Fantastik bir peri masalı...
Görkemli bir görselliğe sahip, Altın Aslan ödüllü ‘Su Sesi’ gösterimde.
Sungu ÇapanTeknoloji cilasıyla kendini habire tekrarlayarak debelenmekteki Amerikan sinemasına son 20 yıldır yeni bir soluk ve canlılık kazandıran o “Latin damarı”nın kuşkusuz en önemli temsilcilerinden Guillermo del Toro’nun Venedik’in Altın Aslan’ını almış, Oscar ödüllerinde de iddialı son filmi “The Shape of Water-Suyun Sesi” bugün başlıyor. Meraklısına yine yepyeni keşiflerle zevkli seyirler sunacak 17. !f maratonunun coşkusuna kapılmış sinemaseverlerce kesinlikle kaçırılmayacak nitelikteki “Suyun Sesi” de, 1993’teki ilk filmi “Cronos”tan günümüze dek hep hayal gücünü zorlayacak cinsten, bazı ucube gibi, canavarımsı yaratıkların öne çıktığı karanlık diyarlarda geçen birtakım masalımsı gotik-fantastik hikâyeler anlatan, aykırı filmlerin yaratıcı yönetmeni del Toro’nun hayranlarını yine mestedecek sanırım. Fantastik öğelerle bezeli, özgün bir sinematografik estetiğin ürünü olarak, Franco faşizminde 40 yıl geçirmiş İspanya’nın Cumhuriyetçilerle Frankocular arasındaki o iç savaş dönemine bakan “Şeytanın Belkemiği” (2001) ya da faşizme direniş hareketini eksen alan “Pan’ın Labirenti” (2006) gibi başyapıtlarıyla ünlenmiş, arada “Mimic” , “Hellboy”, “Blade 2”, vb. gibi nispeten ilginç gişe filmleri de imzalamış, 1964 doğumlu, nicedir Hollywood’u mesken tutmuş bu Meksikalı yönetmen, senarist, yapımcının, senaryosunu Vanessa Taylor’la birlikte yazıp yönettiği yeni filmi “Suyun Sesi”, Amazonlarda bulunup tabut gibi bir su tankına tıkılmış, yarı insanyarı balıkımsı, amfibik bir su yaratığıyla gizli deneylerin yapıldığı askeri bir laboratuvarda tuvalet temizleyen, dilsiz bir temizlikçi kadının imkânsız aşkına odaklanan, bir anlatıcının sesiyle aktarılmış, fantastik ve romantik bir peri masalı özetle. Arka plandaysa Sovyetler Birliği’yle soğuk savaşı başlatmış olan 1960’ların ABD’si var.
Her sabah küvette mastürbasyon yaparak güne başlayan, dilsiz, yalnız, toplumdan dışlanmış ve sevgiye açlığını TV’de seyrettiği filmlerle gideren, gariban “yetimhane kızı” Elisa’nın (Sally Hawkins) bir sinemanın üstündeki dairesinde sürdürdüğü tekdüze yaşamını paylaştığı, peruklu gay çizer komşusu Giles’la (Richard Jenkins) işyerindeki siyahi kankası Zelda (Octavia Spencer) da, yaygın beyaz anglosakson protestan kültürünce dışlanmış, 2 başka “öteki” tip filmde. Doğal ortamından koparılıp Sovyetlerin de göz koyduğu bir silaha dönüştürülmek için laboratuvarda incelenen türünün tek örneği Amfibik Adam’ı yakalayıp tutsak ederek aciz bir deney kobayına çevirmiş güvenlikçi albay Strickland’sa (Michael Shannon) filmin kötü adamı. Doğaüstü şifa verici güçlere sahip, Amazon yerlilerince de tanrı sayılan yaratıkla Elisa’nın aşkının, gerçeküstücüşiirsel bir sahneyle mutlu sonla sonuçlandığı bu naif ve masalımsı fantastik film, anaakım sinemanın anlatı sınırlarını yer yer zorlasa da, artık del Toro’nun giderek kendini tekrarladığını da örnekliyor öte yandan. İçinde gerçekleri barındıran fantastiğe yer vererek toplumca dışlanmış tüm ‘öteki’lerin yanında saf tutan, genelde “Güzel ve Çirkin” klasiğinin çağdaş versiyonu izlenimi uyandıran, özenli sanat yönetimi, kostümleri, müzikleri, görüntüleri ve başarılı oyunculuklarıyla da iz bırakan “Su Sesi” günümüz seyircisine ilaç gibi gelecek, görülesi bir fantastik.