Fernando Pessoa'dan 'Lizbon'

“Lizbon: Her Turistin Görmesi Gerekenler”, Fernando Pessoa’nın kentte sadece ikamet etmediğini, orayı yaşadığını bir kez daha hatırlatıyor. Huzursuzluğunun ve huzurunun şehri Lizbon, yazarın elinde yalın ve aynı zamanda derin turistik bir merkeze dönüşürken kitap; yirminci yüzyıl başlarındaki kentle uzak geçmişi ve bugünü kıyaslama olanağı da veriyor.

Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap Eki

Pessoa rehberliğinde Lizbon turu

Bir insanın memleketini anlatması kolay olduğu kadar zor bir iş. Meselenin kolay tarafı, kente hâkim olmak. Fakat bunun, bir rehavet yaratıp kişi için güçlük doğurma ihtimali de var. Kenti tur rehberi, gözlemci ya da turist gözüyle anlatabilmenin yolu, oraya biraz da dışarıdan bakmaktan geçiyor ki bu da başlı başına bir iş.

Lizbon’la özdeşleşen Fernando Pessoa’nın, Lizbon: Her Turistin Görmesi Gerekenler adlı kitabıyla başardığı şey, kente hem içeriden hem de dışarıdan bakarak daha önce ziyaret edenlere bildik bir hikâye anlatması ve şehri görmeyenlerde oraya gitmiş hissi uyandırması.
 
KONUŞKAN VE GÖZLEMCİ PESSOA

Bütün bunlar bir yana, sandığında (ya da bir rivayete göre bavulunda) sakladığı binlerce sayfalık metinlerinden biri olan Lizbon: Her Turistin Görmesi Gerekenler, Pessoa’nın kentte sadece ikamet etmediğini, orayı yaşadığını bir kez daha hatırlatıyor.

İlk bakışta “Bu kitabı Pessoa mı yazdı?” diye bir soru soruyorsunuz, ardından kuşkular beliriyor çünkü kitabın çevirmeni Hakan Atay’ın da dediği gibi “sıradan ve yavan” bir gezi rehberi bu. Zamanla birleştirilen parçalar (Pessoa’nın hangi daktiloyla yazdığı, kullandığı kâğıtlar, 1905’ten itibaren kente geri dönüşü, tur rehberliği, kitabın ‘Portekiz Hakkında Her Şey’ projesinin bir parçası oluşu…) metnin yazara ait olduğuna dair ipuçları veriyor.

Peki, şüpheler bitiyor mu? Elbette hayır. Pessoa’nın farklı hayatlar yaşaması; Alberto Caeiro, Alvaro de Campos ve Ricardo Reis gibi birden çok isimle metinler kaleme alması (ya da en azından yazmak için çeşitli hayatlar yaşıyormuş gibi yapması), böyle bir kitap yazabileceğini gösteriyor: Şair ve yazar Pessoa’dan, 1920’lerin ortalarındaki Lizbon’u anlatan sıradan bir gezi kitabı…

Gözden kaçırılmaması gereken nokta, “yerinden yolculuk ederek gezip gören” Bernardo Soares de Pessoa’nın bir parçasıydı. Aynı zamanda o Pessoa, bir tur rehberiydi. İşte kitapta yazarın bu iki yanı birleşiyor; her biri kendince bir seyahatte.

“Deniz tarafından gelen yolcuya, uzak bir noktadan bile rüyada beliriveren ve güneşin altın sarısı ışıklarının şenlendirdiği parlak mavi gökyüzüne yaslanmış, sade ve zarif bir hayal gibi görünür” dediği Lizbon, Pessoa için turistleri gezdirip farklı isimlerle kitaplar ve şiirler yazdığı bir kent değil sadece; o, burada hem gizleniyor hem de açığa çıkıyor. Rehberlik, yazarın konuşkan ve gözlemci tarafı.
Denizden, karadan ve demiryoluyla gelen gezginlere “Turistimiz” diye seslenen Pessoa, onları mutlaka Lizbon’un orta yerine götürüyor; merkezden etrafa yayılmalarını isteyerek tarihi, ekonomik, politik ve sanatsal bilgiler verirken az biraz edebiyat bekleyenleri hayal kırıklığına uğratıyor.

