Evrensel Basım Yayın'dan "Öyküleriyle İstanbul Anıtları"
Çağdaş edebiyatımızın en önemli isimlerinden Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner'in kalemi bu kez İstanbul'a uzanıyor.
cumhuriyet.com.trÇağdaş edebiyatımızın en önemli ismlerinden Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner'in akıcı, yalın, dost kalemi bu kez İstanbul'a uzanıyor. "Açık hava müzesidir" dedikleri İstanbul'un kaybolmuş, kaybolmaya yüz tutmuş bütün kültürünü kucaklamaya, belgeleyerek korumaya çalışıyorlar. İki cilt olarak yayımlanan kitabın birinci cildi "Öyküleriyle İstanbul Anıtları-Surlardır Kuşatan İstanbul'u" nda şehrin semt semt çeşitli dönemlerden kalan ya da kalamayan camisinden kilisesine anıt yapıları tanıtılıyor. İkinci cilt "Öyküleriyle İstanbul Anıtları-Saray'dan Limana" Surların İstanbul'u kuşatması gibi, Sarayın da yönetimsel olarak İstanbul'u kuşattığı vurgulanarak başlıyor. Limandan, saraydan şehre hatta yerinden edilen çağdaş heykellere kadar, dünü, bugünüyle her anıta uzanılmaya çalışılıyor. Sanki, gelecek kuşaklar onlardan esirgenen mirası öğrensinler de hak arasınlar diye somut ve somut olmayan kültür mirasının dökümü çıkarılıyor.
Evrensel Basın Yayın tarafından 29.İstanbul Kitap Fuarı ile aynı temayı paylaşan ve aynı zamanda basılan "Öyküleriyle İstanbul Anıtları 1-2" yazı ve fotoğraflarıyla, kaliteli baskısıyla yani nicelik ve niteliğiyle her kuşağın yararlanacağı, edinip saklayacağı bir kaynak kitap. Hazırlanıp basılmasında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın da katkıları bulunan kitap, Ajans'ında ufkunu açacak, öykülerin arasından sezilen, öneri ve eleştirileri de kapsıyor.
Kitaptaki anıt yapılar ve öykülerinden bazıları;
Çarşı Camii
Kuzguncuk’ta Çarşı Caddesi üstünde bulunmaktadır. Son dönem camilerinden biridir. Tarihsel ve mimari bir değeri olmamakla birlikte Müslüman, Hıristiyan dayanışmasının bir örneği olduğu için önemlidir.
Gülsüm Cengiz, “Boğazdaki Mutlu Çocuk Kuzguncuk” kitabında, semt sakinlerinden Fahrettin Uzunoğlu’nun bu caminin yapılışı konusunu aktarmaktadır:
“Çarşıdaki cami yapılmadan önce Nakkaş Camisi vardı, oraya giderdik namaz kılmak için. Üryanizade Camisi deniyor, ama biz Nakkaş Camisi derdik. Ramazan kışa rastlamıştı bir sene. Orada karların üstünde teravih namazı kılmıştık. Ben yeni caminin temeli atılırken buradaydım; ben askere gitmeden önceydi. 1952’de açıldı. Caminin yerini Suudi Dağdelen verdi” .Gülsüm Cengiz Fahrettin Uzunoğlu’nun anlattıklarını şu sözlerle tamamlıyor:
“Cami Surp Krikor Lusaroviç Kilisesi’yle yan yana. Halk desteğiyle yapılan Kuzguncuk Camisi’nin yapımı sırasında, Ermeni Kilisesi yönetimi de 500 TL yardımda bulunmuş.”
Bir başka kaynak, yeni caminin yapımı için 1950’li yıllarda sahilde bulunan Ermeni Kilisesi’nin bahçesinin bir bölümünü bağışlayıp yüklü bir para yardımı yaptığını yazıyor.
Kuzguncuk Surp Krikor Lusaroviç Kilisesi
Kuzguncuk’ta Çarşı Caddesi üstündedir. Osmanlı döneminde yapılan, dıştan görülebilen kubbeli iki Ermeni kilisesinden biridir. Yanı başında Kuzguncuk Çarşı Camii'nin bulunuşu, cami ile kilise siluetinin birlikte görünmesi, binaya ayrı bir dostluk anıtı kimliği kazandırmaktadır.
Kilisenin ilk yapılışı Patrik İsdepanos Zakaryan Ağavni (1831–1839) dönemindedir. 11 Mayıs 1835'te ibadete açılan kilise 4 Mart 1861 tarihli fermanla verilen izne göre büyük bir onarım görmüştür. Binanı son onarımı 1967'dedir. Bina doğu-batı doğrultusunda T/Yunan haçı planında moloz taş-tuğla hatıl karışımı olarak yapılmıştır. Mimarı Hovhannes Amira Serveryan'dır. Doğudaki çan kulesi kilise gibi kubbeyle örtülüdür ve ilk katı kemerli pencereler, ikinci katı dört ayağın yanına oturmuş dört kolondan oluşur.
