FETÖ Raporu ve ayrıntılar-1: FETÖ’nün “kripto abileri” neler demiş neler?

İlişiği kesilenler arasındaki 63 askeri öğrencinin kamuda başka yerlere yerleştirildiğine dikkat çekilen FETÖ Raporu’nda, başka bir misyon veya görevde bu kişileri kullanabilmek maksadıyla ellerinden tutulmuş olabileceği ve yalnız bırakılmadıkları değerlendiriliyor. Raporda, “Bu kişilerden 3’ü ‘darbe teşebbüsü’, 11’i ‘FETÖ’ye üye olma’ suçundan işlem görmüş olmaları, örgüt ile bağlarının kesilmemiş olduğunu somut olarak desteklemektedir” vurgusu yapılıyor.

Seyhan Avşar / Leyla Kılıç

FETÖ, TSK’ye 44 yıl önce sızdı. Tespit edilenlere cemaat sahip çıktı, okulla ilişikleri kesilmedi. Atılan öğrenciler de ‘cemaat abileri’nce kamu kurumlarına yerleştirildi.

Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan: “Benim dönemimde Fethullah Gülen’le resim çektirmek siyasi anlamda önemli bir prestijdi. Abant toplantılarına koşa koşa gidenler vardı. Onların birçoğu şimdi aktif siyasette. Böyle bir ortamda nasıl mücadele edeceksiniz?” 

FETÖ ile mücadele eden kumpas davalarının avukatı Celal Ülgen, davalardaki eksiklikler nedeniyle FETÖ mensuplarının cesaretlendirildiğini söyledi.

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ’nün TSK yapılanmasına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı tarafından geçen ay bir rapor yayımlandı. Raporda, FETÖ’nün 1977 yılından itibaren TSK’ye sızdığına dikkat çekilirken yapı içerisindeki bazı askeri öğrencilerin “Nurculuk” faaliyetlerine katıldıklarını söylemesine karşın okulla ilişiğinin kesilmediği ve cemaatin sahip çıktığı belirtiliyor. Raporda dikkat çeken bir başka nokta ise okulla ilişiği kesilen bazı öğrencilerin ise “cemaatin abileri” vasıtasıyla kamu kurumlarına yerleştirildiği ve “kripto” bir yaşam sürdüğüne yer veriliyor.

109 SAYFALIK RAPOR

1977 - 1990 tarihleri arasında askeri liselerde okuyan öğrencilerin incelendiği 109 sayfalık raporda, o dönemki 515 öğrenciden 276’sının askeri okullarla ilişiğinin kesildiği, 239 kişinin askeri okuldaki eğitimlerini tamamlayarak TSK içinde yer aldığı ifade ediliyor. TSK’de subay olan 239 kişiden 22’sinin darbeye teşebbüs suçundan, 58’inin ise FETÖ’ye üye olma suçundan hakkında işlem yapıldığı vurgulanıyor. Raporda ayrıca 158 askeri personel hakkında hiç bir işlem yapılmadığına değiniliyor. İlişiği kesilen 276 askeri öğrenciden 9’u hakkında “darbeye teşebbüs”, 69’u hakkında “FETÖ’ye üyelikten” işlem yapılırken 199’u hakkında ise 2016 yılı ve sonrasında FETÖ / PDY silahlı terör örgütü kapsamında hiçbir işlem yapılmadığı kaydediliyor.

