‘Geçmiş zaman kaybolan cennetimiz’
Selçuk Demirel’in 2017’de hayata veda eden John Berger ile birlikte tasarladıkları ‘Saat Kaç’ adlı kitabı YKY etiketiyle raflardaki yerini aldı. Demirel ile zamana dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Emrah Kolukısa“Nedir zaman? Şu satırları yazarken neresindeyim zamanın? Yazı bitince bir başka zaman dilimine mi geçmiş olacağım? Güneş batıp yeniden doğunca, bu değişimi, bu gün dönümünü matematiksel olarak kayıt edince, zamanı kayıt altına mı almış olacağım?” Okuduğunuz satırlar Selçuk Demirel’e ait. John Berger ile ortak olarak yayımladıkları son kitapları “Saat Kaç” vesilesiyle kendisine yolladığım sorulardan biri olan “Zaman sizin için ne ifade ediyor”a verdiği yanıt böyle başlıyor Demirel’in. En başınada kalın harflerle şu notu düşmüş: “Akıp giden zamanla yüzümü gözümü yıkadım”. Zaman daha çok geçmişe duyulan bir özlem anlamına geliyor olsa gerek onun için, bakın nasıl devam etmiş Demirel yanıtına:
“Geçmişe yolculuk fikrini geleceğe yapılacak yolculuktan daha ilginç bulmuşumdur. Böyle bir yolculuk için bir cins özel araba ya da füze projeleri çocukluk ve gençlik hayallerimizi taçlandırmıştı. Heraklitos’un ‘aynı ırmakta iki kere yıkanmaz’ dediğine bakmayın. Geçmiş zamanın çekiciliği bir daha yaşanamayacak olmasının getirdiği imkânsızlık mıdır? Geçmiş zamanlarda insanların daha mutlu, sevinçli, özgür ve daha demokratik bir dünyada yaşadıklarını sanmıyorum. Geçmiş, birlikte olduğumuz, sevdiğimiz birçok insanın artık aramızda olmamalarının getirdiği hüznü taşır. Aslında özlediğimiz bir daha geri gelmeyeceğini bildiğimiz çocukluğumuz, gençliğimizdir. Geçmiş zaman kaybolan cennetimizdir. Eski fotoğraflara bakarak geçen zamanın azametini görürüz değişen yüzlerimizde. İçinde olduğumuz, şimdi yaşadığımız zamana da şimdiki zaman diyoruz. Oscar Wilde’ın dediği gibi, bazıları mevcut olmayı yaşamaya tercih ediyor. Şimdi; geçmişle gelecek arasına sıkışmış tanımlanması zor bir zaman dilimi, yaşanması zor bir süredir. Anlamak için geçip gitmesini isteriz. Yaraların sarılmasını, kötü günlerin geride kalmasını isteriz. Zamanın geçmemesini, durmasını istediğimiz anlar sadece âşık olduğumuz anlardır. Çocukların ne geçmişin yükü ne de hafızası olduğu için günü, bugünü doya doya yaşarlar. Gelecek zaman bir bilinmezdir. Bu yüzden hem umut hem de endişe vericidir. Değişim ve yenilik vaat eder, bu yüzden moderndir. Dünün devamıdır.
-John Berger ile daha önce de benzer çalışmalarınız oldu: “Kıyıdaki Adam”, “Katarakt”, “Duman”... Bu son çalışmanız, “Saat Kaç” özellikle zaman temasını ele alıyor. Kitabın başlangıç noktasını biraz anlatır mısınız?
