Faydalı bilgiler... Selefilik

Faydalı bilgiler... Selefilik

Tayfun Atay / Cumhuriyet

Selefilik, Vahhabiliğin ana rahmidir. Ancak sadece Muhammed bin Abdülvahhab’ı değil, günümüze gelene dek pek çok İslâm âlimi, düşünürü, entelektüel, aktivist ve militanını da doğurmuş bir rahimdir bu.

Yelpaze o kadar geniştir ki onun içinde yer alan karakter ya da hareketler bile yekdiğerini Selefilik-dışı sayma noktasına varabilir. Kimilerince 19’uncu ve 20’nci yüzyılların modernist İslam düşünürleri, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza da bu yelpazeye dâhildir. Kimileri ise onları dışarıda tutup Hasan el Benna, Seyyid Kutub ve Mevlana Mevdudi gibi daha radikal bir siyasiideolojik enerjiye sahip isimlerle onların öncülük yaptığı hareketleri bu yelpazede sayar. Ama bunları yelpaze-dışı sayanlar da vardır.

Ve yelpazenin en ucunda da Usame bin Ladin gibi isimleri, El Kaide, IŞİD gibi cihatçı tedhiş örgütlerini bulmak mümkündür.

En ılımlılarından en radikallerine kadar modern dönemin bu İslami şahsiyet ve hareketlerini “Selefi” başlığı altında değerlendirebilmeyi mümkün kılan nokta, onların hepsinin “reformist” bir performansla İslâm’ın temel- orijinal prensiplerine dönülmesi noktasında mutabakatlarıdır. Selefilik için İslâm, “nass”, yani Kur’an ve hadislerden ibarettir. Bu, kitabî bir püriten anlayıştır. İslâm tarihi boyunca söz konusu geleneksel ve kültürel girdileri reddeden, yani “yaşanan” İslâm’dan “ideal” İslâm’a geçmeyi öneren bir yaklaşımdır.

Doktrinde kaydedilen “selef”, İslâm’ın başlangıç döneminde yaşamış, Peygamber’i, onun yakınları ve arkadaşlarını veya onları tanıyanları tanımış, bilmiş, gözlemlemiş olanlardır (“Selef-i Sâlihîn”). Bu dönemin karakteristiği, Peygamber’in aktardığı Allah kelamı (Kur’an) ve yine Peygamber’in yapıp ettikleri, söyledikleridir (Sünnet).

Selefilik işte bu “temel”lere bir “modern geri-dönüş” hareketidir.

Bu çerçevede o, bir bakıma Hıristiyanlıkta Protestan reformizmi neyse ve dinsel anlamda ne murat ettiyse onun İslâm’daki karşılığı olarak da değerlendirilebilir.

Selefiliğin ilk işaretlerinin hicrî 4’üncü asırdan itibaren bulunabileceği kaydedilmekteyse de onu kristalleştiren hiç kuşkusuz İbn-i Teymiyye’dir (ö. 1328). Moğol istilalarının İslâm topraklarını kasıp kavurduğu dönemin katastrofik şartlarından çıkan bu büyük bilginin fikriyatı, İslâm’da teolojik, felsefi (mantık dâhil) ve sûfi açılımlara kapalı, katı, püriten ve ahlâkçı bir “fundamentalizm”i önümüze çıkarır.

İbn-i Teymiyye’nin şeyh ve evliyaya yönelimleri, mezar ziyaretlerini ve dahi Peygamber’in kabrinde yapılan dua ve niyazları şiddetle reddeden yanı, Vahhabiliğin ilham kaynağıdır.

O, Usame bin Ladin’in de ilham kaynağıdır! 1996 yılında tüm dünyadaki Müslümanlara yönelik ve bir anlamda Batı’ya savaş ilanı olan uzun mesajında bin Ladin, görüş ve savlarını İbn-i Teymiyye’den referanslarla besler, destekler, güçlendirir (bkz. “In His Own Words: Statements by Osama Bin Laden”, Al Qaeda Now, 2005, s.168-9).

Öte yandan İbn-i Teymiyye’nin hepten tasavvuf düşmanı sayılamayacağına ilişkin kayıtlar da düşülmüştür. Onun tasavvufa tepki ve eleştirilerinin aslında İbn-i Arabi ve onun “Vahdet-i Vücûd” anlayışından duyduğu rahatsızlıktan kaynaklandığı belirtilir.