Fatih, Patrikhane ve Gennadius İtikatnamesi
cumhuriyet.com.trFatih, Patrik Gennadius Scholarius’la Pamma Khristo Manastırı’nda (Fethiye Camii) Hıristiyan inancı üzerine tartışmaya girişti. “Bir tercüman aracılığıyla” Patrik’ten bu dinin bütün esaslarını açıkça anlatmasını ve açıklamaların yazıya dökülmesini rica etti. Patrik’in kaleme aldığı, Türkçesi Fatih’e sunulan bu metin, Gennadius İtikatnamesi olarak bilinir. Fakat bu ayrıntılı rapor günümüze ulaşmamıştır.
Yıllar önce okuduğum fakat adını unuttuğum eserlerinin birinde Kerim Sadi, Fatih’in İstanbul’u aldıktan sonra istese bile Patrikhaneyi kaldıramayacağını yazıyordu. Bu yargı, bizim bildiklerimizle, öğrendiklerimizle çelişiyordu. Nasıl olabilirdi? Öyle ya, İstanbul’un fethiyle gücünün doruğuna ulaşan Fatih’in Patrikhane’yi kaldırmak elinde değil miydi? Buna karşı çıkacak herhangi bir güç olmadığına göre Fatih, Patrikhane’yi basıp kapatamaz mıydı? Üstelik Patriklik makamı da boştu zaten. Bütün bunlara karşın Fatih, Patrikhane’nin varlığına son verebilir miydi? Hayır, veremezdi. Niçin? Çünkü bu, onun temsil ettiği düzenin ruhuna, özüne aykırıydı. Konuyu biraz yakından irdeleyelim:
Osmanlı zihniyeti
Osmanlılar gittikleri yerlerde var olan düzeni ihtilalci diyebileceğimiz yöntemlerle değiştirmekten özenle kaçındılar. Ülkelerin kargaşaya düşmemesi için eski alışkanlıkları, gelenekleri, özellikle “kanunukadim”i korudular. Neydi kanunukadim? Kadim, kırk elli yıla denmez; kadim oldur ki evvelin kimesne bilmeye.. Bundan anlaşılacağı gibi kadim, kırk elli yıllık bir süreci kapsamıyor tersine, öncesini kimsenin bilemeyeceği bir zaman dilimini anlatıyordu. Bu yüzyıllarca Osmanlı zihniyetine egemen olan temel bir görüştü.
Ekonomik alanda da bu gelenekçilik ağır basmaktadır. Mehmet Genç’in belirttiği gibi, bütün ekonomik düzenlemelerde gelenekçilik sıkı bir biçimde uyulan bir ilke niteliğindedir. İşte Fatih’in Patrikhane’yi kaldırmamasının, kaldıramamasının ana nedenlerinden biri, belli başlıcası budur.
Nitekim Yorga’nın değindiği gibi, Türkler daha önce fethettikleri kentlerde piskoposlara ve metropolitlere bütün yargı ayrıcalıklarını, kimi gelir kaynaklarını ve önemli makamların bir kısmını bırakmışlardır. Yine unutmamak gerekir ki o yüzyıllarda Batı dünyasında asla görülmeyen bir olgu, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanabiliyordu. Üç büyük dinin ibadet yerleri, Topkapı Sarayı’nın hemen ötesinde bir arada rahatlıkla yükselebiliyordu.
Kiliseler arasındaki anlaşmazlık
Fatih ne Rum ne Ermeni ne de Musevi cemaatini başsız bırakabilirdi. Ayrıca Ortodoks ve Katolik kiliseleri arasındaki anlaşmazlığı da biliyordu. Bu çelişkiden yararlanmasını bildi. Kaldı ki Fatih, Hıristiyan Ortodoks Kilisesi’nin hiyerarşik yapısını değiştirmek istemiyordu. Bunun kendisine de yararlı olacağının bilincindeydi. Fatih’in buyruğu üzerine kilisenin önde gelenleri, Doğu ve Batı kiliselerinin birleşmesine karşı olan büyük bilgin Gennadius Scholarius’u patrik seçtiler.