Binanın ana girişi batı cephesindedir. Yontma taşla çerçeveli bu kapının üstündeki üçgen taş silme, batı cephesinin üçgen biçimde sonlanışı ve hemen çatı altındaki üçgen pencereyle uyum sağlar. Kapının iki yanında birer ve üst hizasında üç pencere bulunur. Ana giriş nartekse (giriş holü) açılır. Üç nefe ayrılmış olan narteksin yan bölümleri orta bölümden daha yüksektir. Ana ibadet mekânından demir kafesle ayrılan narteksin üzerinde galeri bölümü yer alır. Galeriye, kilisenin dışında, kuzey cephesindeki merdivenlerle ulaşılır. İbadet alanı narteks genişliğinde başlar. Bu bölümün kuzeyinde kilisenin adandığı Surp Krikor Lusavoriç'in resmi yer alır. Bu resmin tam karşısındaki duvarda kilisenin ikinci girişi vardır. Alan bu kapıdan sonra köşeli bir parantez gibi genişler ve din adamlarına ve ilahi okuyucularına ayrılan “tas”la sonlanır. Bu alana köşeli parantez biçimini köşelerde duvarın kolon görüntüsü verilmiş kalın ayaklar oluşturması verir. Bu köşeli ve yivli kolonlar korint başlıkları ile sonlanır. Bu bölümün yanal duvarlarına ve kuzey güney doğrultusundaki kemerler üzerine Bizans üslubundaki kubbe oturur. Bu kubbe penceresizdir. İbadet alanı kuzey ve güney cephelerdeki, kubbe genişliğinde ve bir arada üçe bölünmüş yarım daire görünümünü taşıyan üçer pencereyle aydınlanır.
Din adamları bölümüyle (tas) ibadet alanını (absid) el oyması, ceviz bir korkuluk ayırır. Kilise binası tas bölümünde genişleyerek güney ve kuzeydeki kiliseciklerle absidi kapsar. İlahi okuyucuların hazırlanmasına ayrılmış olan kiliseciklerin ve kuzeydeki vaftizhanenin avludan giriş kapıları vardır. Ayrıca tasın güneyinde ve kuzeyinde bu alanlara geçiş bulunur. Tasın kuzey ve güneydoğusundaki basamaklarla “pem”e çıkılır. Sunak ve pemi oluşturan absid yarı dairesel planlıdır. Kısmen altın varakla kaplı olan ahşap sunak dört kolon üzerine oturur ve tepesi bir külah örtü (gatoğige) ile sonlanır. Vağarşag Seropyan, sunağın üzerinde yer alan Ermenice bir ilahi dizesini şöyle çevirir: "Ey Mesih! Tanrılığının nuruyla kutsal kiliseyi aydınlattın. Onu sonsuzluğa kadar sabit kıl.” Absidin doğusundaki bir kapıyla kuzeydeki hazine odası ve güneydeki din adamlarının hazırlık odasına açılan geçitle bağlantı sağlar. Bu geçidin üzerinde çan kulesi yer alır.
Ahmet Fethi Paşa Yalısı
Kuzguncuk’ta Paşa Limanı Caddesi’nde bulunmaktadır. Pembe Yalı olarak da bilinen bu yapının ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Salâh Birsel’in yazdığına göre Ahmet Fethi Paşa Yalıyı, Mihrimah Sultan’ın torunlarından birinin kocası olan bir şeyhülislâmdan almıştır. Buna göre yalının XVIII. yüzyıl sonlarında yapıldığı varsayılmaktadır.
Ahmet Fethi Paşa, Eyüp’te 1801 yılında dünyaya gelmiştir. Enderun’dan yetişen Ahmet Fethi Paşa, çeşitli askeri görevlerde bulunmuş, padişah yaverliği ve elçilik yaptıktan sonra Tophane Müşirliği’ne yükselmiş, 1840 yılında, Abdülmecit’in kız kardeşi Atiye Sultan’la evlenmiştir. Paşa, Aya İrini’de ilk Türk Müzesi’nin de kurucusudur. Yalı, harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden oluşmuştur. Yalı, taş temeller üstünde yer yer tuğlaların da kullanıldığı ahşap bir yapıdır. Ahmet Fethi Paşa yalının orijinalliğini de koruyarak onartmıştır. Yalı, Osmanlı sivil mimarisinin tipik bir örneğidir. İki katlı, on altı odalı ve çok büyük iki salondan oluşan yalının üst katı, Beylerbeyi’ndeki Hasip Paşa Yalısı’ndaki gibi, sütunlara dayandırılmadan duvarların üstüne oturtulmuştur. Üst kattaki iki uç ve ortası, dörder adet büyük eli böğründe ile dışarıya taşırılmıştır. Bu da cephenin görünümünü hareketlendirmektedir.
