Eskiden çocuk olanlar

Bu ülkenin küçük çocukları vardı. Çocuk çocuk oynarlardı. Tanıdıkları da tanımadıkları da bilmedikleri ceketleri giymez, bilmedikleri gibi bakmazlardı yüzlerine. O çocuklar evlerine dönerdi.

Pınar Sur

Yazmayı çok istedim ben de. Çokça da konuştum her bir haberde. Çoğu insanın hissettiği gibi oldum. Kendimi hep, eskiden çocuk olanlarda buldum. Bu ülkenin küçük çocukları vardı. Kar yağsa da okul tatil olsa diye dertleri olan. Sırayla okul sırasının örtüsünü yıkayan. Teneffüste beslenme çantasını açan çocuklar. Mahallede oynar, anneleri arada camdan bakardı. O çocuklar evlerine girip yağlı ekmeklerini, peynirli sandviçlerini alır, kirlenen yüzlerini siler, tekrar dönerlerdi sokaklara, o mahalle arası duvar üstelerine, o kendilerini çok mutlu hissettiği kaldırımlara. Maç yapan ağabeyleri vardı. Bisiklete binen arkadaşları, bir tur atayım mı diye sordukları komşuları. Sek sek oynarlar, yakar topta yenilirler, istopta yukarıya bakarlardı. Canları sadece düşünce yanar, bir tek dizleri kanardı. Saklambaç oynarlardı, kollarıyla yaslandıkları duvarda sıkı sıkıya kapatırlardı gözlerini. Tek gözünü hafifçe açıp geriye bakmazlardı. 

Şortları kısa, tişörtleri askılı, bedenleri büyük olmadı o çocukların. Bebek, anne kucağında kaldı. Gece geç, tren boş, orman tenha olmadı. Amcalar geçerdi yanlarından, yanaklarından sıkar, saçlarını okşardı. Güvenerek büyüdüler. Yanlışlıkla etekleri havalansa utanmadılar. Geçerken ailesine selam söyleyen eş dostları. Arkalarına bakmadan yürüdükleri sokak araları, adımlarını hızlandırmadıkları caddeler. Kızım diyen, kardeşim diyen tanıdıkları oldu. O amcalar, ağabeyler onları kollardı. Birinin çocuğu, birinin kızı, bir başkasının kardeşi oldular. 

Evlerin şekli değişti. Evler büyüdü. Sığamadık. Aynı banyoda yıkanmak istemedik, ortadaki salatayı kaselere böldük. Herkes kendi sığınağını buldu yaşadığı alan içinde, kimse aynı koltuktan dışarıyı bile izlemedi. Her şey genişledi. Bir eve bir sürü araba girdi de, bir çocuk kalbini eskisi gibi sevemedik. O saçları okşanan çocuklar büyüdü. Kendilerinin yaşadığı dünyayı anlatamadı kendi çocuklarına. Arkasından yürüyen, ona iyi davranan herkese şüpheyle yaklaşmasını öğrettiler. Kendi kurdukları cümlelere kendileri inanmadı, yeniden öğrendiler. Sözlükten bakıp söylediler. Yabancıydılar onlar da çünkü bunlara. Onları kimsenin kandırmadığı bir masal diyarından geliyor, masal içinde çok mutlu olduklarını biliyorlardı. 

Baştan yazalım. Değerleri bir daha anlatalım, bir daha konuşalım herkesle. Bildiklerimizi yeniden öğrenelim. Yazdıklarımızı silelim, yeniden başlık atalım çocukların çocuk dünyasına. Bu ülkenin küçük çocukları vardı. Çocuk çocuk oynarlardı. Tanıdıkları da tanımadıkları da bilmedikleri ceketleri giymez, bilmedikleri gibi bakmazlardı yüzlerine. O çocuklar evlerine dönerdi. Dönerdi o çocuklar evlerine.

Bu karmaşa, bu her gün okuduğumuz haberler ile ilgili yazılacak yeni bir cümle kalmadı. O kelimeler yerleri değiştirilerek defalarca kullanıldı. Bir şey olsa, o hiç bilmediğimiz, tanımı olmayan, şu an tarif bile edemeyeceğimiz bir şey. En yalın haliyle sadece tüm çocuklar için güneş gibi gelse. İnsan başka başka düşünmeden edemiyor, ne kaldı diye söyleniyor. Koruduğumuz beklentimizle baş başayız. Bir cisim yaklaşacak bir gün. Alaca karanlık bir gecede inecek bahçemize. İçinden biri çıkıp, “merhaba ben dost” diyecek” ve biz şaşırmayacağız. Bekliyoruz zaten.