Gamze Güller: “Dünyaya uyum sağlamaya çalışan yabancılarız!”
Durmuş Saatler Dükkânı, zaman mefhumuyla meselesi olan, bitmek bilmeyen döngülerden şikâyetçi, üzerine sis çökmüş büyülü öykülerden oluşuyor. Gamze Güller, tekinsizliğine rağmen karanlığın karşı konulmaz cazibesini, sade ve etkileyici bir üslupla anlatıyor. Gamze Güller’le İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni öykü kitabı Durmuş Saatler Dükkânı üzerine sohbet ettik...
Nuray GüzelBelalı gemilerde ateşle tek vücut olan mürettebat, paranoyak zihinler, rüyaların derinliklerinden sökülüp çıkarılan ılık ılık atan yürekler, post mortem fotoğraflar ve zamana yenilen aşklar, hasta ruhlu yazarlar, buz tutan kimsesiz nehirler, basit öğle yemeklerinde konuşulan gizemli ölümler, dev soyundan gelen nahif insanlar...
Durmuş Saatler Dükkânı, zaman mefhumuyla meselesi olan, bitmek bilmeyen döngülerden şikâyetçi, üzerine sis çökmüş büyülü öykülerden oluşuyor. Gamze Güller, tekinsizliğine rağmen karanlığın karşı konulmaz cazibesini, sade ve etkileyici bir üslupla anlatıyor.
Gamze Güller’le geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni öykü kitabı Durmuş Saatler Dükkânı üzerine sohbet ettik...
ZAMAN, DÖNGÜLER VE SIKIŞMIŞLIK
- Durmuş Saatler Dükkânı’ndaki hemen hemen her öyküde zaman mefhumuyla ilgili bir meseleniz olduğunu fark ettim. Zaman konusu kadar, zamanın döngüselliğine, hayatın kendini sürekli tekrar ediyor oluşuna dair de meseleniz olduğunu gördüm. Söyleşiye bunlar üzerine konuşarak başlayalım isterim...
Zaman, içinden çıkılmaz döngüler ve sıkışmışlık uzun süredir kafa yorduğum konular. Özellikle bunlar üzerine öyküler yazayım diye düşünmesem de yakın dönemde yazdıklarımın benzer bir dertle ortaya çıktığını gördüm.
En eski kültürlerden bugüne “zaman” hep kutsal bir anlam kazanmış hatta döngüsel zaman halk arasında sembolik bir şekilde “felek” olarak tanımlanmıştır. Zamanın döngüselliğinin kadere etkisi, doğanın döngüsünden yola çıkılarak halk arasında bir tanrısallık da kazanmıştır.
Bu döngüyle umutsuz durumlardan mutlu sona ulaşılacağı inancı içimize yerleşmiş durumda. Her yıl kış biter ve bahar gelir, zaman bir kurtarıcıdır. İşte buradan hareketle doğrusal zamanın içinde akıp giden karakterler yerine bu döngünün içine sıkışıp kalanların peşine düştüm. Ya zaman hepimiz için başka döngüler hazırladıysa ve biz bunları kıramıyorsak…
Kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bu öyküler, işte bunun peşinden koşan karakterlerin öyküleri.
Bugünün modern dünyası bizi daha da sıkıştırdı aslına bakarsanız. Her sabah aynı güne uyanmak ve bir gün bu döngünün kırılacağını ve mutlu sona ulaşacağımızı hayal etmek dışında bir şey bırakmadı elimizde.
Zaman, beklediğimiz mucizevi kurtarıcı mı yoksa bizi merkezkaç kuvvetiyle köşeye sıkıştıran bir intikamcı mı?
80’LER VE 90’LARIN SOSYAL MEDYASI; DEFTERLER!
- Öyküleri yazma sürecinizi merak ediyorum. Ne kadar zamanda, nasıl yazdınız biraz anlatabilir misiniz? Bu süreçte sinema, müzik gibi farklı sanat dallarından beslendiniz mi?
Öyküleri bir araya getirmem uzun sürdü. Her birinin üzerinde uzun aylar boyunca ve ayrıntılı çalıştım. İçlerinde farklı zamanlarda yazılmış olanlar varsa da büyük çoğunluğu son bir, iki yılın içinde kaleme aldıklarım. Ama burada en çok beslendiğim kaynak üniversite yıllarında öykülerimi yazdığım defterlerden biri oldu.
