Firmaların yüzde 54’ü enflasyonu, üretim ve yatırım gücünü sınırlayan bir faktör olarak görüyor

40 bin şirketi temsil eden TÜRKONFED’in Başkanı Orhan Turan: 22 bin civarında şirket; enflasyonu, üretim, yatırım ve ihracat gücünü sınırlayan bir faktör olarak görüyor. Enerji maliyetini ciddi biçimde artıracak zam dalgası ve borçlar, üreticiyi olumsuz etkileyecek.

Şehriban Kıraç

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, Türkiye’nin son 40 yılda risklerini düşürmeye değil, faizi düşürmeye odaklandığı için enflasyon dahil pek çok kronik sorununu çözemediğine işret ederek “Geçici çözümler değil, kalıcı reformlara ihtiyacımız olduğu açık” dedi.

İki yılda dört Merkez Bankası Başkanı ve üç TÜİK Başkanı değişikliği yaşandığını anımsatan Turan, “Bu tablo ekonomik kurumlarımızın şeffaflık, liyakat ve bağımsızlık noktasında sorgulanmasını artırıyor. Riskleri düşürmek istiyorsak, hatalardan önemli dersler çıkarmakla işe başlamalıyız” diye konuştu. Çatısı altında 30 federasyon ve 275 dernek üzerinden 40 bine yakın şirket yer alan TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.

- İkinci kez TÜRKONFED başkanlığına seçildiniz. Yeni dönemde öncelik vereceğiniz konular ne olacak?

Dünyayı ve Türkiye’yi hem kendimiz hem de insanlık için daha iyi hale getirmek istiyoruz. Bunun için de yerkürenin ritmine, değişen hayatın rengine ve teknolojik gelişime uygun esnek çözümlere ihtiyacımız var. Her ses, her renk ve her düşüncenin en büyük zenginlik olduğunun bilinciyle ortak yaşama irademizi, gelişmiş bir ekonomi ile güçlü bir demokrasi kültürüyle koruyacağımıza inanıyoruz. Aynı zamanda pandemi ile giderek derinleşen yoksulluk ve yoksunluğun önlenmesi, Gümrük Birliği’nin KOBİ’ler perspektifinde güncellenmesi, AB’ye tam üyelik hedefiyle atılacak adımlar, ikiz dönüşüm olarak da adlandırılan dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüme KOBİ’lerin entegrasyonu, ülkemizin esas beka meselesi olduğuna inandığımız iklim değişikliği, toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayatın her alanına yayılması önceliklerimiz arasında olacak. Bu kapsamda İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararına rağmen, sözleşmenin devamlılığının sağlanarak etkin bir biçimde uygulanması gerektiğini düşündüğümüzü de belirtmek isterim.  

TEK SORUMLU COVİD-19 DEĞİL

- Yeni döneme ilişkin bir vizyon belgesi yayımladınız. İçeriğinde neler var?

“Yeni Dönem, Yeni Ufuklar” vizyonumuz, 2030’a doğru yürüyen ülkemizin sorunlarına yönelik çözüm önerilerimizi içeriyor. Covid-19’un büyük bir felaket olmakla birlikte şu anda yaşadıklarımızın ve önümüzdeki dönemde yaşayacaklarımızın tek sorumlusu olmadığının farkındayız. Toplumda kimliklere sıkışmışlıklar, siyasi ve kültürel kutuplaşmalar yaşadığımız şu dönemde yeniden ‘biz olmak’ ve ‘ortak bir ufka bakma’ hayalini canlandırmak için yeni ve sivil bir anayasa dâhil olmak üzere hukuku baştan aşağı yenilemeli, demokrasiyi demokratikleştirip bir yaşam biçimi haline getirmeliyiz. Denge ve denetleme mekanizmaları kurulmuş, güçler ayrılığı tesis edilmiş, yasama, yargı ve yürütmenin rol tanımlarının net ve demokratik olduğu bir sistem ile sorunlarımızı çözeceğimize inanıyoruz.

Verimlilik artışı ve buna paralel olarak rekabetçilikte oyunun içinde kalmak için Paris İklim Anlaşması’nı onaylayarak uygulamaya başlarken, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve Yeşil Mutabakat ile uyumlu yeni ekonomik dönüşüm stratejisi oluşturmalıyız. İklim değişikliği odaklı yeşil ekonomiye geçişi esas alan, dijitalleşmeyi bir kaldıraç olarak kullanan, yeni girişimleri destekleyen, araştırma-geliştirme çalışmalarının önünü açan, KOBİ’lerin direncini artıran ve kapasitelerini geliştiren, küresel ekonomide etkin bir aktör olmayı hedefleyen bir stratejinin oluşturulması gerekiyor. 

