‘Gençler beni umutlandırıyor...’

Başta ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ olmak üzere kült filmlerde senarist ve yönetmen olarak imzası bulunan ödüllü sinemacı, son 10 yılda 8 senaryo yazdığını ama bunlar için hiçbir yapımcıya gitmediğini söylüyor.

ORHUN ATMIŞ

Sanat hayatı 50 yılı aşan Ali Özgentürk’ün, 2018’in son aylarında “Gizli Defterlerim” isimli kitabı yayımlandı. Türk sinemasının kült filmlerinde imzası bulunan Özgentürk ile bir araya gelerek kitabından, anılarından ve sanattan söz ettik.

Kitaptaki anılarından 1996 tarihli bir notla söyleşiye başladık. Özgentürk, “Sinemamızın bir Aziz Nesin’i, Turgut Uyar’ı, Nâzım Hikmet’i, Orhan Pamuk’u yok” diye yazmış. Hâlâ aynı fikirde olduğunu söyleyen Özgentürk, “Yeni kuşakta anlatacak bir şeyi olmayanlar yönetmen olmak istiyor. Halbuki anlatacağın bir şey varsa yazarsın, büyük sancıların varsa çekersin, Sait Faik’in ‘Yazmasam ölecektim’ demesi gibi.” Bu noktada dünyaca ünlü festivallerden ödülle dönen yeni jenerasyon yönetmenleri nasıl bulduğu sorusunu Özgentürk, “Yönetmenlerin sinema yapma arayışı içinde olduklarını görüyorum. Bakanlığın dünya çapındaki festivallerden ödül alan filmlere açık çek vermesi gerekiyor. İnsani hikâyeleri anlatan yönetmenler zar zor para bulup bir şekilde film yapıyor ve ödül alıyorlar. Böylece dünyada da diyorlar ki bakın Türkiye’de de sinema yapılıyor” diye yanıtlıyor.

Sinemasının önemli bir yerde olduğunu düşündüren bir olay anlatıyor Özgentürk. Geçen yıl ilk kez bir Türk sinemacısının (Ali Özgentürk’ün) jüri üyeliği yaptığı Toronto Film Festivali’nde ödül verecek film bulamadıklarını söyleyen sanatçı, “Filmler gerçekten başarısızdı. Kendi kendime dedim ki bizim sinemamız en azından bunlardan ileride.” Özgentürk, ayrıca Toronto’da film çekme projesinden de bahsederek orada bir Kanadalı yapımcının Özgentürk’ün Toronto’da geçen “Türklerle ilgisi olmayan” senaryosu ile çok ilgilendiğini ve ABD’li şirketleri ortak yapmaya çalıştığını ifade ediyor. 
 

Özgentürk, yeni sinema yasası hakkındaki görüşlerini şöyle açıklıyor: “Sinema sektöründeki kuruluşların da bir problemi var, bütün derneklerinin giderlerini bakanlık karşılıyor. Bu durumda dernek ve kuruluşları bakanlığa bağımlı kılıyor ve bakanlığın her söylediğini, yaptığını onaylıyorlar. Sinema kuruluşlarının her birinden bir temsilci alıp destekleme kurulu oluşturmayı doğru bulmuyorum.

Desteği verenler...
Çağdaş ülkelerde bu destek mekanizmalarına güvenilir sinemacılar karar veriyor. Örnek olarak, Fransa’da 3 sinemacı yapılacak desteklere karar veriyordu. (Çok iyi hatırlıyorum Isabelle Adjani, Costa Gavras, Claude la Louche desteklenecek senaryolara karar veriyorlardı.) Fransız Kültür Bakanlığı’ndan herhangi bir memur yoktu bu tür heyetlerde... Bakanlığın filmlere destek olurken projeden bağımsız olarak yönetmenlerin isimlerine göre hareket ettiğine dair iddialar hakkında şunları söylüyor Özgentürk: “Sinemayla ilgili dernekler o kurula girdiyseler bakanlığın her yaptığını onaylıyorlar demektir... Yönetmenler derneği aynı durumda. Sen niye bakanlıktan destek bekliyorsun. ‘Yalnız sinemacılardan oluşan bir kurul olsun’ diye ısrar etmek gerekir. Ama öyle bir ses duyulmuyor hiç... Sorunlar sadece iktidarda olanlardan doğmuyor, bakanlığın yaptıklarını gizlice onaylayanlardan kaynaklanıyor. Onaylamıyormuş gibi görünüp onaylayanlardadır en ciddi tehlike.” 