John Berger’in yakın bir dostu olduğum kadar, meraklı bir okuruyum aynı zamanda. Yazılarında, kitaplarında zaman, yaşam, ölüm, direniş (kafa tutmak) geniş bir şekilde yer alan temalardır. Zaman konusu beni de meşgul etmiştir, hem şiirsel olarak hem de matematiksel olarak anlamaya çalıştığım “mevzu”. Einstein’ın Görelilik Teorisi, zaman-mekân vb. ve hızla geçen hayatımız... 2016 yılında “Duman” kitabımız yeni çıkmıştı, ara vermeden kendisine yeni bir kitap projesi önerdim. O da hemen sevinerek kabul etti. “Bu defaki konumuz ne olacak?” dedi, “The Time”, zaman dedim. Çok sevindi ve “Spinoza’nın dediği gibi zaman sonsuzluktur, o zaman kitabımızın adı ‘What time is it?’ olsun” dedi. Bir iki hafta içinde arşivimdeki zaman üzerine çizilmiş desenlerimden bir dosya oluşturdum. Bunların çıktılarını alıp John’a postaladım. Her karşılaşmamızda etraftakilere desenleri gösterip yeni kitabımız diye söz etmesine rağmen, yeni bir şeyler yazacak zamanı olamadı. Son birkaç ayda artan sırt ağrılarından dolayı ayakta durmak, uzun sürelerde oturmak azap veriyordu. Fırsat buldukça çiçek desenleri çiziyordu, onları küçücük pastel boyalarla renklendiriyordu. Yazı ile birlikte bütün yaşamı boyunca çizip boyamayı hep sürdürdü.
-Ama 2 Ocak 2017’de hayata veda edince kitap da yarım kaldı, değil mi?
Evet, kitap projemiz yarım kaldı. ‘Zaman’ımız yetmedi. Ölümünden sonraki aylarda John ve Nella’nın evlerinde buluşmaya, birlikte yemekler yemeye devam ettik. Bir akşam yemeğinde John’un kitaplarını İtalyancaya çeviren Maria Nadotti de vardı. Bu kitabın yarım kalışından söz ettim. Projeyi çok sevdi ve yardımcı olabileceğini söyledi. Kitabı John’un daha önceki yazılarından kitaplarından bu konudaki metinleri bulabileceğini söyledi. John Berger’la birlikte yaptığımız kitaplardaki ortak nokta desenlerin büyük bir kısmının yazıdan önce çizilmiş olmasıydı. Maria’ya birlikte çalışmayı önerdim. Kendisine elimdeki desenlerden ön bir kitap maketi yapıp gönderdim. Desenler için uygun metinler buldu. Kitapta benim öngördüğüm desen sıralamasını değiştirip şu anda basılı olan kitap düzenine getirdi. İnternet üzerinden gel gitlerle birtakım yeni desenler ekledik, bazılarını çıkardık. Kitabın bittiğine karar verince de görücüye çıkardık. Barselona’daki ajansımız Carmen Barcells’e ben öncelikle Türkiye’deki yayıncım Yapı Kredi Yayınları’nı önerdim. Başka kanallardan akıp gelen iki farklı çalışmanın bir kitapta buluşup yeni bir şeye dönüşmesi çok ilginç. John bu kitabı görse severdi diye düşünüyorum.
-Berger’in vedasının sizde bıraktığı duygular nedir desem?...
John’u çok özlüyorum, normal bir duygu. Murat Belge ile bir konuşmammızda John Berger için “adamın işi anlamak” demişti. Son sözü yine John’a bırakmak istiyorum: “Dalga geçiyorum! Vakit öldürmek için bundan iyisi yok. Dalga geçmek zamanı hızlandırır...”
Dali'nin akan saati -Bir iki çizimde Salvador Dali’nin o ünlü eriyen saatlerine göndermelerde bulunmuşsunuz. Dali sizin için hep bir ilham kaynağı mıdır? Dali’nin akan saati Mona Lİsa kadar ünlü bir resim. Sürrealistler, hele Dada’cılar beni çok etkilemiştir. Bu etki ve ilgi hâlâ sürmekte, ama Salvador Dali’nin resmine olan ilgim ise çok sınırlıdır. Sözü edilen deseni “Reflexion sur le temps” (Zaman üzerine düşünce) adı altında birkaç yıl önce Le Monde’da yayımlamıştım. Muhtemelen bu desenle Dali’ye bir merhaba demiş olabilirim. Aynı desende zamanın akıcılığını yumuşak ve esnekliğini ve değişkenliğini bir desen içinde 3-5 desenle göstermeye çalışmıştım. |