Bölgeler arası eşitsizliği gidermek ve yerel kalkınmayı hızlandırmak için yerel yönetimler ile yerel aktörleri sürece dahil etmeliyiz. Pandemi ile yoksulluk ve yoksunluğun derinleştiği bu dönemde, sosyal devlet perspektifi ile sosyal politikaları yeniden tartışmaya açmalı, toplumsal-siyasal uzlaşmalar üretmeliyiz. En önemli sermayemiz olan gençlerimizi tersine beyin göçüne ikna edeceğimiz bir ortamı hazırlarken, nitelikli insan kaynağını da ülkemize çekecek iklimi oluşturmalıyız. 

İŞ HACMİNDE DARALMALAR SÜRÜYOR

- Pandeminin etkileri konusunda bir hasar tespiti yaptınız mı? Bu dönemde özellikle üyelerinizden ne tür şikâyetler alıyorsunuz?

Pandeminin işletmeler üzerindeki etkisi kısmen hafifliyor gibi görünse de sorunların kronikleştiğini söylemek mümkün. İş dünyasının nabzını tuttuğumuz saha araştırmalarımız da bunu gösteriyor. Bu yılın ilk çeyreğinde yayımladığımız bir araştırmaya katılan firmaların yüzde 41’i krizin etkilerini büyük ölçüde hissettiğini, yüzde 35’i de etkilendiğini ifade etti. Mikro ve küçük ölçekli işletmelerde bu etki yüzde 51’e çıkıyor. Firmaların iş hacimlerinde de daralmalar devam ediyor. İşletmelerin yüzde 68’i iş hacimlerinde yaşanan daralmaya dikkat çekerken, mikro (yüzde 70) ve küçük (yüzde 73) ölçekli işletmelerde bu oran daha da yüksek görülüyor. Ve bu işletmelerimizin yüzde 57’si iş gücü kaybı yaşadıklarını belirtiyor. 

Kriz dönemlerinde finansmana erişim işletmeler için hayati bir konu haline geliyor. Nakit akışı, alacak sorunları ve finansman arayışlarında işletmelerimiz özellikle devletten daha fazla destek ve katkı görmek istediklerini aktarıyor. Merkezde alınan kararların sahaya tam yansımaması da büyük sorun teşkil ediyor.

TAHSİLATTA BÜYÜK SORUN

- Kısa çalışma ödeneği bitti. Vergisel teşvikler de belli takvimler dahilinde sona eriyor. Pandemi döneminde verilen destekler ne kadar işe yaradı?

Pandeminin ilk yılında yaşanan kredi bolluğu, bu yıl kredi maliyetlerindeki artış nedeniyle KOBİ’ler için kapandı. Böyle bir ortamda bazı borçların ötelenmesine dair düzenlemeler ve destekler önem kazanıyor. Özellikle pandemiden yoğun bir şekilde etkilenen sektörlerde olumlu etkisi hissedilen Kısa Çalışma Ödeneği’nin (KÇÖ) kapsamının genişletilerek yıl sonuna kadar devam etmesi gerekiyor. Yine son yaptığımız araştırma, işletmelerin yüzde 59’unun KÇÖ’den yararlandığını gösteriyor. Elbette kredi ağırlıklı verilen desteklerin geri ödenmesinde, firmaların ödeme yükümlülükleri ve pandemi şartları düşünüldüğünde sorunlar yaşanması kaçınılmazdı. Öyle olduğunu da sahada yaptığımız çalışmalar gösteriyor. Daha kapsamlı ve daha uzun süreli hibe destek paketlerinin açıklanması ekonomik ve toplumsal hayatta rahatlama sağlayacaktır. KGF kredilerinin de yeniden ve etkin bir şekilde yatırım ve ihracat odaklı firmalar kapsamında devreye alınması özellikle üretim, istihdam ve ihracatta hareketliliği artıracaktır. 

- Bu dönemde tahsilat konusunda ne tür sıkıntılar yaşıyorsunuz?

