilir mi? Biri cımbızlayıp ortaya saçana dek o travma ve bunalımlarla ilgili tek laf etmeyerek mi? İkisi de mümkün ve Saunders, böylesi sıkıntılarla birlikte oradan soğan boşlukları ekine köküne ayırmaya çabalıyor İkna Ulusu’ndaki öykülerinde. Konular daha çok ABD merkezli gidiyor belki ama anlattığı insan modeline yeryüzünün tüm noktalarında rastlamak mümkün.

USLU DUR, ÖDÜLÜ KAP!

Saunders, kitabında tek bir anlatım biçimine bağlı kalmamış. Kimi zaman gelip giden mektuplar, kimi zaman raporlar bazen de diyaloglarla oluşturduğu öykülerin altındaki sistemin resmedilişinde, onun hayatımızdaki belirleyici rolü ve buna dair eleştiriler yer alıyor.

Saunders’ın söz ettiği “sistem”, herkese bol kazanç umudu dağıtırken bundan pay alan çok az insan var. Onlar da cebini doldururken “para, utancı önlüyordu” diyen bir kahramanda olduğu gibi gizlemek zorunda olduklarıyla yüzleşiyor. “Sermaye her şeydir” ise o sistemin parlak düsturu. Bir diğeri de “doğru bildiğinden şüphe duy!” İşte Saunders’ın öykülerine konu olan, hem büyük bir açıklık ve hırs içindeki hem de toplum dışında soluk alıp veren şikâyetçi ve biraz da kaybeden sistem mağdurlarının peşini bırakmayan sloganlar! Sonrası Saunders’ın dediği gibi: “Hayatta kaybetmekten bıktığınız, artık kaybetmemeye karar verdiğiniz ama sonra kaybetmeye devam ettiğiniz bir an gelir. Sonra gerçekten kaybetmeye bir son vermek istersiniz ve kaybetmeye devam edersiniz. Kaybetme o kadar uzun sürer ki daha ne kadar düşebileceğinizi merak ederek izlemeye başlarsınız.”

Sistemin, kaybedenler veya kırgınlar yaratıp sonra onları umutlandırarak ayağa kaldırdığı ve hareket alanını kısıtlayıp özgürlüğüne ve geleceğine ambargo koyduğu çok açık. Anlayacağınız Saunders bir kısırdöngüyü tarif ediyor. Bir laboratuarda yaşayan, üzerinde deneyler yapılan ve o deneyler sırasında “uslu” durunca ödüllendirilen insana bakıyor yazar. Fakat tüm bunlar acıyı ortaya çıkarıyor sadece: “Bu aptal sistem döndüğümüz her yerde acıya yol açıyor (…) ve asıl çılgınca olan şu ki acı çeken yalnızca kurbanlar değil.”

Saunders, kahramanlarını en iyi bildiği yer olan ABD’den seçiyor ama onlar aracılığıyla anlattıkları hepimize hitap ediyor. Örneğin Poltoi isimli kadın. Onun, “Katolik Kilisesi’nin fakirlerin kanını içtiğini” ya da “Amerikalıların ıstıraptan habersiz, şımarık çocuklar” olduğunu söyleyişini yeri gelmişken analım. Bir başkası Rimney’in sorusu: “Bu insanları kim biçimlendirdi?”

Yazarın kafa yorduğu şey, seçimlerin nasıl yönlendirilip insanların doğru sandığı yanlışlara sürüklenişi. Bir anlamda sözcükler ve göstergelerle umut ticareti ve gelecek pazarlaması yapılışı. Dolayısıyla yazarın gelip dayandığı, kısırdöngünün kuşatıcılığı.

Bugün insanoğlu, Saunders’ın Aralığın Onu’yla başlayan ve İkna Ulusu’yla devam eden belirlemelerinde ortaya koyduğu gibi kendini yemeye doğru gidiyor. Bizi biz yapan ne varsa yerine yenisini yıkıcı biçimde koymaya yönelmiş durumdayız. Tüketim kültürü ve olağanlaştırılmış şiddetle kibir, ego ve bencillik birleşince tehlikeli karışım oluşuyor. Son vuruş ise insanın, hemen her şey üzerinde yıkıcı hâkimiyet kurup kendisi dâhil görüp işitilenlerin tümünü tasarlamaya yönelmesi. Saunders işte bu tehlikeye; doğayı, hayvanları ve insanı silikleştirip kullanılan ve atılan nesnelere dönüştürme eylemine dikkat çekmeye çalışıyor.

alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr

İkna Ulusu/ George Saunders/ Çeviren: Niran Elçi/ Delidolu Yayınları/ 216 s.