Füsun Akatlı… Oğuz Demiralp’in kaleminden

1970’li yılların Ankara’sında yazınsal buluşmalar, Oluşum Dergisi toplantılarından tanışıklığım vardır Füsun Hanımla. Füsun Akatlı. 60’ların sonunda yazmaya başlamıştır, ama serpilip çiçeklenmesi 70’lerdedir. Sadece statükoculuğa değil Jdanovçuluğa da karşı usun, sanatın ilerici sesiydi.

Oğuz Demiralp / Cumhuriyet Kitap Eki

1970’li yılların Ankara’sında yazınsal buluşmalar, Oluşum Dergisi toplantılarından tanışıklığım vardır Füsun Hanımla. Otuzu aşkın yıl sonra İstanbul’da bir sempozyumda karşılaşmış, Sevda Şener, O ve ben öğle yemeğinde birlikte olmuştuk. Biribirinden önemli iki isim gitti, biz de sıramızı bekliyoruz.

Bir yazısında “Cumhuriyet sonrası edebiyatımızın 70’li yıllarda yaşadığı olağanüstü serpilme ve çiçeklenme”den söz eder Akatlı. 60’ların sonunda yazmaya başlamıştır, ama serpilip çiçeklenmesi 70’lerdedir.

İlk kitabı Niçin Diyalektik? çıktığında heyecanla okumuştuk. Sadece statükoculuğa değil Jdanovçuluğa da karşı usun, sanatın ilerici sesiydi. Felsefeci olarak başladığı kitabı edebiyatçı olarak bitirir Akatlı. Elbette, o güçlü felsefe bilgisini hep canlı tutacaktır bundan sonra yazacaklarında.

Başka bir felsefeci / edebiyatçı Yücel Kayıran’ın incelikli yazısını okuyun bu kitap üzerine: Füsun Altıok’tan Füsun Akatlı’ya: bir Ronin (Şiirimizin Çeyrek Yüzyılı, YKY). Şairliği, şiir kuramcı ve eleştirmeciliğiyle üst düzey yazın kişilerimizden olan Kayıran’ın verdiği anlamla, aslında 70’li yılların solcularının hepsi, liberalliğe sapanlar dışında, birer Ronin değil midir? (Liberallerin uğradıkları hüsran da onları Roninleştirdi, sonradan).

NE YAZARDI AKATLI?

Ne yazsa iyi yazardı, onu kalıcı kılan aydınlık fikir dünyası kadar dilinin, anlatımının güzelliği, yazılarının “kalitesi”dir. Denemeci ve eleştirmen olarak bilinir. Bir yazısında denemeciliğe eleştiriden iki yıl önce başladığını belirtir.

Akatlı’nın denemeciliğini, Nusret Hızır’dan onun yaptığı bir alıntıyla tanımlayabiliriz: “Deneme, konusunu derinliğine kavramak ya da tüketmek savında bulunmayan, ama dizgesiz biçimde, çoğu kez söylediklerini önemsemiyormuş gibi davranarak yeni katkıda bulunan bir yazın türüdür denebilir.”

‘Bakın ne kadar önemli şeyler yazıyorum’ demeden önemli şeyler yazardı Akatlı. “Ciddiye almayın dediklerimi. Bir tazı yazıya sıvanırsa bunları yazar. Ama kargalar eleştiri yazmadıkça tehlike uzaktır.” diye bitirdiği “Kokular ve Öyküler” deneme yazınımızın en güzel metinlerindendir.

Kültürsüzlüğümüzün Kışı (Dünya K., 2003) gibi içerikli bir kitabı bizlere armağan eden Akatlı kültür, dil, düşünce alanında cumhuriyetçi, aydınlık bir dünya görüşüyle ışıldardı. Bu kitapta yer alan “Arı Kovanına Dil Sokmak Görevdir” yazısında bir yazarın görevinin ne olduğunu çok iyi anlatır.

Akatlı’nın denemeleri üzerine Şehmus Şahin imzalı bir yüksek lisans tezi okudum. Önemli eleştirmenlerimizden Devrim Dirlikyapan tez danışmanıymış. Füsün Hanım bunu görebilseydi! Gençlerin okuması gereken bir deneme yazarımızdır Akatlı. Dediği gibi, “Deneme okurluğunun okurun düşüncesini özgürleştirici bir yanı vardır, hep olmuştur.” 