Gennadius, huzura çağrıldı. Yeni patrik ilan edildi. Fatih’le birlikte yemek yedi. Kendisine değerli bir kaftan armağan edildi.
Fatih avlunun ortasına kadar ona eşlik etti ve Patrik, padişahın atlarından birine binerek evine döndü. Fatih’in Patrikhane’yi iki kez ziyaret etmesi ve patriğin isteklerini yerine getirmesi, Rumlar arasında son derece olumlu bir izlenim bırakmıştır. Rum Ortodoks Kilisesi’nin yeniden örgütlenmesi ve güçlenmesine karşılık Fatih, Şeyhülislamlığı daha işlevsel bir konuma getirmiştir.
Fatih, Ortodoks Kilisesi’nin evrenselliğini tanımış oluyordu. Ancak Bizans İmparatorluğu’nun tersine, kilisenin iç işlerine hiçbir biçimde karışılmaması, padişahların “devlet reisi”, patriklerin de “ruhani reisleri” olarak kalabilmeleri ilkesi gözden uzak tutulmamalıdır (Cumhuriyet, 5-6 Mayıs 1965). Balkanlar’daki Slav kiliselerine Rum ruhani reislerinin atanması ile Patrikhane daha güçlendi. Daha sonra Suriye, Filistin, Mısır, Kıbrıs ve Rusya Ortodoksları da İstanbul Patrikliği’ne bağlandı. Bütün bunlar düşünüldüğünde, İstanbul’un fethinin Ortodoks Kilisesi’ne ne kadar geniş olanaklar sağladığı açıktır.
Fatih, Osmanlı padişahlarının, günümüzdeki sözcüklerle, en hoşgörülülerinden ve özgür düşüncelilerinden biriydi.
Geçmişi günümüz kavramlarıyla açıklamak, tarihçilerin en büyük açmazlarından biridir. Hoşgörü, özgür düşünce vb. günümüzde kullanılan sözcüklerdir. Yine de bunları geriye dönük olarak kullanıyoruz.
Başka çaremiz de yoktur. Bunun ötesinde Fatih her şeye ilgi duyan inanılmaz ölçüde meraklı biriydi. Hıristiyanlığı anlamak için de özel bir ilgi ve çaba göstermekten geri kalmadı. Bu onun kişisel isteğine bağlı olduğu gibi yönetimi altına giren geniş bir kitlenin dinsel inançlarını anlamak kaygısından da ileri gelmektedir. Bunun dışında bu merakın, Fatih’in bütün uyruklarını Hıristiyanlığa döndürmek arzusundan ileri gelebileceği gibi iddiaların hiçbir anlamı yoktur.
Günümüze ulaşmadı
Fatih, Patrik Gennadius Scholarius’la Pamma Khristo Manastırı’nda (Fethiye Camii) Hıristiyan inancı üzerine tartışmaya girişti. “Bir tercüman aracılığıyla” Patrik’ten bu dinin bütün esaslarını açıkça anlatmasını ve açıklamaların yazıya dökülmesini rica etti.
Patrik’in kaleme aldığı, Türkçesi Fatih’e sunulan bu metin, Gennadius İtikatnamesi olarak bilinir. Fakat bu ayrıntılı rapor günümüze ulaşmamıştır. Günümüze gelen özet metin, Grek harfleriyle fakat Türkçedir.
İtikatnameyi, Kâtip Mahmut Çelebi’nin babası Karaferye Kadısı Ahmet Türkçeye çevirmiştir. Fatih’e sunulan Türkçe çeviri, Grek harfleriyledir. Avrupa’da basılan ilk Karamanlıca (Grek harfleriyle Türkçe) risale budur. Bu İtikatnamenin, Türkçenin tarihsel gelişimi açısından büyük bir değer taşıdığına şüphe yoktur.