Gazeteci kendini haber yaparsa...
Gazeteciler artık haber olarak kendilerini sunuyor; aşklarını, gittikleri mekânları, yediklerini, içtiklerini, kavgalarını anlatıyorlar. Günümüzün gösteri toplumunda, onlar da sahnedeki yerlerini aldı. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, gazetecilerin “star”laşmasının tehlikeli olduğunu söylüyor.
cumhuriyet.com.trHaber mi gazeteciden çıkar, gazeteci mi haberden? Bu soru işin esprisi, ancak doğruluk payı da yok değil. Uzun süredir, gazetecilerin haber nesnesi olduğu bir medyayla karşı karşıyayız. Umre ziyaretlerini haberleştirenler, pozlarıyla konuşulanlar, aşklarını dökenler, yediklerini, içtiklerini anlatanlar, birbirine laf yetiştirenler... Sınırlar her geçen gün biraz daha genişliyor. Üstelik de korkutucu bir hızda! Kimi “Yeni Gazetecilik” diye tanımlıyor bunu, kimi içsel bir yöntem... İşin aslını haberin nesnesi olan, yapılan gazetecilerden öğrenelim istedik. İlk akla gelenlerin, Ertuğrul Özkök’ün, Ayşe Arman’ın, Reha Muhtar’ın, Hıncal Uluç’un, Ahmet Hakan’ın, Ayşe Özyılmazel’in peşine düştük kafamızda sorularla; sadece yazdıklarıyla değil, özel hayatlarındaki ayrıntılarla da konuşulmaktan rahatsız oluyorlar mıydı? Popülerliklerinin, gazeteciliklerinin önüne geçtiğini düşünüyorlar mıydı? Gazetecinin kendini öne çıkarması yazıya ne katıyordu? Ancak sorularımız havada kaldı. Kiminin sesini bile duyamadık, çoğu yoğundu, kimisi ise başka isimlerle aynı haberde olmak istemedi. Bir tek Ayşe Arman yanıtladı, kendini, yaptığı gazeteciliği anlattı.
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ise gelinen süreci analiz etti.
- Aşklarını dökenler, umre ziyaretlerini haberleştirenler, atışanlar... Gazetecilerin nesnesi olduğu bir medyadan söz ediyoruz. Nasıl geldik bu hale, bunda kimin parmağı var?
Yasemin İnceoğlu: Bugünkü “gazeteci” ve “köşe yazarlığı”nın dönüşümünde muhakkak ki 1980 sonrası yaşanan depolitizasyonun ve 1983 Özal iktidarı ile Türkiye’nin etkisi altında kaldığı neo-liberal esintilerin etkisi büyük. Yükselen değerler; optimum çıkar, rantabilite, kısa yoldan köşeyi dönme edebiyatı, şöhret, haz kültürünün prim yapması olmazsa olmaz unsurlar.
- Bunlar gazeteciliği de etkiledi yani. Peki bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor: Gazetecilik bozuldu mu yoksa popüler kültürün gazeteciliği kaçınılmazca getirdiği yer, “yeni gazetecilik” bu mu?
- Egosuna yenik düşen, hedonist, ben-merkezci, oportünist olarak niteleyebileceğimiz bir gazeteci tipi yaygınlaştı, en büyük dezavantajı kültürel sermayeden yoksun olmasıydı. Sürekli “haber olma”, “kendinden bahsetme” çabasında olan köşe yazarları furyası oldu. Seyirsel her haber çok sattı, adeta gösteri toplumu haline dönüştük. Bu arada kamuoyunu haber pazarı, pasif izleyici gibi algılama eğilimi rahatsız edici boyutlara ulaştı, “okuyucu”nun bazı değerlerine saygısızlık edildi, bu yapılırken de toplum “yeni gazeteciler” tarafından demode olarak nitelendirilen “geleneksel gazetecilik anlayışından” uzak biçimde, ince zevk, haz duyma gibi konularda eğitilmeye çalışıldı.
- Ertuğrul Özkök sık sık Abdi İpekçi, Uğur Mumcu gazeteciliğinin bittiğini, gençlerin “yeni bir gazetecilik” anlayışını kabullenmesi gerektiğini vurguluyor. Gazetecinin kendi hayatıyla haberin içinde olduğu, dolayısıyla şöhret bile olabildiği gazetecilik anlayışından söz eden çok gazeteci var...