Pandemi döneminde işletmelerin bu döneme dair risk algılarını ölçtük. Buna göre firmaların yüzde 37’si iç talep yetersizliğini en büyük risk olarak görürken, bunu yüzde 36 ile alacakların tahsil edilememesi takip ediyor. Aslında bu durum pandemiden önce de ciddi bir problemdi. Çünkü KOBİ’lerin ‘geleceğin büyük firmaları’ olması önündeki en büyük engel alacaklarının zamanında ödenmemesi. Ödemelerin AB’de olduğu gibi 30 güne düşürülmesi, kamu kurumları ile yerel yönetimlerin de kapsama alınmasına yönelik Önce Küçüğü Düşün ilkesi çerçevesinde önerilerimizi karar vericiler ile düzenli olarak paylaşıyoruz. Halka açık şirketler de sene sonu yayımlanan bilançolarına ‘KOBİ’lere yapılan ödemelerin ortalama vadesi’ni de ekleyerek, bunu bir sosyal fayda unsuru olarak kamu ile paylaşabilir. 

HATALARDAN DERS ÇIKARMALIYIZ

- Son iki yılda, ekonomi kurumlarında ve ekonomi yönetiminde görev değişiklikleri oldu. Bu kadar sık görev değişiklikleri ekonomiyi nasıl etkiliyor?

İki yılda dört Merkez Bankası Başkanı ve üç TÜİK Başkanı değişikliği yaşadık. Bu tablo ekonomik kurumlarımızın şeffaflık, liyakat ve bağımsızlık noktasında sorgulanmasını artırırken, oluşan güvensizlik ülke risk primimizi de yükseltiyor. Çünkü günümüzde ekonomiler güven ve istikrar üstüne inşa ediliyor, kalkınma için ekonomik faaliyetler tek başına yeterli görünmüyor. Yatırımcılar güven duydukları ülkelere doğru sermaye akışını sağlıyor. Riskleri düşürmek istiyorsak, hatalardan önemli dersler çıkartmakla işe başlamalıyız. Ülkemiz son 40 yılda risklerini düşürmeye değil faizi düşürmeye odaklandığı için enflasyon dahil pek çok kronik sorununu çözemedi. Geçici çözümler değil kalıcı reformlara ihtiyacımız olduğu açık. 

 KUR-FAİZ-ENFLASYON SARMALI

- Yüksek enflasyon-kur-faiz üçgeni iş yapış şeklinizi nasıl etkiliyor?

Özellikle 2018 yılı itibarıyla etkisini derinden hissetmeye başladığımız yüksek kur-faiz-enflasyon sarmalının üzerine gelen Covid-19, mevcut ekonomik dengesizliklerin daha da artmasına yol açtı. Artık yurt içi veya yurt dışı tasarruflarla finanse edilmeyen bir kaynağın kur-faiz-enflasyon dengelerinin korunarak sağlanmasına imkân yok. Dolayısıyla devreye toplam harcamalarda yapılan kısıntılar girecektir. Bu da önümüzdeki dönemde büyümeden feragat edeceğiz anlamına geliyor. Finansmana erişim ile yüksek enflasyon, işletmelerimizin performansını en fazla kısıtlayan faktörlerde başı çekiyor. Firmaların yüzde 54’ü enflasyonu, faaliyetlerini kısıtlayan, üretim, yatırım ve ihracat gücünü sınırlayan bir faktör olarak görüyor. Enflasyon ile kararlılıkla mücadele dahil ülkemizin çıkış yolu üretim ekonomisinden geçiyor. Üretim üzerinde enflasyon dahil var olan her türlü baskıyı kaldırmak, yatırım iştahı ile motivasyonu da artıracaktır. 

- Üretici ve tüketici arasındaki fiyat makası giderek açılıyor. Bu devam ettirilebilir mi? Ürün fiyatlarına önümüzdeki dönemlerde ne kadarlık zam bekliyorsunuz?

Üretici enflasyonu son aylarda üst üste rekor kırıyor. Mayıs itibarıyla bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 38,33 artış yaşandı. Özellikle dünya genelinde yaşanan tedarik zincirindeki aksamalar, ham madde ve üretim maliyetlerini artırdı. Buna bir de döviz kurundaki gelişmeler ve uluslararası emtia fiyatlarındaki artış eklenince iş dünyamız hem finansman hem de rekabetçilik anlamında olumsuz etkilendi. İşletmelerin enerji maliyetlerini önemli ölçüde artıracak son zam dalgası, borç, nakit sıkıntısı, dövizdeki dalgalanma ve ekonomik sıkıntılar, halihazırda oldukça zor günler geçiren üreticiyi olumsuz etkileyecektir. Önümüzdeki dönemde sektöre göre değişmekle birlikte bu durumun ürün fiyatlarına çeşitli oranlarda yansıması kaçınılmaz görünüyor. 

