Genç müzisyen Beliz, müzik yolcuğunu anlattı: Duygularla yüzleşme cephesi
Yılların dijital müzik platformu Akustikhane’nin yeni oluşumu Akustikhane Records’la çalışan ilk sanatçı olan Beliz’le müzikle olan ruhsal ilişkisini konuştuk, sohbete buyrunuz...
Deniz ÜlkütekinMüzik dünyasında yeni ismini duyuran bir sanatçı Beliz. "Hate To Love You" isimli teklisiyle, yıllardır akustik çalışmalarıyla sayısız müzisyeni ağırlayan Akustikhane dijital platformunun yeni oluşumu Akustikhane Records’un çalıştığı ilk sanatçı oldu. Şarkılarında herhangi bir dil kısıtı olmayan Beliz’i bir gün Türkçe, ertesi gün İngilizce bir sonraki gün de Lazca melodiler eşliğinde dinleyebilirsiniz. Müzikle kurduğu ruhsal bağlantısını “filtresiz” olarak tanımlıyor...
Bize kendinizi tanıtabilir misiniz. Müzikle ilişkiniz nasıl ve ne zaman başladı?
Ben kendini gerçekleştirme yolunda bir Beliz’im, müzik de bu yolu aydınlatan, özümü görebilmemi sağlayan yegâne dünya. Müzikle ilk etkileşimim henüz küçücükken kuzenimden gelen orgla ablamın kulaktan “Düğün Marşı” çalması ve benim onu taklit etmeme dayanıyor. O zamanlar hakkımda “Kulağı var” dediklerinde “Eee herkesin iki kulağı var” diye düşündüğümü hatırlıyorum; sesi doğruca taklit etmeyi nefes almak, uyumak gibi hepimizin temel kabiliyetlerinden biri sanıyordum. Müzikle bütünselleşmem ise ilerleyen yıllarla biriken ufak tefek çocukluk travmalarının, insan olmanın getirdiği varoluşsal sorunların ve toplumsal kaygıların yoğunluğuyla paralel gelişti. Tüm bu yoğunluk dolayısıyla günlük hayatta kaçtığım duygular gitarın başına oturduğum an yüzeye çıkıp şarkı sözlerine dönüşmeye başladı, müzik benim duygularla yüzleşme cephem haline geldi.
İsmail Dalgın’ın gitar yapım atölyesinde geçirdiğiniz bir dönem var. Bu atölyeye nasıl dahil oldunuz ve neler öğrendiniz?
Küçüklüğümden beri iş üstündeki elleri izlemeyi pek severim; babamın direksiyondaki ellerini, annemin biçki dikişini, ablamın origami uğraşını, dayımın tamirat işlerini hep keyifle izlerdim. O günlerden birinde anneme marangoz çırağı olmak istediğimi söyleyince bana gülerek “Marangozların bir parmağı hep eksik olur” dediğini hatırlıyorum. Büyüyünce ne olacağımı tekrar gözden geçirmem gerekti tabii. Ama ne şanslıyım ki yıllar sonra marangozlukla müziğin birleştiği bir noktada var olabildim. Atölyeye girişim aslında geçici bir süre içindi, o sırada bir dövme stüdyosunda çıraktım ve stüdyodaki bir sorun dolayısıyla bir aylığına canım ustam İso’nun yanına transfer olmuştum. Fakat zanaatın müziğe dönüştüğü bir dünyaya adım attıktan sonra bir daha dövmeye dönmedim. Hani birini ilk görüşünüzle biraz tanıdıktan sonraki görüşünüzde algı bambaşkadır, sanki dış görünüşü değişmiş gibi gelir ya, benim de gitarı algılayış biçimim aynı o şekilde değişti işte.
Kendinize bir söz vermişsiniz, “İşin gücün müzik olsun Beliz” demişsiniz. İlk ne zaman profesyonel anlamda müzikle ilgilenmeyi düşündünüz?
Hayatımı müzisyen olarak idame ettirme cesaretini bulmamı sağlayan iki şeyden biri canım çekirdek ailem, diğeri de atölyede geçirdiğim o eşsiz dönem. Atölyede yalnızca gitarla ilişkim değil müziğe bakış açım da bambaşka bir boyuta evrildi. Müzik kendimle buluştuğum soyut bir dünya iken kavramlaşmaya, somut bir gerçek olarak varlığını sürdürmeye başladı. Orada birçok müzisyen tanıma fırsatım oldu, başta biricik ustam İsmail Dalgın olmak üzere birbirinden değerli sanatçılardan benzersiz hikâyeler dinledim, doğaçlama performanslara şahit oldum ve her birinden aldığım ilhamla kendime bahsi geçen sözü verdim.