- Öncelikle Abdi İpekçi, Uğur Mumcu gazeteciliğinin bitmesi Türk basını açısından çok üzücü, zira araştırmacı gazetecilik, kamu yararı adına ihmal, haksızlık ve yolsuzlukların ortaya çıkarılmasını sağlayan, sosyal veya politik güç, iktidar odaklarının engellemelerine karşı yapılan bir gazetecilik türü. Özkök’ün bahsettiği “Yeni Gazetecilik” türü 1973’lerde Tom Wolfe’un gazetecilik antolojisinde yer verdiği örnekler ise, bunun Türk basınında başarılı örneklerini saymak zor, yapmaya çalışılıyor ama bu örnekleri araştırmacı gazeteciliğin alternatifi olarak sunmak yanlış, zira farklı amaçlara hizmet ediyorlar.
- Mesela?
- Yeni Gazetecilik edebi tekniklerin kullanıldığı Sosyal Gerçekçi yazarlar Emile Zola ve Charles Dickens’dan esinlenilmiş bir haber yazım ve gazetecilik stili. Bilgi vermek yerine, gazeteci ilk elden olaylara tanıklık ediyor, sonra okuyucu için yeniden olayı canlandırıyor, adeta “toplumsal otopsi” yapıyor.
- Bizde bu durum daha çok gazetecinin kendini öne çıkarmasıyla sonlanıyor. Peki bu, toplumsal algıyı nasıl etkiler, sizce?
- Yazar okuyucu için “dünyaya açılan bir pencere” olmalıyken, vitrinin baş köşesine yerleşiyor, haber malzemesi oluyor, adeta “star”laşan gazetecilerden bahsediyoruz burada, bence tehlikeli bir durum. Türkiye gerçeklerinden uzak bir gazetecilik yaparak ne bilgilendirebilirsiniz, ne de psikolojik kaçış sağlayıp uyutabilirsiniz. Olsa olsa hiddetlendirip, öfkelendirirsiniz.
- Bu yurtdışında da yaşanıyor mu, yoksa Türkiye’ye özgü mü?
- 1980’lerle birlikte ABD’de hard news yerini soft news’e bıraktı, haber-eğlence, apolitik haberler, bol şiddet, kan, cinayet, seks pompalandı, bu da halk istiyor türünden saçma bir gerekçelendirme ile yapıldı. Sonuçta Althusser’in dediği gibi medya, devletin ideolojik aleti. İktidar politikalarının meşrulaştırılmasında, yeniden üretilmesinde çok başarılı bir alet olarak kullanılıyor, kendini de kullandırıyor.
- Türkiye bu bozuk dünya medyasının sadece bir parçası yani...
- Türkiye’de bir de köşe yazarı furyası var. Ulusal gazetelerde 300-400 köşe yazarı var. Ne hikmetse haftada yedi gün yazabilecek yetkinlikteler. Böyle olunca iş fıkra anlatıcılığına, anı defteri tarzındaki köşelere dönüyor. Dünyanın hiçbir yerinde yedi gün yazılmaz. Gazetecinin de toplumsal sorumluluğu olduğunu göz ardı ediyoruz.
- Bunda, gazetelerin artık bir kâr aracı olarak görülmesinin de payı var... Gazeteciden haber yapmasından ziyade, gazetenin satmasını sağlaması bekleniyor...
Holdingleşen medyalar, büyük holdinglerin medyaya girmesi, özellikle 90 sonrası hızlandı. Didaktik olacak ancak yurttaş gazeteciliği devreye sokulmalı. Amaç kamu merakını gıdıklamak değil, kamu yararını gözeten haberler yapmak olmalı. Medyaya, dördüncü kuvvet denmesi boşa değil.
- İletişim öğrencileri nasıl bir gazetecilik yapmak istiyorlar?
- Özellikle işadamı tipli gazeteciler iletişim fakültelerinden çıkan öğrencilerden memnun değil. Medyaya düşman gazeteciler yetiştirmekle suçlandık. Umutsuz değilim, zaman değişecek ve bu gençler bir yerlere gelecek
İlgi çekmek artık kolay değil
- Türkiye’nin en çok konuşulan gazetecilerindensiniz, bu ne hissettiriyor?
Ayşe Arman: Öyle ise mutlu olurum. Mesleğim beni büyülüyor, çok şey öğreniyorum. Herkes gibi konuşturan işler yapmak için uğraşıyorum. Ama... Başka bir hayatım da var, ev kadını ve anneyim. Kızım 4.5 yaşında, ne okuyacağız, ne yiyeceğiz... gibi sıradan ama bana mutluluk veren şeylerle de meşgulüm. Demek istiyorum ki, işimi eğlenerek yapıyorum, bir farklılık olsun diye uğraşıyorum ama sonra kendi koşuşturmama dönüyorum. Ondan sonra kimin ne söylediğiyle çok ilgilenmiyorum...
- Konuşulmanızın nedeni sadece haberleriniz değil. Verdiğiniz pozların da etkisi var. “İyi yazar” yerine, “çılgın gazeteci” diye tanımlanmak rahatsız etmiyor mu?
