Fark yaratmayan optik gürültü olur
Fotoğraf sanatçısı Erol Özdayı bir sanatçı adayının ruhunda ‘sanatsal anarşizm’ olması gerektiğine inanıyor. Özdayı dijital manipülasyon uyguladığı çalışmalarıyla öne çıkıyor. Fotoğraf makinesinin vizörü, 1978 yılından beri içinde yaşadığı eczanesinin yani “akvaryum”unun dışındaki dünyaya açılan penceresi oldu, 57 yaşındaki fotoğraf sanatçısı Erol Özdayı’nın.
cumhuriyet.com.trHer gün milyonlarca karelik görsel bombardıman altında kaldığımız günümüzde fotoğrafın, insanın kendini ifade aracı olarak seçilen belki de en zor yöntem olduğunun bilinciyle üretmeye çalışıyor. Her şeyin çekimle bitmeyeceği görüşünde. Yeni soluklara, güzelsanatların tüm etkinliklerini izlemeyi öneriyor. “Bir sanatçı adayının ruhunda sanatsal anarşizm olmalı” diyor. Fotoğrafı bir yaşam biçimi olarak ele almayanın sanatçı olamayacağına inanıyor. İzmir’de yaşayan Özdayı tarzını, “sanata daha yakın” diye özetliyor. Kurgusal, belgesel ayrımı yapmıyor.
“Genel anlamda sanatla uğraşanların, sırça köşklerinin içinden bakarak değil, ürettikleriyle birlikte insan sıcaklığını, coşku ve sevgilerini de, populizmin batağına saplanmadan, eleştirel bakışlarından ödün vermeden olabildiğince paylaşıma açmalarından yanayım” diyen Erol Özdayı’yı, şimdi artık dostları eczacı kimliğinden çok fotoğraf tutkusuyla ön plana çıkarıyor.
Gözlerinin içine bakmalı
Fotoğraf ‘sanat’ mıdır yoksa tarihi belgeleyen unsur mudur?
Fotoğraf her haliyle, bir görüntünün fotoğraf kâğıdına, ya da şimdilerde olduğu gibi, sanal ortama aktarılmasıdır. Dolayısıyla çağının belgesi niteliğini taşıyacaktır elbet. İcadından bu yana, elimizde kalabilen bu görüntülerle biz fotoğrafın çekildiği zamana ait bilgi edinebiliyoruz. Bir küçük fotoğraf, kültürel, sosyal, ekonomik, endüstriyel, teknolojik vs. gibi birçok anlamda çok şey ifade edebilir bize. Fotoğrafın düzleminde gezinmeyi, okumayı iyi yapabilirsek eğer, sanal katmanlarına girip yansıtmaya çalıştıklarını, derinlemesine bir algılamayla görüp anlayabilir, bir fikre sahip olabiliriz. Yerde bulup üstüne basıp geçtiğimiz gazetedeki bir fotoğraf, yıllar sonra bile çağına ait sırları gözlerimize fısıldayabilir. Bunun yanı sıra, icadından bu yana, fotoğrafçılar iç dünyalarındaki duyarlılıklarını bir şekilde yansıtabilmek için kendilerini ifade edebilme aracı olarak fotoğraftan yararlanmayı düşünmüşlerdir. Fotoğraf bu farklı boyutuyla, hiç vakit kaybetmeden sanat tarihinde, çok genç bir sanat dalı olarak yerini almakta gecikmemiştir.
Fotoğrafladığınız insanlar içinde sizi derinden etkileyen nedir?
Genelde yakın çevremde ve iletişim içinde olduğum kişilerin portrelerinde duygu ve içtenliği saptama şansı daha fazla oluyor. Tercihim gözlerimizin içine bakmaları. Sanki gözler fotoğrafa giriş kapısı ve bizi içine alıverecekmiş gibi geliyor bana. İnsanlarla karşılaşınca gözlerinin içine bakarım ve bana da öyle bakılması güven verir. Tabii bir de şöyle dolu dolu el sıkışmak. Portre dışındaki fotoğraflarımda insan öğesi, bütüne anlam katabilecek nitelikte olmalı. Çünkü insan, yaşadığı sosyal çevresiyle birlikte varsa bir değeri var. Yaşadığımız dünya, canlı cansız tüm varlıklarıyla bir değer. İnsanoğlunun her koşulda kendini en önemli yaratık olarak görmesini, diğer tüm varlıkları kendi emrinde ve kendi yararına kullanma hoyratlığı ve içinde olmasını ise hiçbir zaman onaylayamıyorum.
