Feyzioğlu: Totaliter bir jargon
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, "Yasama, yürütme, yargı altındaki yetkililer Erdoğan'ın talimatlarının gereğini yapmak üzere yarışıyor" diye konuştu.
cumhuriyet.com.trTürkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, Gezi Parkı’yla başlayan ve dalga dalga Türkiye’ye yayılan eylemlerin “adeta bitmemesi” için iktidar temsilcilerince “inadına provoke” edildiğini savundu. Diktatörlüğe doğru hızlı bir gidiş yaşandığı uyarısında bulunan Feyzioğlu, “Başbakan’ın kullandığı jargon da totaliter bir jargon” yorumunu yaptı. Demokratik ülkelerde iktidarların meydanlardan ders çıkardığına dikkat çeken Feyzioğlu, “Meydanlara ders vermek işte o diktatörlerin işidir” değerlendirmesini yaptı.
Feyzioğlu’na yönelttiğimiz sorular ve Cumhuriyet’e verdiği yanıtlar şöyle:
- Gezi Parkı ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan, kimilerine göre Türk baharı, kimilerine göre de devrim olarak adlandırılan süreci siz nasıl yorumluyorsunuz?
- Çok fazla birikmiş sorunların patlaması bu. Özetle özgürlük paydasında buluşan insanların bir araya geldiği kapsamlı bir halk hareketi. Esasen toplumsal muhalefet siyasal muhalefetin önüne geçmiş durumda. Yani bir tarafta siyasi iktidarın uzun yıllardır uyguladığı baskılara ve “çoğunluk benim, ne istersem onu yaparım” şeklindeki düşünceye bir karşı duruş var. Diğer yandan da siyasi iktidarın bu tavrına karşı muhalefet partilerinin yeterli ve etkili muhalefet yapamadığı düşüncesi bu göstericilerde büyük hoşnutsuzluk yaratmış durumda. Siyasi iktidarın baskısına tepki, muhalefet partilerinin ise yetersizliğinden hoşnutsuzluk ümidi kesme durumu var. Zaten bu nedenle bu hareket bir siyasi partinin organizasyonu değil. Tam aksine meydanlarda bir siyasi parti bayrağı gördüklerinde veya dernek bayrağı gördüklerinde büyük tepki gösteriyorlar.
- Bu olaylar, direnişler nereye gidecek, öngörünüz nedir?
- Şiddet şiddeti doğuruyor. İnatlaşma inatlaşmayı getiriyor. Ben burada siyasi iktidar temsilcilerinin en azından bir kısmının tansiyonun düşürülmesine çabalamadığını görüyorum. Yani adeta bitmesin, inadına bir provoke etme çabası var.
- Bundan umulan ne?
- Toplumu kutuplaştırarak kendi saflarını sıklaştırma düşüncesi, böyle bir hesaplama olabilir. Kısa vadeli siyasi hesaplar yönünden sonuçlarını tartışmak yerine toplumu en yukardan kutuplaştırmanın demokrasi ve hukuk devleti açısından yarattığı tahribatla ilgiliyim. Kaos olan yerde hukuk düzeni yara alacaktır. Çoğunluğun diktası daima tek adam rejimini kurar. Biz hukukun üstünlüğünün kurulmasını istiyoruz. Siyasi iktidar eğer olayların tırmanmasını provoke ederse kısa vadede kendi saflarını sıklaştırır mı bilemem ama orta ve uzun vadede iyileşmesi çok zor derin yaralar açılacak toplumda. Son günlerde dinlediğimiz söylemler farklı noktada yeni ayrışmalara yol açacak nitelikte.
- Nasıl bir ayrışma?
- Bana oy verenler, vermeyenler ayrışması. Alevi-Sünni ayrışması. Alkol kullanan-kullanmayan. Alkol kullanan ve bana oy vermeyen; alkol kullanan fakat bana oy veren ayrışması. Düşünebiliyor musunuz, alkolik sıfatını oy verilen siyasi partiye göre değiştiğine dair bir söylemle karşı karşıyayız.
Yargı hükümetin TOMA’sı
- Yargının siyasallaştığı tartışmaları sürerken MİT ve Emniyet içerisinde de iktidar-cemaat kavgasından söz edilir oldu.
- Ergenekon, Balyoz, KCK davaları özelinde ortaya çıktı ki, yargı bağımsız ve tarafsız değil. Bunu uluslararası kuruluşlar da tescilledi. Dolayısıyla üçüncü kuvvet de 12 Eylül referandumundan sonra siyasi iktidara bağımlı kılındı. Bu yasama, yürütmenin yanına yargının da birleşmesi anlamına geldi. Yargı Türkiye’de siyasi iktidarın yol açma makinesi, TOMA’sı haline geldi. Anayasal kurumlar arasında çatışma olduğu izlenimi doğdu. Birbirine düşman gibi bakmaya başladı ya da en azından öyle algılandı. Bunun doğruluğunu tarih gösterir bize. Ama bu algı toplumda çok büyük güvensizlik yaratıyor.
- Polisin uyguladığı şiddet her geçen gün artıyor...