- Yok hayır, niye etsin? Uzun zaman önce, başkalarının hakkımızda düşündüklerini, her zaman bizim belirleyemeyeceğimizi öğrendim. Ne yaparsam yapayım, insanlar ne istiyorsa onu düşünecek. Kimileri sevecek, kimileri nefret edecek. Ben de dünyanın en normal, makul kadını değilim. Bir tarafım deli. Dolayısıyla çılgın sıfatı beni rahatsız etmez, hatta ruh halimi açıklamaya yetmez! Ama ben buyum. Hep böyleydim, değişmedim ki! Pozlara gelince, 40’ıma gelmeden seksi fotoğraflarım olsun istedim. İnsanın kafasındakini gerçekleştirmesi neden kötü olsun ki?
- Gazetecilerin kendilerini daha çok habere kattıkları hatta bazen haberin önüne geçtikleri anlayışı aslında siz başlattınız...
- Bunu kabul etmek, kendimi çok önemsemek olur. Ayrıca doğru değil. Bu bir dönem, bir dalga, merak etmeyin, bu da geçer başka bir dalga gelir. 18’imde çalışmaya başladım, Nokta, Aktüel, Tempo, Hürriyet. Şu an 39’umdayım. Önceleri imzalarımız bit kadardı, zamanla imzaların puntoları büyüdü, derken imzalar fotoğraflı oldu, logolar nal gibi oldu, konuğunla birlikte fotoğrafın kullanılmaya başlandı. Bunların hepsinin sorumlusu ben olamam, değil mi?
İsteyen okur
- Peki böyle bir gazetecilik anlayışına siz nasıl vardınız?
- Başka türlüsünü bilmiyorum. Meraklı bir tipim. Herkese her şeyi sorarım. Herkes de bana her şeyini anlatır. Belki ben açık olduğumdan, belki de kimseyi yargılamadığımdan... Röportaj yaparken gerçekten merak ettiğim için soruyorum, köşeme de, çevremdekilere sohbet ederken anlattıklarımı yazıyorum. Cesurum ve her şeyi sorgulamak bana normal geliyor. Bir de samimiyim.
- Şimdi pek çok gazeteci rengini, farkını sorularıyla, diliyle belirtmek yerine haberlere anılarını, yediklerini katıyor. Sizce bu, gazeteciliğe katkı mı sağladı yoksa deformasyona mı neden oldu?
- Böyle bakmıyorum. Herkesin bir alıcısı var. Almazsın olur biter! Mesela bana hitap etmeyen yazarları okumuyorum. Pekâlâ böyle de yapılabilir. Beni de isteyen okur, istemeyen okumaz...
- Gazetecinin kendini yoğun olarak yazının, haberin içine koyması ne sağlıyor sizce?
- Hepimiz yaptığımız işi satmaya, pazarlamaya çalışıyoruz. Bazen gazetecileri manavlara benzetiyorum, elmalarımızı armutlarımızı parlatıp, “Gel gel” yapıyoruz okuyucuya. Bilginle, birikiminle, fotoğrafınla, ilginç sorularınla, anılarınla, acılarınla, mutluluklarınla... Ne ile yapıyorsan yap, ama yap. Zaten başka şansın yok. İnsanların az vakti var, ayrıca internet var. Eskisi kadar kolay değil “ilgi çekmek.” Ve görsellik çağındayız. “Ben şahane sorular soruyorum ama röportajın fotoğrafı umurumda değil!” olmaz. Röportajın sayfasının nasıl yapıldığı bile umurunda olacak.
- Zaman zaman haber konunuzun önüne geçtiğinizi düşünüyor musunuz?
- Öyle bir gayretim yok. Oluyorsa da benim elimde değil. Röportajda sorularımdan çok, konuğumun anlattıkları önemli. Kalın kalın, “Bakın ben ne kadar çok şey biliyorum” soruları sormam.
- Gündem yaratmak için haberin iyi olması kadar gazetecinin popüler olması da önemli mi sizce?
- Popüler olması gerekmiyor ama iyi gazeteci olmalı. Ben de kendimi iyi gazeteci sayıyorum. Ama fotoğrafçı da iyi olacak. Sayfayı yapan da. Sonra iyi anonslanacak, Hürriyet gibi bir gazetede çıkacak! Çalıştığın gazetenin de iyi olması önemli...
-Sizin için izlenmek, takip edilmek de, okunmak kadar önemli mi?
- Benim için haberimin konuşturması önemli. Ama onun da bir süresi var. Önemli olan tek şey, ne biliyor musunuz? Çalışmak. Bu kadar yıldır varsam tek sebebi bu. Üç beş fotoğraf değil. Ben eşek gibi çalıştım. Hâlâ çalışıyorum, çalışkan muhabirim.