“BİR DENEMECİNİN ELEŞTİRMEN OLARAK PORTRESİ”

Akatlı’nın eleştiri yazılarını da okumak gerekir aynı şekilde. İlk göze çarpan Akatlı’nın deneme biçemiyle (üslup) eleştiri yazmasıdır. “Bir denemecinin eleştirmen olarak portresi” diye söz eder kendinden. Rahatttır, zihni açıktır, sözünü sakınmaz, ukalalık yapmaz. Yargılarının çoğunu zaman doğrulamıştır.

Genel olarak, bilimsel, nesnel, kuramsal, falan filana takılmadan yazınsal yazar. Artık yazın incelemeleri, eleştirileri çoğaldı, iyi oldu, eleştiri türümüz gelişti. Ancak, olumsuz bir damarımız da kalınlaştı.

Eleştiri yazılarını entelektüel şova çevirenler, bayılıyorlar büyük kuramlarla kasılmaya, fiyakalı Arapça, Farsça, Frenkçe kavramlarla. “Karga”cayı Türkçe sanıyorlar. Bunlar Türkçe yazına, anlasınlar diye İngilizce söylüyorum, “service” değil, “disservice” ediyor. Eleştiriye meraklıların Akatlı gibi Türkçe ustalarını okumalarını öğütlerim.

ELEŞTİRİ YÖNTEMİ

Akatlı’nın bir eleştiri yöntemi varsa, her yapıtı ayrı ele almayı yeğlemesidir. “Eserin bağımsız ve tek başına varlığı”nı, “tek tek yapıtların biricikliğini ve bütünlüğünü” görebilmesi onu tek kitap değerlendirmeleri bakımından doruğa taşımıştır. Piyasa kaygısı taşımadan, neyse fikri onu çekinmeden yazar.

Edebiyat Defteri (Afa, 1987) bence Akatlı’nın en iyi eleştiri kitabıdır. Kısa, vurucu, kalıcı metinler içerir. O dönem Türk yazınının da güzel bir panoramasıdır. Akatlı polemiklerden kaçmaz. Rauf Mutluay’a ‘cevap vermesi’, Aziz Nesin ile atışması polemik yazınımız bakımından önemlidir. Aziz Nesin’in anılarında hiç gülümseme olmadığını yazması ne ilginçtir!

Genel, izleksel çalışmalar da yapmıştır. 1960 - 80 Türk Öykücülüğüyle ilgili çalışması zaman içinde temel bir kaynakçaya dönüşmüş, Füsun Hanım da öykü uzmanı bilinir olmuştur. Oysa romanlar, şiirler, deneme kitapları üzerinde de yazmıştır. Akatlı’nın bütün bu yazdıklarını okuyunca, genel anlamda yazın alanında okuryazar ne demek, ne olmalı, daha iyi anlıyorsunuz. Sadece yazan ve okunmayı bekleyen o kadar çok ki!

Feridun Andaç’ın Akatlı’yla söyleşisi (Kültürsüzlüğümüzün Kışı) yazarımızı tanımak için vazgeçilmez bir kaynaktır. Akatlı “Ben iddia ediyorum ki, yazdığım bütün yazılar - kuramsal yazılar ve eleştiri yazıları da dahil olmak üzere - deneme türüne girer” diyecektir. Deneme yazıda özgürlüktür. Denemeyi böylesine savunan bir yazarın aynı zamanda akademisyen olması dikkatimizi çekmeli.

Akatlı’nın tez çalışmalarının, ders notlarının basılmasını isterim, doğrusu. Akademik çalışmaların özel kalıpları, yöntemleri var, önemli elbette. Ancak, Tanpınar, Tahsin Yücel gibi örnekleri de anımsarsak, bir akademisyenin iki eliyle yazabilmesi daha da önemli. Akatlı’nın dramaturgluğunu da düşünürsek ne kadar yararlı bir kültür kişisini yitirmiş olduğumuzu daha iyi anlarız.

Füsün Akatlı yeri boş kalan bir yazarımızdır. Biz kovanı boş bırakmamalıyız.