‘ŞEFKAT TOKADI’ DETAYI

Haklarında açık ve net olarak adli ve idari soruşturmalarda ifade bulunmasına karşın 119 askeri öğrencinin okuldan atılmamasına da dikkat çekilen raporda bunun nedeni olarak “Örgütün TSK içerisindeki kripto yapısını oluşturmak. Örgütün talimatlara uymayan askeri öğrencileri okullardan attırabileceklerini, bu şekilde örgütün ne kadar güçlü olduğu gösterilerek atılmayan askeri öğrencilere gözdağı verilmiş olabileceği, atılan öğrencilerden kamu kurumlarına giren öğrencilere ise örgüt söylemi ile ‘şefkat tokadı’ atılmış olabileceği değerlendirilmektedir” ifadelerine yer veriliyor. Raporda ilişiği kesilenler arasındaki 63 öğrencinin kamuda başka yerlere yerleştirildiğine dikkat çekilirken başka bir misyon veya görevde bu kişileri kullanabilmek maksadıyla ellerinden tutulmuş olabileceği ve yalnız bırakılmadıkları değerlendiriliyor. Ayrıca raporda, “Bu kişilerden 3’ü ‘darbe teşebbüsü’, 11’i ‘FETÖ’ye üye olma’ suçundan işlem görmüş olmaları, örgüt ile bağlarının kesilmemiş olduğunu somut olarak desteklemektedir” deniliyor.

‘TAKTİK VE YÖNTEM AYNI’

FETÖ’nün 1977 yılında TSK içerisinde kurmaya başladığı yapı taktiklerinin günümüzde de uygulandığı vurgulanan raporda şu görüşe yer veriliyor: “1977 ile yakın zaman kıyaslandığında, örgüte eleman temini, örgütsel aktivite ve faaliyetler, örgüt üyelerinin konaklama şekilleri, örgütün hiyerarşisi, örgütsel tabir ve jargon, itaat ve biatkârlık, örgütsel cezalandırma, örgütsel iletişimde gizlilik gibi örgütsel tüm taktik, yöntem ve uygulamaların tamamen benzer olduğu görülmekte olup 1977’de TSK yapılanması nasıl oluşturulmak istenmiş ise yakın zamanda da aynı şekilde planlanmış olması bu örgütün taktik ve yöntemlerinin ne kadar etkili ve sistemli olduğu görülmektedir.”

‘FETÖ İSTEDİ İKTİDAR YAPTI’

FETÖ raporunu değerlendiren eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, “Daha önce Genelkurmay’a verilen raporlar var, bir kısmı sumenaltı edildi. O dönemlerde FETÖ’nün tehlikeli bir yapı olduğunu belirtenlerin ya görev yeri değiştirildi ya da aktif görevden alınarak pasifize edildiler. Dönemin raporları o zaman nasıl dikkate alınmıyorsa şimdi de alınmıyor” dedi. FETÖ’cüler AKP iktidarıyla bir anda ortaya çıktılar” diyen Tantan, Türkiye’nin yeniden ve çağın gereklerine uygun şekilde kurumsal hafızasını inşa etmek zorunda olduğunu söyledi.

1977-1990 dönemlerinde ifade veren askeri öğrencilerin beyanlarının yer aldığı jandarmanın raporunu Cumhuriyet’e değerlendiren eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, “1977 ve 1990 tarihleri arasında cemaate kripto adam yerleştirildiğini gözler önüne seren askeri öğrencilerin beyanlarının yer aldığı jandarma raporuna baktığımızda, o dönemde bu ifadeler ve soruşturmalar nasıl dikkate alınmadıysa şimdi de alınmıyor. Daha önce Genelkurmay’a verilen raporlar var, bir kısmı sumenaltı edildi. O dönemlerde FETÖ’nün tehlikeli bir yapı olduğunu belirtenler oldu. Görevleri değiştirildi. Aktif görevden alınarak pasifize edildiler. FETÖ’cüler AKP iktidarıyla bir anda ortaya çıktılar” dedi. FETÖ’nün güçlenmesinde iktidarın payının bulunduğunu söyleyen Tantan şunları anlattı: “Kurumlar içten çökertilmeye başlanırken altında bugünkü iktidarın imzası vardı. Vatanına, milletine bağlı FETÖ’cü olmayan kişilerin tasfiyesinden sorumlu kişiler iktidar sahipleridir. FETÖ istedi, onlar yaptı. Benim dönemimde Fethullah Gülen’le resim çektirmek siyasi anlamda önemli bir prestijdi. Onunla fotoğraf çektirmeyen, hiçbir zaman görüşmeyen benim gibi birçok insan varken Abant toplantılarına koşa koşa gidenler de vardı. Onların birçoğu şimdi aktif siyasette yer alıyorlar. Böyle bir ortamda nasıl mücadele edeceksiniz?”

