‘Fıtrat’, ‘kader’ diye diye...
Yılın bol ödüllü filmi ‘Babamın Kanatları’ nihayet vizyonda. Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği film iş cinayetlerinden yola çıkan çarpıcı bir Türkiye eleştirisi.
Emrah KolukısaBoğaz’ın serin sularının üzerinde, bilemediniz şehrin çatılarına nazır uçması gereken bir martı Esenyurt’ta 20 katlı bir site inşaatının içine sıkışıp kalmış, bir yandan çığlık atmakta, bir yandan da dört dönmekte, çıkış ararcasına. Oturduğu yerden onu seyreden, içinde bulunduğu inşaatın ustası, ölümün kıyısına dek gelmiş kanser hastası İbrahim Usta da bir yandan martıya dertlenmekte belli ki, bir yandan da aynı kıstırılmışlık hissini neye, nasıl tedavül edeceğini hesaplamakta belki. Türkiye’de işçi olmak ne zamandır “fıtrat”, “kader” gibi gitgide aleladeleşen sözcüklerle tanımlanmakta ne yazık ki ve “Babamın Kanatları” da başta İbrahim Usta (Menderes Samancılar) olmak üzere, varını yoğunu inşaat sektörüne bağlamış topal ekonomimizin hızla harcayıp gözden çıkardığı emekçilerin hikâyesini anlatıyor.
Ona önerilen tek alternatif 8000 liralık sigortasını dışarıdan ödeyerek emekli olması ama yok ki öyle bir para. Çalıştığı şantiyeden alacağı üç kuruşu bile toplayamıyor nerede kaldı 8 bin lira. Onunla birlikte aynı inşaatta çalışan yeğeni Yusuf (Musab Ekici) ise işinde yükselmeye çabalayan, etrafındakiler (ve ustabaşısı) tarafından sevilen ve en büyük derdi hoşlandığı kızla (Kübra Kip) yakınlaşmak olan bir genç. Bir yandan da koğuşta örgütlenen ve taşeron sistemine karşı kendilerini güvence altına almak isteyen işçilere göz kulak olup, ona güzel bir gelecek vaat eden ustabaşısına laf taşımaktadır. İlk 30 dakikada olan tüm bu anlattıklarım filmin serimi olduğu kadar, karakterlerin de izleyiciye tanıtıldıldığı bölümü hikâyenin.
Kaza değil cinayet
Filmin asıl kırılma noktası işçilerden birinin, üniversiteli Fırat’ın inşaattan düşerek öldüğü sahne. Son derece etkileyici bir ustalıkla çekilmiş bu sahnenin ardından kapitalist yapının gerçek yüzünü de görmeye başlıyoruz. Benzetmek gerekirse sıvalar dökülüyor ve çarpık iskeleti açığa çıkıyor binanın. Fırat’ın ölümünün kaza değil bir cinayet olduğunu herkesten iyi bilen firma yetkilileri acilen ölen gencin ailesine “kan parası” yetiştirmenin derdine düşüyorlar ve bu da ölümün kıyısında olduğunu bilen ve çoluk çocuğuna üç kuruş para bırakamamanın acısını yaşayan İbrahim Usta’nın kafasının bir köşesine yerleşiveriyor sinsice.
Fırat’ın ölümü ve İbrahim Usta’nın tedavi parası bile bulamadığı için gitgide kötüleşen hastalığı filmde vicdani tercihlerin ayrımına getiriyor kimi karakterleri. Bu anlamda en net değişimi Yusuf’ta görüyoruz. Amcasının başına gelenlerle, yengesinin filmin sonundaki duruşu bizi, yani izleyicileri de Yusuf’un baktığı noktada durmaya zorluyor ve onun geçirdiği değişimi hissetmemizi sağlıyor. Yusuf, hayır, belki bilinçlenmiyor (işçi sınıfının bilinçlenmesi anlamında söylüyorum bunu), ama içinde bulunduğu yapının kirli, acımasız ve vicdansız karakterini açık biçimde duyumsuyor. Ustabaşısıyla yaptığı pazarlık sonucu yakın geleceğinde alacağı tüm parayı avans olarak çekip amcasına verme planı İbrahim Usta tarafından safça bir iyiniyet olarak yorumlanıyor ve Yusuf bunu anlamıyor, ama, ilk zamanlar halay çeken işçi çocuklarla beraber oynamaya dünden hazır olan Yusuf şimdi onları halay çekerken yakaladığında azarlamaya başlayınca bir şeylerin fena halde bozulduğunu biz anlıyoruz.
Filmi sürükleyen oyuncular
Filmin merkezindeki karakterlerden İbrahim Usta rolünde Menderes Samancılar yılın en dikkat çekici performanslarından birini sergiliyor. Onun incelikli, duygusal anlamda yoğun ve son derece ekonomik oyunculuğu belli ki yılların süzgecinden damıtılmış. Zaten hem Adana’da hem de Antalya’da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı ve uzun yıllardır bu dalda duble yapan nadir isimlerden biri oldu. Aynı şekilde iki festivalde birden En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu unvanını alan Kübra Kip de canlandırdığı rolde son derece başarılı. Filmin bence asıl keşfi olan Musab Ekici ise adını daha uzun yıllar duyacağımız bir oyuncu kanımca. Genç yaşına rağmen işin sırrını çözmüş izlenimi veriyor, ki hiç kolay değildir. Ayrıca filmin atmosferinde büyük katkısı olan Bajar imzalı müzikleri ve Kıvanç Sezer’in henüz ilk filminde tutturduğu duygu sömürüsünden uzak gerçekçi ve yalın sinema anlatımı da filmin olmazsa olmaz artıları. Son sözüm dağıtımcılara. “Babamın Kanatları” filmi İstanbul’da topu topu 6-7 salonda oynuyor. Kadıköy yakasında sadece Rexx’te var örneğin. Oysa bu film çok daha geniş kitlelerle buluşması gereken bir film. Küçük filmler salon bulamıyor derken kastedilen biraz da bu işte ve bu da bizi Kaan Müjdeci’nin yapımcılığını üstlendiği “Kapalı Gişe: Türkiye Sinemasında Dağıtım Krizi” adlı belgesele getiriyor. Her iki filmi de izlemenizi öneririz, birini sinemada, diğerini internette.