- Gösterilerde gördük ki, polis geri çekildiğinde olay olmuyor. Ceza Yasası’nda bile kamu görevlisine göre polis ve jandarmanın yetkisini kötüye kullanması daha ağır suçtur. Niçin? Vatandaş sokak ortasında dayak yediğinde polise sığınır. Vatandaşı sokak ortasında polis dövüyorsa sığınacak yer kalmaz. Bu sebeple sivilin bir başka sivili dövmesi ile bir sivili polisin dövmesi arasında dağlar kadar fark vardır. Burada büyük ihlal söz konusudur. Eli sopalı, çivili sopalı polis imajı sadece o sopanın kafasına indiği vatandaşı değil devletin güvenilirliğini de paramparça eder.
‘Türk tipi padişahlık’
- Başbakan ya da iktidar neyi yapmalı, neyi yapmamalı?
- İnsanlar ağaçlar korunacak mı, AVM yapılacak mı diye düşünüyorlar. İyi de Berlin şehrine bir şey yapılacak olsa halk yapmayın diye ayağa kalksa Federal Almanya Şansölyesinin mi ne dediği önemlidir, Berlin Belediye Başkanı’nın mı? Yerel yöneticinin bir siyasi parti tarafından aday gösterilmiş olması önemli değil. Belediye başkanı Başbakan’ın memuru değildir. Ayrı seçimle gelir seçimle de gider. Gezi Parkı’na ne yapılacağı, ne yapılmayacağı Başbakan’ın vereceği bir kararla olmaz. Başkanlık sistemi diye takdim ettikleri ama aslında Türk tipi padişahlık sistemi olan anayasa değişikliği paketinde de istenen bu fiili duruma anayasal altyapı kazandırmak ve daha ileriye götürmek. Demokratik ülkelerde iktidarlar meydanlardaki huzursuzluktan ders çıkarırlar. Ders çıkardıklarını da halka ilan ederler. Meydanlara ders vermek işte o diktatörlerin işidir.
- Polisin adliye içerisine girerek avukatları gözaltına almasını da Türkiye yaşadı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Geldiğimiz son nokta, adaletin kutsal mabedi olması gereken adliyede avukatların yaka paça, yerlerde sürüklenerek götürülmesidir. Gezi Parkı olayları başladığından bu yana fedakârca görev yapan, her biriyle gurur duyduğum meslektaşlarım, polis şiddetinin sorumluları hakkında bir türlü işlem yapılmamasına karşı yetkilileri göreve çağıran kısa süreli bir protesto gösterisi yaparken üzerlerindeki cüppeler yırtılarak, yerlerde sürüklenerek çıkarılıp polis merkezine götürülmüşlerdir. İstanbul Başsavcılığı yargının kurucu unsurlarına 10 dakika tahammül etmeyi çok görmüştür. Tüm toplum, yerde sürüklenenin avukatlar değil, adalet olduğunu, bu yapılanların yurttaşlara karşı yapıldığını bilmelidir.
Yetkililerin utandıran yarışı
- “Evde zorla tutulan yüzde 50, çapulcular, provokatörler, dış mihrakların işi” sözleri size neyi ifade ediyor? Bu söylemler yüzde 50’yi elinde tuttuğunu söyleyen bir liderin ifadeleri olabilir mi?
- Ben size geçen hafta ziyaretine gittiğim iki aileyi anlatayım. Hatay’da gösteriler sırasında öldürülen Abdullah Cömert kardeşimizin ailesine gittik. Atatürk sevdalısı, vatan sağ olsun diyorlar. Evlatlarını toprağa vermişler ama o evde devlete karşı, devletin polisine karşı hiçbir nefret yok. Tepkileri siyasi iktidara yönelik. Oradan Düziçi’ne gittim. Şehit komiser Mustafa Sarı’nın ailesine. Yine bir başka acılı aile vatan sağ olsun diyor. Akrabalarından biri “Dün Taksim’de gaz yedik, bugün evladımızı toprağa verdik” dedi. Abdullah’ın da Mustafa’nın da anası ağlıyor. Mustafa’nın devre arkadaşları da tepkili. Filler tepişiyor, sivil halkla polis aşağıda eziliyor.
- Başbakan tepkilere neden olan her girişimini anayasal güce dayandırıyor. Anayasa Başbakan’a bu kadar gücü veriyor mu?
- Anayasa kuvvetler ayrılığını öngören bir anayasa. Ama Türkiye’de siyasi partiler hukukumuz ve seçim sistemimiz, yürütme organının başını yasama üzerinde mutlak bir güç sahibi kılıyor. Dolayısıyla yasama ve yürütme, yürütme organının altında adeta birleşiyor. Bu parlamenter demokrasilerde kısmen kabul görür. Ama “ben ne dersem Meclis onu yapar” şeklindeki bir yaklaşım tabii ki çoğunluğun mutlak hâkimiyetini, onun da temsilcisini diktatörlüğe götürür.
- Şu anda böyle bir risk var mı?
- Diktatörlüğe doğru gidiş var. Bütün objektif veriler bunu gösteriyor. Belediye başkanı veya valinin ya da bakanın çözebileceği bir hususun çözümü için sadece Başbakan’ın ne dediği dinleniyor. Zaten kimse de Başbakan’a rağmen konuşamıyor, yetkilerini kullanmıyor. Sayın Başbakan’ın kullandığı jargon da totaliter bir jargon. Herkese nasıl yaşayacaklarını, ne yapmaları veya yapmamaları gerektiğinin talimatlarını veriyor. Ağzından çıkan bir söz üzerine yasama, yürütme, yargı altındaki yetkililer gereğini yapmak üzere adeta yarışa giriyor. Bu doğru değil, bunun adı demokrasi değil.