Fotoğrafla ölüm arasında bir bağ var mıdır?
Varoluşun diyalektiği ile ilgili bir durum. Bana göre asıl olan yaşanan anlar. O anlar ki, hiç ıskalamadan doğru yaşamak, doğru okuyup doğru değerlendirmek zorundayız. Ölüm olgusu ise insanoğlunun asla kabullenmek istemediği ve bilinç dışına itmek istediği bir reddediş durumudur. Fotoğrafların sanallığında kalıcı olmak, bir nevi ölümsüzleşmek hep cazip gelmiştir insanoğluna. Fotoğrafın icadından önce ise ancak çok zenginler resimlerini yaptırarak sonsuza kadar var olmaya çalışmışlar. Fotoğrafın giderek kolay ulaşılabilir olmasıyla halk kitleleri de bu olanağa sahip oldu.
Teknoloji bir araç
Ara Güler, “Artık İstanbul’da çekecek bir şey kalmadı!” diyor. İzmir için ne düşünüyorsunuz?
Bakmayın siz koca üstada, inanıyorum ki o hâlâ uykusunda bile vizörden bakıyordur. Sanırım o eski İstanbul özleminden böyle söylüyor. Çünkü on milyon nüfusu geçen ve kentlilik bilinci geliştirilmemiş bireyler yığınının tahribatının acısını ta yüreğinde hissediyordur benim gibi. “Gâvur İzmir”imde durum şimdilik biraz daha umut verici. Tarihsel geçmişindeki çeşitlilikten olsa gerek. Aydın ve aydınlık bir kent kimliğini zor da olsa korumaya çalışıyor. İzmir gibi bir kentte yaşamanın ayrıcalığıyla kentimin fotoğraflarını çekmeyi sürdüreceğim.
Peki dijital fotoğrafçılığa sıcak bakıyor musunuz?
Fotoğrafçılığa sıcak bakmam yeterli diyorum. Sonuçta kullanılan araç değil önemli olan. Çağımızın teknolojisi bizi bu noktaya getirdiyse, bunu en iyi şekilde uygulamak için bilgilenmek gerekiyor. Tıpkı eskiden karanlık odanın zanaat kısmını çok iyi bilmek zorunda oluşumuz gibi. Karanlık oda dönemini ben de kapattım artık. Aydınlık odanın nimetlerinden yararlanıyorum. Yenilikleri reddetmeyip öğrenmeye çalıştım. Yetemediğim yerde daha iyi bilenlere sorarak yapmak istediğim fotoğrafları gerçekleştirmeye çalışıyorum. İlle de karanlık odayı kullanmaya devam edenlere saygım sonsuz.
Farklı çalışmalarınız var. Fotoğraflarınızda ağırlıklı olarak dijital manipülasyon uyguluyorsunuz, neden?
Kendimi tek düze bir çalışma stiline bağlı hissetmedim. Doğrudan sokakta bire bir çekim yapıp aynen sunduğum gibi, tasarlayarak ürettiğim çalışmalarım da var. O an neyi nasıl sunmam gerektiğine karar verip öyle davranıyorum. Tek bir tarzın peşi sıra gidemiyorum. Dijital teknoloji ise anlatımımı kolaylaştıran sadece bir araç. Daha önce karanlık odada gerçekleştirmeye çalıştıklarımı bilgisayar ortamında, yani aydınlık odada gerçekleştiriyorum o kadar.
Günümüzde fotoğraf kirliliği yaşıyor muyuz?
Bu son derece doğal bir durum. İşte günümüzde fotoğraf asıl bu nedenle kolay değil artık. Farklılığı yaratamadınız mı bir işe yaramıyor; yalnızca optik gürültü oluyor.