Festival başladı, siz hâlâ gelmediniz!

İKSV 40. İstanbul Film Festivali Nisan Seçkisi filmleri dün akşamdan izlenmeye başladı. Bu kez biletler hemen bitmedi!

Yazgülü Aldoğan

Gençlik heyecanımızdır, İKSV İstanbul Film Festivali, kuyruğa girip bilet almalar, İstiklal Caddesi’nde Beyoğlu ve Atlas sinemaları arasında koşuşurken arada bir İnci’de profiterol yemeler! Her şey değişiyor. Bir yıldır sinemaseverler sinemayı evde seyrediyor. Profiterolü bilmem ama yiyeceklerini de internetten sipariş ediyor. Sinema salonu ve büyük ekran seven biri olarak televizyondan bile film seyretmeyi sevmezken pandemi koşulları yüzünden yatakta, kucaktaki bilgisayardan film izledim bir yıl boyunca. Sağ olsun İKSV bizi filmsiz bırakmadı, festivallerden, dünya sinemasından seçkiler yaparak büyük bir çeşitlilikle filmler sundu, böylece daha büyük bir kitleye de ulaştı derken geçen yılki festivali böylece geçirdik. Bu yıl ne yazık ki pandemi bitmedi, arttı, salona gitmek yerine festival yine kucakta bilgisayarda dün akşam başladı. Sinemaseverler biletler satışa açılır açılmaz girip kombine ya da seçtikleri filmlerin biletlerini aldı. Ama geçen yılların aksine hâlâ bilet var! Kendimden biliyorum, ben de bu kez kombine bilet almadım. Çünkü neden? Gösterimler sürekliydi, ilk heves sürekli kombine aldım ve bir kısmını beğenmediğim için bir kısmını vakit bulamadığım için seyredemedim. Dolayısıyla bu kez sadece seçtiğim filmlere odaklandım. Sinemaya çok meraklı olduğum halde niye hepsini izlemek istemedim?

Son Banyo

FİLMLER ÇOK DEPRESİF

Geçen akşam sinemasever meslektaşlarım ve Film Festivali Direktörü Kerem Ayan’la zoom üzerinden bir sohbet yaptık. Kerem bize ilk 20 filmi tanıttı, hepimizin ortak şikâyetine de hak vermekle birlikte yapacak bir şey olmadığını açıkladı. Ortak şikâyetimiz, filmlerin çok depresif ve sert olmasıydı, zaten keyfimiz yok, zaten pandemi, kriz, baskı derken bunalıyoruz, filmler de üzerimize gelince fenalık geliyor! Ben en son İnsan Hakları Film Seçkisi’nden beri, pek film seyretmiyorum! Önceki gün “Quo Vadis Aida” filmini izleyen arkadaşlar birbirini uyarıyordu, dayanamayacak olan başlamasın diye. Ben de yarısında bırakmıştım! Kerem Ayan’ın da söylediği gibi yaşadığımız dünya bu, böyle bir dünyada yaşayan sinemacı ne yapsın, senarist ne yazsın? Hele festival filmleri elbette daha gerçekçi, eğlendirme amaçlı değil, komedi, macera, aksiyon yok, sorunları ele alıyor. Ve işte Quo Vadis Aida’da olduğu gibi Bosna’daki Sırpların vahşetini ve savaşın bütün acılarını, çocukların bile başına gelenleri bütün gerçekliğiyle anlattıkça dayanması kolay olmuyor! Benim gibi siz de çok sert filmlere dayanamıyorsanız diye Nisan Seçkisi için size bir kaç tüyo verebilirim: Fransız filmleri daha “şen şakrak”. Gönül İşleri, Arkadaşlar Arasında, Aşktan Sonra gibi ilişkileri sorgulayan filmler, çok ülke prodüksiyonlu Köstebek Ajan ve Letonya yapımı Aynalar gibi ilginç filmler, Son Banyo ve Aalto gibi farklı filmleri önerebilirim. Ama mesela İran filmi 180 Derece Kuralı, Fransız filmi Şiddetin Başkenti ve bol ödüllü Kanada filmi Düşüş’ten uzak durmalı! Kerem Ayan, son söz olarak da şükredin hâlâ seyredecek yeni filmler var diyor. “Temmuzda Cannes Film Festivali olmazsa ne seyredeceğiz, Cannes ve Venedik festivalleri çevrimiçine karşı, hâlâ salonda yapmayı istiyor!”