Gelecek İçin Endişeliyim

cumhuriyet.com.tr

Yaşananlar, tarihin tekerrür etmekte olduğunu -dolayısıyla ders alınmadığını- göstermektedir. Gidişat bellidir ve şu veya bu ismin değil, Türkiye’yi on yılda bugüne getiren “zihniyet”in gideceği anlaşılmaktadır. Gereken de budur. Gidişin demokrasi içinde olması artık tek beklentidir.

Haklı çıkmak hoş bir duygudur. Olumsuzda haklı çıkmak ise insanı üzer.
Olacakları görebilmek rahatlatıcıdır. Olumsuzluğu görüp kimseye anlatamamak ise insanı kahreder.

Olacaklar, ulusun, ülkenin geleceğini tehlikeye sokacaksa durum vahimdir.
Olanlar artık saklanabilir, tevil götürür olmaktan çıkmışken hâlâ “âlemi kör, herkesi sersem sanmak”, akıl tutulmasının da ötesinde, insan zekâsına hakarettir.
İnsanın ise çok zeki olduğunu, “bilgisiz, ilgisiz, umursamaz” diye nitelenen “Türk gençliği”, tüm dünyaya kanıtlamıştır. Birilerinin yine cini tepesine çıkacak ama bu gençlik, Cumhuriyeti kendilerine emanet eden Atatürk’ün ileri görüşünü, dünyayı kavrama yeteneğini de bir kez daha doğrulamıştır.

Uzun söze gerek yoktur.

Türk ulusu, ülkesine, Cumhuriyete, laik ve çağdaş yaşam biçimine, demokrasiye sahip çıkmıştır. Kişisel çıkarları ülkenin ve ulusun üstünde tutan iç ve dış pazarlıkları; ülkeyi bölecek “açılım”ları; Cumhuriyetin 90 yıllık birikimini yok edebilecek savaş heveslerini; ancak “karabasan” olarak nitelendirilebilecek, “başarılı(!) dış politika” ile Türk ulusunun neredeyse yarısının yoksulluk sınırında yaşamasına, buna karşılık daha düne kadar üç kuruş maaş alan kişilerin ülke yönetimine gelip birkaç yılda Karun kadar zengin olmalarına yol açan, ülkenin varlıklarını satmaya, tüm doğal, tarihi, arkeolojik, kültürel değerlerini talan etmeye dayalı, “başarılı(!) ekonomi” masallarını yutmadığını, onaylamadığını göstermiştir.

Bununla da yetinmemiş, Tanrı ile insan arasında kalması gereken dinin, bir yönetim biçimi olarak dayatılmasına “dur” demiş, kimsenin gözüne sokmadığı, ancak hiçbir zaman inancını yitirmediği dinini, dininin tüm değerlerini, sembollerini, bunları kişisel çıkarları için kullanan kişilerin elinden almıştır.

Yaşananlar, tarihin tekerrür etmekte olduğunu -dolayısıyla ders alınmadığını- göstermektedir. Gidişat bellidir ve şu veya bu ismin değil, Türkiye’yi on yılda bugüne getiren “zihniyet”in gideceği anlaşılmaktadır. Gereken de budur. Gidişin demokrasi içinde olması artık tek beklentidir.

Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı dahil tüm AKP’li yöneticilere bir görev düşmektedir: Gelişmeleri doğru değerlendirip istifa dahil, gereğini gecikmeden yaptırmak, yapmak, değişimin demokratik yoldan gerçekleşmesine ortam hazırlamak.

Bu yapılmazsa, ülkenin ve Cumhuriyetin, “emniyet supabı” olan ve geçmişte bu görevi gereği gibi yerine getiren yargı, basın, silahlı kuvvetler ve bürokrasi gibi kurumlar son on yılda çökertildiği için en istenmeyen değişim yöntemi devreye girebilir ve bunun ulusa ve ülkeye bedeli ağır olur.

Bu açıdan baktığımızda, Başbakan’ın söylemi ve yönetim anlayışı umutsuzdur. Başbakan vekili iken Bülent Arınç’ın, doğrularla ilgisi olmayan, “kendileri de yıllarca yaşam biçimlerine müdahale edilmiş bir grubun üyesi olarak” ifadesi, hâlâ kendini haklı gösterme çabasıdır. Hükümetin ülkeyi bugüne getiren, başta yasama olmak üzere tüm eylemlerine koşulsuz onay veren Sayın Cumhurbaşkanı’nın hiçbir zaman eyleme dönüşmeyen, yaptıklarıyla çelişen -çevre günü mesajı dahil-, “ulusu avutmayı”,“tepkileri yatıştırmayı” ve “rakibine karşı puan kazanmayı” amaçlayan açıklamaları, ancak gerçeği görmek istemeyenleri yanıltabilir. Bütün bunların özeti, Sayın Davutoğlu’nun bir köşe yazarı için söylediği, “o bizim düşmanımız” sözünde ifadesini bulan, AKP’nin, “bizden olmayan düşmanımızdır” zihniyeti umut verici değildir.

Gelecekte haklı çıkmaktan endişe ediyorum.

*Süha UMAR / Büyükelçi (E)