Şehirde ilerlerken Santa Justa Asansörü’nü, limanı, Campo Pequeno Boğa Güreşi Arenası’nı, Santa Apolónia Tren Garı’nı, Madalena Kilisesi’ni, Grémio Literário’yu (Edebiyat Kulübü’nü), Aziz Carlos Ulusal Tiyatrosu’nu, A Brasileira do Chiado Kahvehanesi’ni, São Pedro de Alcântara Parkı’nı, Lizbon Cezaevi’ni, Jerónimos Manastırı’nı, Lizbon’un yerel gazete binalarını vd. görüyoruz. Bu sırada durmaksızın anlatan; yeri gelince ayrıntı ve bağlantılar veren, yeri gelince ise kısa kesen rehber Pessoa çıkıyor karşımıza. Her iki durumda da tempoyu hiç düşürmezken eleştirmekten kendisini alamıyor: “Lizbon’un maruz kaldığı depremler, birkaç kez restore edilen binada (Lizbon Katedrali’nde) çeşitli izler bırakmış. Fakat restorasyonun çok kötü olduğunu söylemek gerekiyor çünkü binanın şimdiki durumuna bakınca ‘restoratörlerin’ belli bir planının olmadığı anlaşılıyor.”
 
MERKEZDE VE ÇEPERDE

Pessoa’nın rehberliği, Lizbon’un neredeyse hiçbir tarihi mekânını ve mimari eserini atlamadan devam ederken daha önce yaptığı listelerdeki hemen her yeri gezdiriyor okura. Burada unutulmaması gereken şey, kendisi olarak gezen ve kente geleceklere nerelere gidebileceklerini en az yorumla anlatması: “Turistimiz hazır buraya kadar gelmişken biraz önce sözü geçen ve Penitenciaria’nın önündeki geniş alan boyunca uzanan Lizbon’daki en güzel parklardan birini, Parque Eduardo VII’yu görmeden geçmemeli. Parktaki sera, Lizbonluların medarı iftiharı olması gereken harika bir eser. Başkentin o bölgesinde yaşayan bu nüfusun bu parkı neden ziyaret etmediği, hatta varlığından bile haberdar olmadığı ise ayrı bir muamma.”

Bir kültür tarihçisi edasıyla kente dair kalem oynatan Pessoa, aynı zamanda Portekiz’in geçmişiyle 1920’lerdeki hâlini karşılaştırırken cumhuriyetin ilanından sonra saray hayatını anlatan sergilerden bahsediyor.

Lizbon’un merkeziyle sınırlı tutmadığı gezisinde, şehrin çeperlerine yollanan Pessoa, banliyölerin de tarihi, kültürel ve doğal güzelliklerinden mahrum kalınmaması gerektiğini söylüyor.

Sandığından çıkan bu rehberlik metni, Lizbon’un (ve Portekiz’in) 1920’lerdeki kültürel dokusunu yansıtırken yazarın kent içindeki gezisinden kapsamlı notlar sunuyor okura.

Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı’nda şehirle ilgili şöyle demişti: “Tramvayların madenî gıcırtısı insan sesine ne çok benziyor! Ne kadar neşe veriyor uçurumlara düşüp de dirilmiş sokağa yağan şu basit sağanağın manzarası! Ey Lizbonum, yuvam benim!”

Huzursuzluğunun ve huzurunun şehri Lizbon, Pessoa’nın elinde yalın ve aynı zamanda derin turistik bir merkeze dönüşüyor. Bunun yanında kitap; yirminci yüzyıl başlarındaki kentle uzak geçmişi ve bugünü kıyaslama olanağı da veriyor.  
        
Lizbon: Her Turistin Görmesi Gerekenler / Fernando Pessoa / Çeviren: Hakan Atay / Pharmakon Kitap / 120 s.