Fırat Doğruloğlu: Yok sayılmaya çalışıldıkça kadın öyküleri arttı
Bugüne kadar çok izlenen TV dizilerinde oynayan, tiyatroya da ara vermeyen oyuncu Fırat Doğruloğlu, Doğduğun Ev Kaderindir'e dolandırıcı Tarık karakteriyle katıldı.
Elif TokbayFotoğraf: Vedat Arık
Tiyatroya lise yıllarında başlıyor Fırat Doğruloğlu. Televizyonda ise onu bir zamanların eğlenceli dizisi Yarım Elma'daki Kuzey karakteriyle tanıdık. Sene 2002'ydi. Bugüne kadar çok izlenen TV dizilerinde oynayan, tiyatroya da ara vermeyen oyuncu, Gülseren Budayıcıoğlu dizilerinden Doğduğun Ev Kaderindir'e dolandırıcı Tarık karakteriyle katıldı. Dizi yavaş yavaş finale doru gitse de Doğruloğlu'nu yakında birer kadın hikayesi olan Olağan Şüpheliler, Türkiye'nin ilk distopya dizisi olarak tanıtılan Memoria ve 40 ülkede festivallere katılacak Dalgalar ve İzler'de de önemli rollerde izleyeceğiz. Doğruloğlu'nun hikâyesini dinledik.
- Hatay’da doğup büyüdünüz, sonra üniversite yıllarınız İstanbul’da geçiyor.. Bu iki büyük ve baskın şehir sizi nasıl şekillendirdi?
Harika bir şehirdir Hatay. Orada doğup büyüdüğüm için çok şanslı hissetmişimdir hep. Medeniyetlerin ve dinlerin buluştuğu yerdir ve bu buluşmanın, kaynaşmanın insanlar üzerinde yarattığı enerji hemen fark edilir. Hoşgörülü, anlayışlı, misafirperverdir insanı, paylaşmayı sever, sıcakkanlıdır. Denizi, yaylaları, eşsiz mutfağı, tarihi, mistik ve antik yerleriyle çok güzel bir ruhu vardır şehrin sarar sizi bırakmaz. E beni de sardı, besledi, büyüttü 19 yaşıma kadar ve sonrasında İstanbul macerası başladı benim için. İstanbul benim için çok büyüktü ve bilinmezliklerle doluydu tabii bir de tek başınaydım.. Ayak uydurmakta çok zorlanmadım Allah’tan, çok güzel insanlarla tanıştım hemen ve bana çok katkıları oldu. Ne kadar toy olduğumu ve hâlâ öyle olsa da bildiğimin yanıldığıma hiç yetmediğini fark ettim hemen. Kısa sürede oyunculuğun aslında ilk hedefim olduğunu anladım ve hevesim enerjim tamamen o yöne döndü. Bir yandan okumak zorundaydım çünkü ailem bunun için gönderdi beni ve Bilgi Üniversitesi’ni kazandım. Reklam, tiyatro, sosyal hayat; hızlı ve heyecanlı bir koşturma başladı. Artık ne yapmak istediğimi bildiğim için sonrasını akışa bırakıp elimden geleni yapmaya çalıştım. Aradığım her şey buradaydı kimi için çok mücadele verdim kimi ayağıma kadar geldi resmen ve fazlasıyla karşılık verdi bana İstanbul. Uzunca bir süre dolu dolu yaşadım İstanbul’u. Yaşayan ve yaşatan bir ruhu var, her an dinamik ve enerjik tutabilir seni, ruh haline göre tabii. Zaman zaman çok yorucu ve kaotik bir şehir olsa da İstanbul’u çok seviyorum her şeyiyle.
- Peki fizik, ekonomi, ardından oyunculuk.. Size neler kattı tüm bu alanlar?
Fizik bölümünde derslerle hiç ilgilenmedim açıkçası bana uzak geldi. Sonra tiyatroya başladım ve fakültenin basketbol takımına girdim. Çok güzel insanlarla tanıştım, sosyal hayatımda İstanbul’a ayak uydurmamda ve oyunculuk serüvenimin başlarında bana çok şey kattılar. Hayata bakışım, mizah anlayışım değişti, gelişti. Bilgi Üniversitesi’nde birbirinden değerli hocalardan dersler aldım. Onlarla aynı havayı solumak bile bir zenginlik katıyordu ki dersler dışında çokça sohbet etme, sorma, danışma fırsatlarım oldu. Çok güzel arkadaşlıklar kurdum, eğlendiğim, keşfettiğim, ağrısız sızısız, tatlı tatlı piştiğim yıllar. Oyunculuk bütün bunlarla iç içeydi zaten tiyatro hep hayatımdaydı.