Yalıda karnıyarık plan tipi uygulanmıştır. Salonların uçları denizle karaya doğru yöneltilmemiş, sofalar kıyıya paralel yerleştirilmiştir. Büyük ve küçük iki sofa, uzunlamasına, uç uca yerleşmiştir. Her ikisinin de denizle kara yönüne değişik büyüklükte odalar konmuştur. Büyük sofanın Kuzguncuk iskelesine yönelik dar yüzüne merdiven oturtulmuştur. Yalının en büyük özelliği sofaların içe dönük oluşudur. Amaç, kalabalık aileninkadınlar bölümü (harem) ve erkekler bölümü (selamlık) biçiminde ayrılmadan bir arada oturabilmelerini sağlamaktır.
Yalının bahçesi iki kademeli olup selsebillerle süslenmiştir. Havuzunun Roma’daki Berberini Sarayı’ndakinin eşi olduğu söylenmektedir. Yalının bahçesindeki Arif Hikmet Bey’in babası İsmet İbrahim’e hayrat olarak yaptırdığı çeşme ve kitabesi yalının karşısındaki yamaç duvarından sökülüp yalının giriş kapısının yanına taşınmıştır.
Yalının Üsküdar yönündeki harem dairesi ile uşak odaları 1922 ya da 1923 yılında yanmıştır. Yangından zarar görmeyen, günümüzde var olan bölüm, 1927–1928 yıllarında onarılmıştır. Yalı, paşanın ölümünden sonra, damadı İngiliz Sait Paşa’nın torunu olan avukat ve eski Demokrat Parti milletvekili Şevket Mocan’a kalmıştır. Bu yüzden yalı, Mocan Yalısı diye de bilinir. Yalıyı pembeye boyatan da Mocan’dır
Salâh Birsel’in yazdığına göre: Ahmet Fethi Paşa, Sakız Adası’ndan kalyoncuların getirdiği güzel bir kız çocuğunu yanına alıp onu eğiterek büyütmüştü. Şemsinur adını verdiği bu güzel kız serpilip geliştiğinde paşa, kıza âşık oldu. Bu durum Paşa’nın annesinin hiç de hoşuna gitmedi. Kızın gönderilmesini istedi. Paşa da kızı, Beylerbeyi’nde İstavroz Çayırı’nda tuttuğu bir eve götürdü. Annesine de Şemsinur’u Tunus Paşası’na sattığını söyledi. Ahmet Fethi Paşa’nın annesi, bir süre sonra, yaptığına pişman oldu. Paşa’dan kızı geri almasını diledi. Paşa, kızın aslında boğulduğunu onun için geri getiremeyeceğini annesine bildirdi. Kadın, üzüntüden ağlamaklı oldu. Günlerce “Ben ne yaptım da kızı gönderdim” diye dövünüp durdu. Annesinin gerçekten üzüldüğünü gören Paşa, Şemsinur’u sakladığı evden alıp yeniden yalıya getirdi. Annesi de Paşa da durumdan memnundu artık. Şemsinur’un da keyfine diyecek yoktu.
Tam o günlerde, Abdülmecit, kızkardeşi Atiye Sultan’la Paşa’yı evlendirdi. (Padişahlar kızlarını ve kızkardeşlerini evlendirecekleri kişilerin olurunu almazlardı) Evliliğin ardından Paşa için zor günler, yeniden başladı. Atiye Sultan çok kıskanç bir kadındı. Paşa’nın her davranışına kuşku ile bakıyordu. Görevli olarak eve gelmediği akşamlarda, Kuzguncuk’taki yalıya gizlice adamlar göndererek Paşa’nın orda olup olmadığını kontrol ettiriyordu. Buna rağmen Paşa, Şemsinur’u. evlilikleri süresince Atiye Sultan’dan gizlemeyi başardı..
Ahmet Fethi Paşa, yalısını zevkle döşemiş, zaman zaman da onartmıştır. Avrupa’daki çeşitli görevlerde bulunan Paşa, oradan getirdiği en seçkin parçalarla yalısını donatmıştır. Paşa’nın bu yeteneğini bilen Sultan Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı’nın dekorasyon işini ona bırakmıştır. Bu yüzden saraydaki adı Bezirgan Paşa’ya çıktı. Cam işlemeciliğine olan merakı yüzünden yalıyı, İstanbul’daki ustalara döktürdüğü billurlar ve çeşmibülbüllerle, baştan ayağa, süslemiştir.
Atiye Sultan’la geçirdiği on yıllık evliliği sonunda, Sultan ölünce, Atiye Sultan’ın kasrını bırakarak yeniden yalıya yerleşti. Paşa, 1854 yılındaki ölümüne kadar da hep burada yaşadı. Paşa’nın öldüğü gün, yalıdaki kalfalarla hizmetçiler, gözyaşları içinde, “Ah efendimiz bunları ne kadar severdi, o gittikten sonra bunları görecek göz kimde var” diyerek yalıdaki en değerli sanat eserlerini, o canım çeşmibülbüllerle bin bir ışıltıyla parıldayan billurları bir bir denize attılar. Pembe Yalı, 1973 yılında Y. Mimar Sinan Genim tarafından yenilendikten sonra, 1990 yılında İsmail Yalçın’a satıldı. Yalının arkasındaki çam, çınar ve köknar ağaçlarının oluşturduğu koru belediyece kamulaştırıldı.