Fransız olimpiyat ekibinde bir Türk kızı
Pekin Olimpiyat Oyunları'na katılan 323 kişilik Fransız sporcu kafilesinde Türk kökenli bir halterci genç kadın var. Müslime Meral Sunar 8 kez Fransa şampiyonu olmuş, çok sayıda Avrupa kupası da olan alışılagelmişin dışında bir sporcu.
cumhuriyet.com.trMüslime, Fransız edebiyatı mezunu, yazıyor ve Fransa’da polis memuru olarak çalışıyor. Eşi Erdal Sunar da halterci. Üstelik Avrupa şampiyonluğu, dünya ikinciliği gibi dereceleri var. Sakatlığı nedeniyle Pekin’e giden Türk Ulusal Halter Takımı’na katılamayan Erdal da eşinin Pekin rüyasına refakatçi sıfatıyla eşlik ediyor.
Müslime’yi Fransa’da Türkçe öğretmenliği yapan Ayşe Jolly isimli arkadaşımın aracılığıyla tanıdım. Onu önce Ayşe’nin elektronik postayla yolladığı 2008 Fransa Halter Şampiyonası kaydında izledim. Müslime’nin kafamızdaki ‘halterci’ imgesiyle hiç bağdaşmayan inceliği, bir balerin ‘zarafet’iyle hareket edişi, kibarlığı ve güzelliği en başta gelen sportif başarısını gölgeleyecek kadar etkiliydi. Kendisini yakından tanıdıkça hayretimiz artmaya devam etti. Fransa’da doğup büyümüş çoğu Türk çocuğundan beklenmedik temizlikte, oldukça zengin ve düzgün bir Türkçe konuşuyordu. Fransa’da polis memuru olarak aktif hayata atılan Müslime, Fransız Edebiyatı diploması almıştı, üstelik kalemi de bileği gibi kuvvetli amatör bir yazardı... Ayrı bir sürpizi de kendisiyle söyleşi yapmazdan kısa bir süre önce yaşadım. Müslime’nin 2006 yılında evlendiği Halter Şampiyonu bir Türk eşinin olduğunu ve Erdal Sunar’ın da şimdilik Fransa’da yarı profesyonel sporculuk yaptığını öğreniyordum. Erdal’ın alçakgönüllü ve efendi haliyse futbol ve basketbol gibi bazı sporların profesyonelleşmesinin özünde insanlığa ve spora neler kaybettirdiğinin dışa vuran en basit kanıtlarındandı.
Ailenin etkisi
-Müslime haltere nasıl başladınız?
Haltere başlamama ailem vesile oldu. Çok küçükten beri onları halter kulüplerinde takip ederdim. Babam vücutçuydu. Annem üç çocuk dünyaya getirdikten sonra burada “Atletik Güç Sporları” dediğimiz, “Halter”e bağlı bir spora başladı. Ağabeylerim de halter yapınca ben de onların izinden gittim.
-Ancak hepsini geçmişsiniz... Bu istek ve heyecan nereden kaynaklandı?
Onlar da başarılıydı. Haklarında gazeteler ve dergilerde yazılar çıkıyordu. Ben de onlardan heveslendim. Başarılı olduğumu kısa zamanda herkes fark etti. Başladıktan iki sene sonra, 1994’te Fransa Yıldızlar (Junior) Şampiyonu oldum.
-Erdal siz haltere nasıl sardınız, Müslime ile nasıl karşılaştınız ve Fransa’yı niçin tercih ettiniz?