O zamanlar bolca korku, gerilim kitapları okuyor ve bu türde filmler izliyordum. Durmadan da böyle öyküler yazmaya çalışıyordum. Hatta o defter arkadaşlarımın arasında elden ele geziyor, öykülerin altına kendi fikirlerini yazıyorlardı. 80’lerin 90’ların sosyal medyası da buydu; defterler.
Yine karanlık öykülerin peşine düştüğüm son yıllarda bu defteri buldum çıkardım ve orada yakaladığım bazı fikirleri oturup yeniden yazdım. 19-20 yaşında yazdıklarımla bugün yeniden karşılaşmak bir anlamda kendimi temize çekmek gibi oldu.
30 YILLIK ÖYKÜLER
O günlerde yazarken nasıl heyecanlandıysam bugün daha çok heyecanlandım. Bu nedenle yeniden yazılmış, bambaşka bir şekle dönüşmüş olsalar da neredeyse 30 yıllık öyküler var bu kitapta diyebilirim.
Sinema en çok beslendiğim kaynaklardan biri. Hem izlemeyi hem yorumlamayı seviyorum. Bu nedenle yazdıklarım da çoğunlukla görsel bir anlatıma sahip. Etkilendiğim bazı filmlerden izler de var bu öykülerde. Hatta bazı klişeleri alıp dönüştürdüm. Dikkatli okurlar bunları yakalayacaktır mutlaka. Yazarken zihnimi açacağını düşündüğüm bazı filmleri dönüp yeniden izlerim. Bu kitap için de yaptım bunu.
Müzikse maalesef son yıllarda uzak kaldığım bir kaynak. Eskiden müzik dinleyerek çalışırdım. Ancak metnin sesini, ritmini ve müziğini çok önemsiyorum. Bunu duyabilmek için de mutlak sessizliğe ihtiyaç duyuyorum artık. Bu kitaptaki öykülerin sesi için de çok uğraştım. Umarım herkes kulak verir.
‘HERKES BİRAZ PARANOYAK, BİRAZ DEV CÜCELER ÜLKESİNDE’
- Öykülerde bazı temalar ön plana çıksa da karakter çeşitliliği açısından zengin bir metin ortaya koymuşsunuz. Dev soyundan gelen insanlar da var, küçük hayatlarının içine sıkışan sıradan insanların hikâyeleri de... Paranoyak zihinlerle de karşılaşıyoruz, yayınevi editörlerini rahatsız eden tez canlı yazar adaylarıyla da... Nasıl doğdu tüm bu karakterler?
Gözlemci biriyim, insanların anlattığı hikâyeleri dinlemeyi de severim. Bazen onları dinlerken içimden bambaşka öyküler kurgularım. Ya şöyle olsaydı, ya böyle deseydi, ya karşısına olmadık biri çıkmış olsaydı…
Zihnim durmadan alternatifler üretir. Bazen bu yarattığım paralel gerçeklikler kendilerini yazdırmak için diretirler. Ben de kulak veririm onlara.
Herkes biraz paranoyak, herkes biraz ısrarcı ve herkes biraz dev cüceler ülkesinde. Hepimiz dünyaya az da olsa uyum sağlamaya çalışan yabancılarız aslında. Herkes “normal”miş rolü yapıyor ama kafalarımızın içi allak bullak. Çoğu konuda çaresiz, yenilmiş, bir başına hissediyoruz kendimizi. Yabancılığımız asla dinmiyor. İşte bu yabancılığı, bu karmaşayı kişileştirmeye gayret ettim. Bu nedenle karakterler durmadan çoğaldı metinlerde.
- Kitap zaman zaman yarı fantastik bir havaya bürünüyor fakat hiçbir zaman gerçekle ve gerçek hayatın gündelik hayat pratikleriyle bağını koparmıyor. Bu dengeyi nasıl sağladınız? Fantastik edebiyata ya da en azından sizin de yaptığınız gibi fantastik unsurlara yer vermeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fantastikle metaforik arasında ince bir çizgi olduğunu düşünüyorum. İşte tam da o ince çizginin üstünde yürümeye çalıştım. Yüzeyden bir okumayla fantastik olarak görebileceğimiz şeyler, derin bir okumada başka anlamlara, gerçekliklere açılabilir.
