Fransız balkonda tanıdık fantezi: Babayı öldürmek

Bir yatalak hasta, her şeyi gören, duyan isteyen ama hareket edemeyen... Düşlerinde yaşayan bir adam ve en büyük fantezisi; 'Babayı öldürmek'...

cumhuriyet.com.tr

Psikiyatrist Dr. Ahmet Coşkun'un Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı 'Fransız Balkon'da bizi bir yatalak hastanın düşlerine dahil ediyor. Romanın ana karakteri bir ALS hastası.  Bedensel işlevlerini yerine getiremese de beyni normal insanlar gibi çalışıyor. Hatta  öylesine derin hayaller kuruyor ki tarihin en eski fantezisine götürüyor bizi; Babayı  öldürmek.

Ahmet Coşkun, roman kahramanını Staphen Hawking'le ilişkilendirmiş. Hawking'in hastalığına rağmen hayatın çok içinde olup yeni keşifler yapmasını irdeleyen Coşkun, O'nun bilinçdışı arzusunu ortaya çıkarmış. Yazar, Hawkin'i belki de kariyerindeki bu  noktaya getiren arzunun Babayı öldürme fantezisinde gizli olduğunu söylüyor.

Coşkun'la; hasta ve hasta yakını, engellilik kavramı ve Hawking'e kadar birçok konu üzerinden konuştuk:

- Ahmet Bey, bu romanı yazma fikri nasıl oluştu?

Sanırım asıl sebep her zaman olduğu gibi “insan”ı merak etmemdi. Ayrıca mesleki pratiğimde birçok nedenli engelli hastalarla iç içe oldum. Bu süreçte doğal olarak bu tür yatalak yakınlarıyla da karşı karşıya geliyoruz. Bu romanda yatalak ve bakımını sürdürenler arasındaki ilişkiyi incelemem bu sorunun cevabını bulmamı kolaylaştırır diye düşündüm. Yakınları başlarına gelen bu duruma çok üzülüyorlar ve ilk başta genellikle çok büyük laflar ediliyor. “Her şekilde hastama bakarım” diyorlar, ama çoğu zaman görüyoruz ki 5-6 ay sonra bize geldiklerinde her iki taraf ta çok öfkeli insanlar haline gelmiş oluyorlar. Bu ilişki durumu hep ilgimi çekti. Benzer olarak anne bebek ilişkisi de. Çünkü deneyimlerini hatırlamıyoruz, ama bebeklik süreci aslında hepimizin içinden geçtiği bir yatalaklık durumu.


- Bu gibi durumlarda, hastanın yaşamı olumsuz yönde etkilendiği gibi hasta yakınının psikolojisi de oldukça bozuluyor değil mi?

Tabii... Hasta yakını için iş 'Allah belasını versin, yaşadığım hayat benim kaderim mi?'ye kadar geliyor zaman zaman. Başta ‘ben ona ne olursa olsun bakarım’ diyen kişi de yatalak olan kişi de sonradan birbirine son derece öfkeli hale geliyor. Ve bu süreç aralarındaki şiddeti de kolaylaştırıyor.


- Roman karakteri hırçın. Bedenini kullanamıyor ama kullandığı tek organı beyniyle aslında hiç de iyi niyetli olmayan bir insan var karşımızda.

Sadece gözleriyle hayata temas ediyor. Evet öfkeli. Başına gelmiş olanlardan babasını sorumlu tutuyor. Annesinin ölümünün nedenini babasının eve geç gelmesiyle ilişkilendiriyor. Babası için ‘benimle hiç ilgilenmiyor, konuşmuyor, benim farkımda değil’ diyor. Bir taraftan da rekabet etmek istiyor babasıyla. Örneğin; babasının sevgilisi için benim de kadınım olsun, bana aşık olsun diye de arzuları var, belki hepimizdeki gizli arzular gibi…


- Roman karakterlerine neden isim vermediniz?

Romanda temel isimler var aslında: Baba. O bir isim aslında, tüm babaları ilgilendirsin diye öyle kurguladım. Bir de 'eve gelen kadın' var, ona bir kişisel isim verince 'kadın' olgusu hafifleyecekti. Aslında şunu istedim;  'hangimiz eve gelen kadın oluyoruz?' Bazı rollerimiz 'eve gelen kadın' rolleri ama isim kullanıldığında o rolün kavranılmasını zorlaştırıyor.