Erdal: Haltere 1994’te ilkokul 5. sınıfta öğretmenimin teşvikiyle başladım. İlk başta Kütahya’da 30 kadar çocuktuk. Gerçi sonunda 3-4 kişi kaldık ama, o dönemde Naim Süleymanoğlu’nun çok popüler olması hepimizi heveslendiriyordu. Ben yükseğine kadar devam ettirdim, desem yeridir. Kütahya’da yüksek öğrenimimi yaparken de KOMBASSAN ve ASKİ’de halterciliğimi sürdürdüm. Müslime ile ilk karşılaşmamız 2001 Avrupa Gençler Şampiyonası’nda oldu. O sene daha ziyade bakıştık. Gerçek tanışma ve konuşmamızsa 2003 şampiyonasında oldu. Sonra haberleştik, telefonlaştık, görüştük. 2006’da da evlendik. Askerliğimi bitirdiğim ve eşimin iş durumu da daha müsait olduğu için Fransa’ya gelmeye karar verdim. Türkiye’de belki Beden Eğitimi öğretmeni olabilirdim, ancak burada diplomamın eşliğini tanıdılar. İki dersten fark geçmemi istediler. İlk dersi geçtim. Ekim ayında ikinci fark dersinin sınavına hazırlanıyorum. Diplomamı alırsam Fransa’da halter antrenörlüğü yapabileceğim. Eşimin de işi nedeniyle bu durum bize daha uygun geldi.
Fransa benimle ilgilendi
-Müslime sizin Türkçeniz burada doğup büyümüş, okumuş çocuklara oranla epeyce iyi. Bunu neye borçlusunuz?
Yok maalesef Türkçem o kadar iyi değil. Annemle babamla evde sürekli Türkçe konuşuyorduk. Ayrıca babam evde sürekli Türk televizyonlarını izliyordu. Bir de Türkçe kitap okuyorum. Sanırım bunun da bana yararı oldu. Erdal ile evlendikten sonra da Türkçem çok ilerledi, çok düzeldi, kelime hazinem zenginleşti.
-1999’ta Türk basınında yayımlanan küçük bir haberde, tek isteğinizin ‘ayyıldızlı’ formayı giymek olduğu yazılmış. Bugün durum farklı, niçin?
Evet, o zaman Türk Milli Takımını temsil etmek istemiştim. Gençtim, delilik çağıydı. (Gülüyor) Biraz da saflık işte... Deneyimli bir Türk halterci beni başarılı bulmuş, Türk takımına geçmemi istemişti. Ben de heveslenmiştim, ama annem-babam izin vermedi. Zira onlar için önemli olan spordan önce tahsilimdi, hayatımı garanti altına almaktı. Ben de önce okudum ve bir meslek edindim. Polis oldum.
-Müslime, Türk kökenli bir sporcu olarak Olimpiyatlarda Fransız renklerini, Fransa’yı temsil ediyorsunuz. Örneğin, Türk bir rakiple yarışacak olsanız neler hissedersiniz? Nasıl bir duygu bu?
Fransız olmaktan ve Fransız renklerini temsil etmekten çok gurur duyuyorum. Fransa’da doğdum büyüdüm. Fransa benimle ilgilendi. Fransa’da bu duruma geldim. Sonsuz teşekkür borçluyum. Eşimin de Türkiye’yi temsil etmesinden çok gurur duyuyorum. Sonuçta bir ülkeyi temsil etmek o kadar da kolay değil. Her ülkenin ayrı bir tarihi, kültürü var. Sırf bunun için bile saygılı olmak gerekiyor.
-Fransa’da doğup büyüdünüz ama, adınız ‘Müslime’ bile derhal Müslümanlığı, ‘yabancılığı’, ‘öteki’ni çağrıştırıyor. Üstelik Fransa’nın taşrasında yaşıyorsunuz. Okulda, sporda, polislik mesleğinizde, çevrenizde size nasıl davranıldı, davranılıyor? Geçmişte bu farklılığı nasıl yaşadınız, şimdi nasıl yaşıyorsuz?
Başta kolay değildi, çünkü ismimden dolayı hemen farklı bir insan olduğumu anlıyorlardı. Ama bir insan eğer bir topluma uyum sağlayabiliyorsa, inanıyorum ki, iyi geçinmemek için hiç bir sebep olmaz. Bu tamamen uyumu istemek sorunu. Bugün etrafımla aram çok iyi.