‘KURUMSAL HAFIZA’

İktidarın 17/25 Aralık’tan sonra FETÖ’ye savaş açtığını anımsatan Sadettin Tantan, “Geçmişte bunlar yaşanmış, bundan sonra yaşanmasın diye verilen bir mücadele görülmüyor. Yurtdışında FETÖ hareketinin ya da diğer cemaatlerin para toplama kaynaklarından, eleman kazanmasından, siyasi gücüne kadar uluslararası biçimde bunlarla mücadele edecek savcı, hâkim, uzman, kolluk güçleri yetiştirilmedi. O ülkelerin hukuk sistemine göre yasal güçlerden istifade ederek onları durduracak çalışmalar yapılmadı. PKK, FETÖ, Hizbullah ve başka cemaatlerin hâlâ Türk gençliğini nasıl devşirdiğini görüyoruz. Böyle giderse Türkiye’yi yönetecek insan kalmayacak. Türkiye tüm gerçekleri görerek çağın gereklerine uygun devletin kurumsal hafızası yeniden inşa edilmeli ve örgütle gerçekten samimi mücadeleye girilmeli. Kurumsal anlamda görev tanımları da yeniden yapılandırılmalı ve nitelikli hale getirilmeli” ifadelerini kullandı.

‘TÜRKİYE’YE TAŞINAMADI’

OECD bünyesindeki Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) siyasetçilerin ve üst düzey bürokratların para hareketlerini takip etmek gibi talebi olduğunu söyleyen Tantan şöyle konuştu: “FATF, Türkiye’yi kara para aklama ve terörün finanse edilmesine karşı mücadelede ciddi eksiklikleri bulunduğu gerekçesiyle uyardı. Türkiye bir yıllığına izleme sürecine girdi ve eğer FAFT’ın belirlediği kriterler yerine getirilmezse ‘gri listeye’ alınacak. Türkiye terörü besleyen ülkeler arasında değil, bunlarla mücadele eden ülke konumuna gelmeli. 1999’lu yıllarda AB ülkeleri istihbarat teşkilatları ve kolluk kuvvetleri ile güvenlik politikalarını inşa ederek ‘Avrupa Güvenlik Mimarlığı’nı kurdular. Bu özellikle yolsuzluk, organize suçlar, sınır aşan suçlar, kara para aklama suçları ve çevre suçları ile mücadelede ortak noktaya varılarak alınan kararları barındırıyordu. Maalesef siyasetçiler Avrupa’daki bu uygulama anlayışını Türkiye’ye taşıyamadılar. Türkiye o günden bugüne hâlâ bu altyapıyı kuramadı. Bunun acilen yapılması gerekiyor. Dijital çağa geçen bir dünya var ve her şey kayıt altına alınarak arşivleniyor. Böyle bir dünyada kendi ülkeni koruyup kollayabilmen için temel alt yapıyı oluşturmak şart.”

AKINCI ÜSSÜ DAVASI

PEK ÇOK SORU YANITSIZ KALDI

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yapılan yargılamalardaki eksiklikler FETÖ mensuplarını cesaretlendirirken hukukçular ise birçok davanın “adil yargılama” gibi gerekçelerle bozulabileceğine dikkat çekiyor. 15 Temmuz sonrasının kilit davalarından Akıncı Üssü davası da eksiklerle tamamlanan davalardan birisi. Dosyanın müştekisi ve en önemli tanığı da olan eski Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “mağdur” sıfatıyla ifadeye çağrılmasına karşın mahkemede dinlenmeden karar verilmesi FETÖ’cüler tarafından sürecin hukuka uygun olmadığı yönündeki eleştirilerine neden oluyor. Darbe girişiminin kritik noktalarından olan Akıncı Üssü davasındaki eksiklikleri ve süreci hukukçularla birlikte derledik.