Edebiyatta bu dengeyi olağan üstü bir ustalıkla kurmuş yazarlar var. Gregor Samsa’yı fantastik bir bakış açısıyla, fiziksel olarak böceğe dönüşmüş bir insan olarak da okuyabilirsiniz, metaforik bir bakış açısıyla toplumda böcekleşmiş bir insan olarak da.
Metafor doğrudan anlatımdan daha etkileyici ve kuvvetlidir. Bugünün anlatısında bunun fantastiğe gitgide daha yakın durmasını da seviyorum. Metinlerin gerçek üstü bir anlatımla zenginleştiğini, çoğaldığını ve yeni anlatım olanaklarına doğru genişlediğini düşünüyorum. Elbette anlatmaya çalıştığınız ve peşinde olduğunuz gerçekliğin iplerini asla elden bırakmadan…
‘MİMARLIKLA YAZARLIK ARASINDA KOPMAZ BİR BAĞ VAR’
- Yazarlığınızın yanı sıra siz bir mimarsınız da. Bu iki meslek arasında ortaklıklar buluyor musunuz? Özel hayatınızda mimar kimliğiniz mi yoksa yazar kimliğiniz mi ön plana çıkıyor?
Mimarlığın bana kazandırdığı dünyaya bakma, anlamlandırma ve analiz etme becerisi yalnızca yazarlıkta değil hayat pratiğinde de her zaman işe yarıyor.
Mimarlığı bir meslek olarak değil bir hayat becerisi olarak görüyorum artık. Mimarlıkla yazarlık arasında koparılamaz bağlar var benim için. Her ikisinin de temelinde insan için, insanı anlatarak tasarlamak var. Yaratmak önüne geçilemez bir dürtü. Estetik kaygı da öyle.
Tasarladığınız şey hem kullanışlı hem de güzel olmalı. Mimarlıkta bunu başaramazsanız yaşanabilir mekânlar değil heykeller tasarlarsınız ancak.
Bunun yazıdaki karşılığı ise okura geçmeyen, dokunmayan aşırı süslü ya da teknik metinler. Bu nedenle fonksiyonla estetik arasındaki dengeyi kurma meselesi her ikisinde de en önemli şey.
Artık mimarlık yapmıyorum, yazıyorum, okuyorum ve başkalarına da sevdirebilmek için bunlarla ilgili dersler veriyorum ama bu aslında mimar olduğum gerçeğini değiştirmez.
Etrafıma baktığımda aksaklıkları, bozuklukları, olmamış şeyleri, herkesin farkında bile olmadan yanından geçip gittiği tuhaflıkları yakalayabilmenin yolu mimarlık, anlatmanın yolu ise yazarlık benim için.
‘OKUDUĞUM HER METNİN DİLİNİ DE ÖĞRENMEYE ÇALIŞIRIM’
- Edebiyat anlayışınızı şekillendiren, dil ve üslubunuza etki eden başlıca yazarlar ya da metinler hangileridir?
İyi şeyler okumak iyi şeyler yazmanın altın anahtarı. Özellikle dille derdi olan yazarları ve metinleri önemsiyorum çünkü peşinde olduğum kendi dilimle bir atmosfer, bir biçem yaratabilmek.
Anlatırken iyi bir hikâyeniz olması yetmez, kendinize özgü bir dil yetkinliği de gerekir. Kendi dilinizi ne kadar iyi tanır, ona ne kadar hâkim olursanız, onu eğip bükmek, sınırlarını zorlamak ve genişletmek o kadar mümkün olur. Anlatının ihtiyacı olan dili de böyle bulursunuz. Bu nedenle okuduğum her metnin dilini de öğrenmeye çalışırım.
Yazarın ayak izlerini takip edip o dili nasıl kurduğunu anlamaya gayret ederim. Beni etkileyen yazarlar ve metinler dönem dönem değişir, hepsi beni zenginleştirir ama yazmaya ilk başladığım yıllardaki kadar belirgin bir etki değil artık bu. Bu çeşitlilikten daha bütüncül bir bakış açısıyla beslenmek denilebilir belki.
Durmuş Saatler Dükkânı / Gamze Güller / İletişim Yayınları / 1107 s. / 2020.