- Hatay’da kalsaydınız sizi nasıl bir hayat beklerdi, hiç düşünüyor musunuz? Yine oyuncu olur muydunuz?
Açıkçası düşünmedim. Ama kalsaydım eğer oyuncu olamazdım hobi olarak kalırdı bence.
- Doğduğun Ev Kaderindir’de canlandırdığınız karakteri sizden dinleyelim? Nesi sizi cezbetti?
Yönetmenimiz Çağrı Bayrak ile konuşup fikirlerini de alıp Nesrin’in Tarık’ı tarif ettiği özellikleri üzerine bir şey kurmaya çalıştım. Tekstil üzerine başka firmalara da danışmanlık yapabilecek kadar deneyimli, donanımlı bir adam. Dünyanın birçok ülkesini gezmiş dolaşmış, yaşamış; maceracı, eğlenceli ve dünya mutfağını çok iyi biliyor özel merakı bu. Ama bunlar bir dolandırıcının hedefindeki yeni kurbanları için oynamak zorunda olduğu roller bir yandan. Neyse bekleyip görelim bakalım neler olacak...
- Tarık karakteriyle intikam çanları çaldırıyorsunuz. Siz intikam alır mısınız? Yoksa “Hiç işim olmaz” mı dersiniz?
Hiç işim olmaz.
- Dizide zamanla şekil değiştiren, dönüşen bir aşkı izledik. Hayatta da öyle değil mi? Yaşanmışlıklar, hayattan beklentiler, insanların zamanla değişmesi aşkı olanaksız mı kılıyor sizce?
Bu saydıklarını düşünürken aşk uçup gitti bile Aşk varsa eğer bunların üstünde bir güçle hissettirir kendini. Ama burada bir seçim söz konusu sanırım artık vazgeçmişlik söz konusu.
- Sizce her aşk bir gün bitmeye mahkum mu?
Uzun yıllar birlikte aşkla yaşayıp aşkla ölen insanlar tanıyorum, biliyorum, duyuyorum. Bitmeye mahkum olduğunu düşünmüyorum. Şimdilerde aşkı hormonlarla tarif edebiliyoruz ama yine de onları harekete geçirecek birine ihtiyaç duyuyoruz herkesle olmuyor yani. Gidip marketten, mağazadan seçebileceğin bir şey de değil. Bunun biraz da kapitalizmin insanları bireyselleşme ve bencilleşmede getirdiği son nokta olduğunu düşünüyorum. Aşk varsa hayat başkadır.
- Exxen’de yayınlanacak Olağan Şüpheliler dizisine de dahil oldunuz. Orada sizi nasıl bir rolde izleyeceğiz? İpuçları verir misiniz?
Hali vakti yerinde ama alt kültüründe yaşadığı belki hiç farkında bile olmadığı sıkıntılar yüzünden kadınlara özellikle de karısına karşı kıskançlık ve öfke krizleri yaşayan hatta karısına şiddet uygulayan zavallı bir adam.
- Bir de Türkiye’nin ilk distopya dizisi olarak adlandırılan Memoria var. Onu da anlatır mısınız? Konusu nedir? Karakteriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Beni çok heyecanlandıran bir proje. Arkadaşım Emre Kavuk’un çekip ağabeyi Mehmet’le beraber yazdığı distopik bir hikâye. Bir kadın intikam hikâyesi. Rahap’ı oynuyorum orada, çok dişi diyebileceğim, oldukça kilit bir karakter, oynarken büyük keyif alıyorum. Henüz bu kadarını paylaşabiliyorum. Ama sıkı iş. Kadromuz da çok iyi Gonca Vuslateri, Sevcan Yaşar gibi isimlerin yanı sıra Meral Çetinkaya, Şemsi İnkaya, Bülent Emin Yarar gibi ustalarla çalışmanın keyfi ve değeri de bambaşka.
-Sizin distopyalarla aranız nasıl peki?