DÜĞÜNDE REHİN ALINDI

Ankara’nın yaklaşık 35 kilometre dışında, Kazan ilçesi yakınlarında yer alan Akıncı Hava Üssü, darbe girişiminin komuta merkeziydi. 15 Temmuz gecesi kullanılan birçok uçak, bu üsten havalanırken Ankara Güvercinlik Üssü’nden havalanan helikopterler de yine bu üsse uğrayarak talimatları aldı. Akıncı Üssü’nü önemli kılan bir diğer özellik de darbecilerin İstanbul ve Ankara’da rehin aldıkları bazı üst düzey askerleri buraya getirmiş olmasıydı. 15 Temmuz döneminin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi rehin alınanlar arasındaydı. Hatta İstanbul Moda’daki bir düğünde rehin alınan dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın buraya getirilmesi bu üssü darbenin komuta merkezi olarak gösteriyordu.

CESARET VERDİ...

Böylesine kritik bir noktada üst düzey askerlerin rehin alınması ve başarısız olan darbe sonrası yapılan yargılamalardaki eksiklikler ise FETÖ’cülere umut oluyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 570 klasörden oluşan, 4 bin 658 sayfalık iddianame hazırlandı. Mahkeme, darbe girişimi sırasında rehin alınan Hulusi Akar’ın “mağdur” sıfatıyla beyanının alınmasına yönelik davetiye gönderdi. Belki de birçok olayın aydınlatılması noktasında hayati önem taşıyan bu davete Akar’ın avukatı tarafından mahkemeye, müvekkilinin soruşturma aşamasında 18-19 Temmuz 2016’da savcılığa, kovuşturma aşamasında ise Genelkurmay Çatı davasında müşteki sıfatıyla beyanda bulunduğu yönünde dilekçe verilerek oradaki ifadelerin değerlendirilmesi istendi. Mahkeme, dilekçeyi kabul ederek Hulusi Akar’ı dinlemeden yargılamaya devam etti. Mahkeme sivil imamlar ile Ankara’yı bombalayan pilotların da arasında bulunduğu 365’i tutuklu 475 sanık hakkındaki kararında FETÖ lideri Fethullah Gülen ve sivil imam Adil Öksüz’ün de arasında bulunduğu altı firari sanığın dosyasını ayırırken Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş’i “anayasa’yı ihlal”, “cumhurbaşkanına suikast”, “77 kişiyi kasten öldürmek” suçundan 79’ar kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Hulusi Akar’ın dinlenmeden mahkemenin karar vermesi, FETÖ mensuplarını cesaretlendirirken kaçak olan çok sayıda FETÖ’cü, “adil yargılama yapılmadığı” yönünde sosyal medya hesaplarından açıklamalarda bulunuyor.

‘HUKUKA UYGUN DEĞİL’

FETÖ ile mücadele eden kumpas davalarının avukatı Celal Ülgen, davalardaki eksiklikler nedeniyle FETÖ mensuplarının cesaretlendiğine dikkat çekerek “Hulusi Akar’ın Akıncı Üssü davasında bir dilekçe vererek başka bir davada benzer ifadeler verdiğini ileri sürüp tanıklığını yerine getirmemesi ve mahkemenin de bunu kabul etmesi hukuka uygun değil. Özellikle Ceza Muhakeme Kanunu’nun sanıklar için tanıdığı suçtan kurtulma olanağı tanıyan tanığı çapraz sorgulama hakkı elinden alınmış olmaktadır. Zira yemin ile dinlenecek olan bu tanık, mahkemenin seyrini değiştirecek önemli bilgileri bu vicdan muhasebesi sırasında verebilir. Bu olay AKP hukukunun tipik kendine özgülüğü ilkesini gözler önüne sermektedir. Tanıkların mahkeme huzurunda ve sanık, şüpheli sanık vekili ve cumhuriyet savcısı ve mahkeme üyeleri tarafından sorulacak sorulara cevap vermesi maddi gerçeğin ortaya çıkması ile yakından ilgilidir” dedi.