BELİRSİZLİK BÜYÜMEYE ENGEL

- Şu anda Türkiye ekonomisinin temel kırılganlıkları, en can yakıcı sorunları nelerdir? Çözüm için neler öneriyorsunuz?

Ülkemiz uzunca bir süredir Orta Gelir-Orta Demokrasi ve Orta Eğitim tuzaklarına takılmış görünüyor. Bugün daha da gerileyen ve pandemi ile sorunları daha da ağırlaşan bir yapıyla karşı karşıyayız. Bölgesel farklılıkların ayrılmaz bir bütün oluşturduğu ülkemiz için; bütünleşik, bölgesel ve yerel kalkınma stratejileri düşünülmüş, küresel ekonomiye daha güçlü ve etkin bir biçimde entegre olmayı hedefleyen, kurumları, kuralları ve hukuku da kapsayan yeni bir ekonomik program kaçınılmaz.

Ekonomik dinamizmi teşvik etmek için çocuklara, gençlere, kadınlara yani en büyük zenginliğimiz olan insan kaynağımıza yatırım yapmalıyız. Analitik düşünebilen, dünyaya, bilime ve bilgiye açık nesiller yetiştirmek; çocuklar ve gençlerin önüne yeni hedefler, yeni fırsatlar, yeni ufuklar ve yeni umutlar inşa etmek için çok daha radikal düşünmeye ve radikal hedefler koymaya ihtiyacımız var. 

- İlk çeyrek büyüme rakamlarını ve büyüme hedeflerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu alanlarda ne tür riskler görüyorsunuz?

İlk çeyrekte yüzde 7’lik büyüme yakalandı, ikinci çeyrek için ise baz etkisi nedeniyle yüzde 20 seviyesinde yüksek bir büyüme beklentisi var. Kısa vadede çözüm sağlayan kararların uzun vadede zararlara yol açtığını birçok kez tecrübe ettik. Türkiye ilk çeyrekte oldukça güçlü bir performans gösterse de bu güçlü performansın maliyeti enflasyon, cari açık ve politika çerçevesindeki belirsizliğin kura yansıması oldu. 

Meselemizin büyüme oranları değil büyümenin sürdürülebilirliği ve kalitesi olduğunun altını çiziyoruz. Son 40 yıldır hep dalgalı bir büyüme grafiği sergilediğimiz için yapısal sıkıntılarımız devam ediyor. Bu şekilde büyümenin kalıcı istihdam yaratmadığını, iş gücüne katılım oranlarının mevcut seyrinden de görebiliyoruz. Yüksek faiz ortamı, üretim ve yatırım ortamındaki belirsizlikler büyümenin önünde engel teşkil ediyor. 

LAİK, DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE HAYALİ

- TÜRKONFED’in hayalindeki Türkiye’yi anlatır mısınız?

Yeni döneme ilişkin vizyon belgemizle birlikte hayalimizdeki Türkiye’yi de açıkladık. İş dünyası olarak bunları gerçekleştirmek için her türlü zorlukla mücadele etmeye hazır olduğumuz hayallerimiz şöyle sıralanıyor;

  • Yerküreyle ve yeşil dönüşüm ile uyumlu bir ekonomik atılımı başlatmış,
  • Sosyal, laik ve demokratik hukuk devletini yeniden inşa etmiş,
  • Güçler ayrılığını, denge ve denetleme mekanizmalarını yerli yerine oturtmuş,
  • Yargının tam bağımsızlığını tesis etmiş,
  • Toplumsal ve siyasal uzlaşmalar ile yeni dönemin, yeni ve sivil anayasasını yapmış,
  • Avrupa Birliği’ne tam üye olmuş,
  • Hukukun üstünlüğüne inancı artırmış, ortak yaşama iradesini ve toplumsal esenlik ile güçlü bir toplumsal dönüşümü başarmış,
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı politikalar geliştirmiş, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, kutuplaşmanın olmadığı, toplumun refah ve huzurunun esas olduğu, bir toplumsal mutabakatı ve toplum-devlet mutabakatını sağlamış,
  • Onurlu yaşam hakkını kurumsallaştırmış ve garanti altına almış,
  • Adaletsizlik ve yoksullukla mücadele politikalarının küresel öncülerinden olmuş bir Türkiye hayal ediyoruz.