Favorim olmasa da sevdiğim türlerden. Edebiyatta ve resimde de örnekleri var ama ben daha çok sinema filmlerine hakimim. George Orwell’in kitabından uyarlanan “1984” filmi türün kültlerinden sayılıyor ki çok sevmiştim. “Şarküteri”, “Matrix” serisi, “Lobster”, “Köpek Dişi”, “Yapay Zeka”, “Brezilya”... Daha saymadıklarım da var seviyormuşum ya bayağı. Ama yaşamak istediğimiz şeyler değil tabii. Proje olarak içinde olmaktan da çok keyif aldım yalnız orası gerçek, Emre Kavuk ve ekibinin kurguladığı dünyanın da bunların arasında yerini alacağını düşünüyorum.
- 40 ülkede gösterilmesi planlanan Dalgalar ve İzler’de de karşımıza çıkacaksınız. O da bir kadın hikâyesi değil mi? Orada kimsiniz?
Çarpıcı hatta biraz sinir bozucu bir hikâye aslında. Bir kadının başına daha kötü ne gelebilir ki dedirten cinsten. Ama bir yandan da kadın olarak yaşamanın, var olmanın zorluklarını anlatırken bir yandan bir kadının çocuğu ile hayatta kalma mücadelesini ele alan bir film. Ben de psikiyatrist Prof. Dr. Kerem Soyluoğlu’nu canlandırıyorum. Bir festival filmi, bakalım izleyici beğenecek mi ben de merakla bekliyorum.
- Dizilerde güçlü kadınları konu alan hikâyeler arttı mı sizce?
Evet arttı. Kadınlarımız değersizleştirildiği, yok sayılmaya çalışıldığı içindir belki. Tacize, istismara, mobbinge, tecavüze uğradıkları içindir, öldürüldükleri içindir. Yani bunlara inat kadının hayatın her anında, her alanında, her yerinde nasıl var olduğunu, hayatın kendisi olduğunu anlatmak içindir. Kadının o karanlık zihniyetin içindeki gibi birkaç bir şey değil her şey olduğunu göstermek için. O yoksa sen de yoksun hayat da.. Kadınlara ne kadar değerli olduklarını anlatmak, bunun için kendileri olmalarının yeterli olduğunu hatırlatmak içindir.
- Freud ve psikoloji okumaya meraklısınız, insanları çözmek için mi, kendinizi daha iyi anlamak için mi okursunuz?
Kendini çözdüğün kadar insanları çözebilirsin, anlayabilirsin. Kendine gösterebildiğin hoşgörü, anlayış ve sevgi kadar insanlara da gösterebilirsin bunları. Oyunculukta da böyledir, en doğru adres sensindir senin için.
- Oynadığınız karakterden çabuk çıkar mısınız, yoksa bir süre sizi etkisi altına alır mı? Var mı etkisinden çıkamadığınız bir karakter?
Ya tabii ki anın içinde olmak, içindeki hayvanını serbest bırakmak hem olması gereken hem de bence işimizin en zevkli yanlarından biri. Ama sonuçta bu senin hayvanın ve sözünü de dinliyordur diye düşünüyorum. Karakterden çıkamadığım gibi bir durum olmadı.
- Maskeleriniz var mıdır, yoksa olduğunuz gibi görünmeye mi çalışırsınız?
Mesafelerim olabilir biraz ama bu o ortamda nasıl hissettiğimle alakalı. Genelde olduğum gibiyim neysem o.
- Sizin için ekşi sözlük’e şöyle yazmışlar: “Yakışıklılığının farkında olan ve yakışıklı gibi gülen adam.” Yakışıklı olmak bir avantaj mı?
Hahaha.. Evet, hatırlıyorum o zaman da çok hoşuma gitmişti. Eski bayağı bu, ama ben hala yakışıklıyım bence (gülüyor). Şaka bir yana e tabii olmaz mı avantajı var. Ama avantajı varsa dezavantajı da hemen yanı başında sana bakıyordur.
- Nasıl insanlara hayran olursunuz?
Kendisiyle ve hayatla barışık insanlara. Onların ışıltısına.. Gerisi tırıvırı bence..
- Kendinizi nasıl beslersiniz?
Bilindik şeyler aslında film izlerim.. Sinemayı çok seviyorum, artık sinemayı aratmayan çok iyi diziler de yapılıyor onları izliyorum.. Kitap kurdu değilim maalesef ama okurum, severim okumayı.. Müzik dinlerim, arkadaşlarımla sosyalleşirim, yeni insanlar tanımayı severim. Evde yemek yaparım; annem sayesinde Antakya mutfağına hakimim.. Onun dışında sevdiğim mekanlar var oralara giderim.