TÜRKÇE İNGİLİZCE LAZCA
Müziğinizde farklı dilleri kullanıyorsunuz ve müzik icra ederken “Kaygısızlık filtresi takıyorum” diyorsunuz. İlerleyen yıllarda sizi nasıl şarkılarla göreceğiz?
Aslında bana sorarsanız tüm müzisyenler o filtreyle üretmeyi tercih edecektir diye düşünüyorum... Benim hakkını asla ödeyemeyeceğim biricik ailem hep arkamda durdu, gitar gerektiyse gitarım, klavye gerektiyse klavyem oldu. Maddi kaygılar ön planda durmayınca atonal müzik yapmaktan tutun Lazca bestelere kadar içimden geleni popüler kültürden bağımsızca icra etme özgürlüğüm mevcuttu. Keşke hiçbir sanatçı dünyevi kaygılar doğrultusunda yaşamak zorunda kalmasa, eminim sanat bambaşka bir noktada olurdu. Neyse ben konuya kaptırdım sesli düşünmeye doğru gidiyorum, kendime bir dur diyerek asıl sorunuza geçiyorum. Dediğim gibi müzik bende önceden tasarladığım bir plan doğrultusunda değil o an içimdeki hissi alıp dışıma koymamdan ibaret olduğu için her an bambaşka tellerden, birbiriyle alakasız şarkılar da görebiliriz, uzunca bir süre tekrar eden döngüsel bir türle de karşılaşabiliriz…
AŞKA DAİR VERİLEN BİR İÇ SAVAŞIN ESERİ
Akustikhane’nin düzenlediği yarışmada "Hate To Love You" isimli İngilizce şarkınızla dikkat çektiniz ve beklenmedik sayıda dinleyiciye ulaştınız. Yarışmaya dahil olmaya nasıl karar verdiniz? Beklentiniz neydi?
Açıkçası birileriyle yarışma fikri bana oldum olası itici gelmiştir. Normalde yarışmalardan olabildiğince uzak dururum fakat bu sefer bir istisna yapmam gerektiğine inandım zira Akustikhane yıllardır severek takip ettiğim, tür veya isim kaygısı gütmeksizin birçok sanatçıyı ağırlamasıyla kalbimde yer eden ve bana “O koltuğa bir gün ben de oturmalıyım” dedirten bir oluşum. Yarışmanın tarihi de benim üniversiteden mezun oluşumla denk gelince böyle şeyleri işaret olarak kabul eden romantik tarafımın ve bir iki yakınımın teşvikiyle yarışmaya katılmış bulundum. Beklentim yalnızca kazananlardan biri olup o koltukta şarkı söylemekti fakat ne şanslıyım ki bununla kalmayıp birbirinden tatlı insanlarla güzel işlere girişmiş bulundum ve Akustikhane ailesinin bir ferdi oldum.
AKLIM UÇTU SESİ DUYUNCA
Sonrasında da Akustikhane Records’un çalıştığı ilk sanatçı oldunuz ve "Hate To Love You" bu etiketle piyasaya çıktı. Hem şarkının hikâyesini hem de dijital kayıt olarak çıkışını bize anlatır mısınız?
Tabii. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki normalde şarkıların hikâyelerini kendiliğinden anlattığını düşünüyorum fakat sizler için ilk tekliye mahsus kısaca anlatabilirim. Birçok insanın başına gelen bir klişeyi işliyor aslında bu parça; tam kendimi tanıyıp yalnızlığımla kaynaşmaya, tekil birey olarak hayatı tatmaya kaar verdiğim, romantik ilişki istemediğim bir zamanda karşıma çıkan yadsınamaz aşk ve bu aşka dair verdiğim iç savaşı yansıtıyor. Aziz dostum Zafer Yılmaz ile parça üzerine konuşurken şöyle bir ana fikre varmıştık: “Sen ne kadar zamanın ötesine, olayların önüne geçmeye çalışırsan çalış dönüp dolaşıp aynı yere varıyorsun.” Daha doğrusu Zafer çok daha artistik bir cümleyle özetlemişti fakat aklımda böyle kalmış. Dijital kayda dair en sevdiğim detay ise şu: Nedense kulaklarım bu şarkıda hep bir yağmur sesi duymak istiyordu fakat bunu hiç dile getirmedim. Biricik aranjörüm Cüneyt Yamaner parçanın taslak halini bana dinlettiğinde girişteki yağmur sesini duyar duymaz aklım uçtu, ağzım kulaklarımı aşıp tavana çıktı adeta. Kayıt sürecindeki eşsiz anlarımdan biri derdim ama benim adıma her an eşsizdi.