- İsimsiz kahramanlarla amacınız okura empati kurdurmak mıydı?

Tam öyle sayılmaz. Hekim-hasta ilişkisinin dışında öyküdeki yaşanan yatalaklık durumu hepimizin başına gelebilme ihtimali var zaten. Ben buraya dikkat çekmek istedim. Hepimiz o ya da bu tıbbi nedenden ötürü yatalak kalabiliriz, bir yatalağın bakımını sürdürmek zorunda kalabiliriz.

-Bir yatalağın gözünden dünyaya bakınca, fark ettim ki bizim onların gözlerindeki anlamı göremeyişimiz de aslında başka bir engellilik durumu. Engelsizlerin engeli nedir?

Yatalaklık durumu sadece fiziki yetersizlikle ilgili bir şey değil aslında. Aslında o ilişkide neler yaşanıyor da biz o süreçte yatalaklık durumunu gözden kaçırıyoruz, göz ardı ediyoruz. Ya da temel olarak insan nasıl bir özelliğe sahip ki aslında her zaman üzerinde taşıdığı bir tür yatalaklık durumunu görmek istemiyor. Bu durum kabaca bir tür kör olma durumu. Ben şöyle varsayıyorum, bir yatalakla karşılaştığımızda sıklıkla onu görmezden gelmek istiyoruz. O görüntünün yükü ağır geliyor doğal olarak. Fakat kaçırdığımız bir şey var hiçbir şey yapmadan televizyon seyretmek de bir yatalaklık durumu. Bizim kendimizde taşıdığımız yatalaklık biçimleri var. Ben ne kadar yatalağım?' sorusunu kendimize sormamız lazım, insan’ı, kendimizi tanımak için.

- Kitabın bir başka ayağı da en eski bilinçdışı arzuya dayanıyor: Babayı öldürme fantezisi.

 Babayı öldürme fantezisi bir yatalakta bile etkisini sürdürüyor. Suçladığı, kızdığı ve kıskandığı babasını fiziksel olarak yapamasa da kurduğu düşte bu bilinçdışı isteğini gerçekleştiriyor ve babasını öldürüyor. Zaten babayı öldürme durumunun sahici gerçekliği çoğunlukla bir düş, bir fantezi durumudur. Hatta bu duygunun fantezi olarak varlığı bana göre sağlıklılığa işaret eder.

-ALS deyince akla ilk gelen isim Stephen Hawking. Roman karakteriyle Hawking’in arasında bir bağlantı var mı?

Hawking diğer yatalaklardan farklı, yani hayatın çok içinde, bilindiği üzere ilgi çekici bir yaşamı var. Bir yatalağın içine düşmesi beklenen depresyonun dışına çıkmayı başarmış, keşifler yapan bir bilim adamı durumunda. Beni etkileyen yönü buydu, hiçbir tarafını hareket ettiremeyen Hawking, hala hayata istekle tutunuyorsa bunun bir nedeni olmalıydı. Peki, Hawking'e bunu yaptıran ne? Ben bu sorunun cevabını hepimizde var olan rekabet duygusuyla anlamaya çalıştım. Yaptığı keşiflerle babasını alt ediyor, hemcinsleriyle yarışıyor.

Aslında Hawking'i de “babayı öldürme fantesizi” şimdiki kariyerine getirmiş olmalı diye düşünüyorum. Belki sosyal desteği ya da maddi şartları Hawking'in bir şansı, ama biz bilmiyoruz ki belki her bir sıradan yatalak keşiflerini yapmış durumda. Biz fark etmiyoruz, göremiyoruz. Bu romandaki kahramanını da “karanlığı” incelemeye götüren sürecini bir keşif olarak kabul ediyorum. İçindeki hüzünü araştırıyor, ama dikkat edecek olursak bu duygu asla bir depresyon değil, aksine sanatsal ve çok umut dolu. Ruh işçiliğini devam ettirecek düzeyde istekli ve enerjik.