Yine kitabındaki notlarından yola çıkarak “Bazen bu toplumda sinema yapmanın anlamsız olduğunu düşünüyorum” cümlesini soruyoruz. Özgentürk, “Evet, şimdi anlamsız mesela. 10 yıldır yapmıyorum. Bu dönem içinde 8 senaryo yazdım ama hiçbir yapımcıya gitmedim bu senaryoları çekmek için. Çünkü seyirci artık insani hikâyelere ilgi göstermiyor, daha çok sulu komedileri seviyor. Ben bu tür bir filmi beceremem. Gençler de bilgisayarlar aracılığıyla yapılmış, bilimkurgu filmleri istiyor, onu da yapamam... Filmler gerçekten 3-4 milyon lira harcamadan yapılamıyor. Şimdi yapımcılar da böyle paraları riske atmak istemiyor. Ben on yıllar boyunca kendi filmlerimin yapımcılığını yaptım. Son filmim Bela Bartok’un Türkiye yolculuğu ile ilgiliydi ve çok yüksek bütçeliydi. Yapımcılığım bu film ile son buldu. Şimdi Kanada’daki yapımcımdan çekeceğim film için heyecanla iyi haberler bekliyorum.

Ayrıca şimdilerde bir romanı bitirmeye çalışıyorum” diye konuşuyor.
Gençlerin kendisini umutlandırdığını söyleyen Özgentürk, “Şu anda İstanbul’da pek çok tiyatro grubu var. Hepsinin de seyircisi var, yer bulamıyorsun. Konserler de öyle. Yaşadığımız iklime rağmen gençlerin her şeyle dalga geçen hallerine, mizahlarına, müziği, konserleri, tiyatroları izlemelerine, bol bol aşık olmalarına seviniyorum” diyor.

‘Kadınların öldürülmesinde dizilerin payı var’

Ali Özgentürk, sinemacı gözüyle günümüzdeki televizyon dizilerindeki şiddet sahnelerini şöyle değerlendiriyor: “Ülkemizde 2018 yılında dört yüz kadının öldürülmesinde yerli yabancı televizyon dizilerinin payı var. Çünkü bu dizilerde korkunç bir şiddet propagandası yapılıyor ve bu şiddet onaylanmış oluyor. Bakanlık bu dizilere destek vereceğine kültürümüzü tanıtan dizilere, filmlere, belgesellere destek versin. Bizim kültürümüzü sadece turistik mekânlar ve plajlardan ibaret değildir. Bizim yaratıcılarımızı, kahramanlarımızı, kültürümüz anlatabildiğimiz zaman dünyaya kendimizi tanıtmış oluruz... Nâzım Hikmet’in, Şeyh Galip’in, Yunus Emre’nin, Neyzen Tevfik’in, Sait Faik’in, Orhan Veli’nin, Ömer Hayyam’ın ve bunun gibi yaratıcılarımızın filmlerini desteklememiz gerekir. 
Zaten kadınları yok sayan bir iklim var ortalıkta... Dizilerde kadınlar aşağılanıyor, şiddet görüyor, öldürülüyor. Bütün bunlara hepimiz göz yumuyoruz. Türkiye’nin refah düzeyi aşağı doğru giderken, kadın cinayetlerinin sayısı yukarı doğru ilerliyor. Korkunç bir şey bu durum... 12 yaşındaki kızıma ben ne anlatabilirim. İlerde bana ‘Sen neredeydin bütün bunlar olurken’ diyecek.”