Eski Türkiye'den Yeni Türkiye'ye bir Veli hikâyesi

HDP’den milletvekili aday adayı olan Veli’nin hikâyesi eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye değişmeyen hukuksuzluk ve zulmün hikâyesi oldu.

KEMAL GÖKTAŞ

Veli Saçılık’ı birçoğunuz Yüksel Caddesi’ndeki eylemleriyle tanıdı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamuda başlatılan sözde “FETÖ” ayıklaması, FETÖ ile ilgisi olmayan binlerce demokrat, solcu, sosyalist çalışanın işlerine de son verilmesiyle sonuçlandığında işi elinden alınanlardan biri de Veli Saçılık olmuştu. Sendikaların, kitle örgütlerinin hatta partilerin bile korku ikliminde kabuğuna çekildiği günlerde Veli ve bir avuç KHK mağduru, Yüksel Caddesi’nde hayranlık uyandıran bir direniş sergilediler.

Cezaevinde zulüm

HDP’den milletvekili aday adayı olan Veli’nin hikâyesi eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye değişmeyen hukuksuzluk ve zulmün hikâyesi oldu.

Veli, Çorumlu bir ailenin oğlu. Ankara’nın gecekondu semtlerinden Ege Mahallesi’nde büyüdü. Liseyi bitirirken OSTİM’de çalışmaya başladı. 90’lı yıllar, 80 darbesinin etkilerinin gevşediği, solun toparlanmaya başladığı yıllardı. Veli de yaşıtları gibi hızla politize oldu ve bir gün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne çağıran bildiri dağıtırken gözaltına alındı. Eski Türkiye’de de düşünce “terör”le eşdeğer görülüyordu ve Veli bildiri dağıtarak terör örgütüne yardım ettiği iddiasıyla tutuklandı. Önce 2.5 ay Ulucanlar Cezaevi’nde kaldı. Tahliye edildikten sonra davası devam etti ve 3 yıl 9 ay ceza alınca Burdur Cezaevi’ne konuldu.

2000 yılı temmuz ayı başında, Burdur Cezaevi’nde siyasi mahkûmların duruşmalara girmemesini gerekçe gösteren cezaevi idaresi, operasyon hazırlığı yapıyordu. Mahkûmlar, 4 Temmuz günü cezaevi idaresine bir dilekçe vererek “jandarmanın kendilerini dövmesinin önlenmesi için savcının sevke nezaret etmesi” halinde duruşmaya çıkacaklarını bildirdiler. Oysa devlet, uzun zamandır hazırlığını yaptığı ve 5 ay sonra 30 mahkûm ve 2 erin hayatına mal olacak “Hayata Dönüş” katliamının provası niteliğindeki bu operasyondan vazgeçmeye niyetli değildi. Dilekçenin ertesi günü, iş makineleriyle birlikte özel harekât birlikleri cezaevine “müdahale” etti. Gaz bombaları ile mahkûmların direnci kırılmaya çalışılırken iş makineleri de duvarları yıkıyordu. Veli’nin sağ kolu iş makinesinin darbesiyle koptuğu sıralarda onlarca mahkûm yaralanmış, devlet düzeni tahkim edilmişti. Operasyondan sonra hücrelerde ve hatta savcının yanında mahkûmlara işkence devam etti. Veli’nin kolu uygun şekilde buz içinde muhafaza altına alınmadığı ve yanlış hastaneye sevk edildiği için yerine dikilemedi. Devletin kopardığı kol, Isparta’da bir çöplükte sokak köpeğinin ağzında bulundu.

Veli, 5 ay sonra, Rahşan Affı’yla tahliye edildi ve yeniden yargılama sonunda suçsuz olduğunu kanıtlayarak beraat etti.

Sonunda ‘suçlu’ çıktı

Veli’nin kolunu koparan kepçe operatörü Şükrü Vural hakkında sanki trafik kazası yapmış gibi “tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu adam yaralama” suçundan açılan davada beraat kararı çıktı. Koparılan kolu gerekli ve hızlı biçimde tedavi etmeyen doktorlar ve hemşireler de beraat ederken, operasyon sırasında tıbbi müdahale ekibini hazır etmeyen, kepçe operatörüne duvarı delmesi talimatını veren ve kolu çöpe atan görevlilere dava bile açılmadı. Olaydan sonra en hızlı açılan dava ise, mahkûmlara “isyan çıkardıkları” gerekçesiyle açılan dava oldu. 2008 yılında bu dava zamanaşımından düştü.

Veli ve diğer mahkûmların şikâyetleri üzerine, jandarma ve gardiyanlar hakkında açılan soruşturma 5 yıl sürdü ve sonunda savcılık yapılanların “görev gereği” olduğuna hükmederek dava açılmasına gerek görmedi.

Yargıya göre kolları koparılan, işkence gören mahkumlar yıkılan duvarların da sorumlusuydu ve Burdur 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, Adalet Bakanlığı’nın açtığı davada mahkumları faiziyle birlikte 200 bin TL tazminata mahkûm etti.

Veli’nin kolunun kopması nedeni ile 2000 yılında Antalya 1. İdare Mahkemesi’nde açılan tazminat davasında mahkeme idareyi kusurlu buldu ve Veli’ye tazminat ödenmesine karar verdi ama bu karar olaydan 8 yıl sonra Danıştay tarafından bozuldu. Danıştay kararına göre Veli, 2005 yılında koparılan kolunun tazminatı olarak ödenen parayı faiziyle geri ödemesi gerekiyordu. Nihayetinde hiçbir meşru amaç taşımayan Burdur Cezaevi operasyonunun “işkence ve kötü muamele yasağının ihlali” olduğu AİHM’nin verdiği mahkûmiyet kararı ile tescil edildi. AİHM’in bu kararı vermesi için 11 yıl geçmesi gerekmişti Operasyonda yaralanan mahkûmlara tazminat ödenmesine karar veren AİHM, Veli Saçılık yönünden ise ödenen tazminatın geri alınamayacağına karar verdi. Buna rağmen İçişleri Bakanlığı 5 Kasım 2015’te Veli aleyhine 245 bin TL tutarında icra takibi başlattı.

Dirençle mayalanan umut

Tüm bu hukuk mücadelesi içinde Veli’nin hayatı devam ediyordu. Yeniden yargılamada beraat eden Veli, KPSS’ye girdi, Çankaya Nüfus Müdürlüğü’nde memur oldu. Evlendi, bir kızı oldu. Çalışırken dışarıdan sosyoloji okudu ve yine KPSS’den aldığı puanla kurum değiştirerek Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’na geçti. Ama devlet Veli’nin yine peşindeydi. KHK ile ihraç edildiğinde engellilerle ilgili birimde çalışıyordu. “İşimizi istiyoruz” diyerek Nuriye ve Semih’in Yüksel Caddesi’nde yaptıkları protestolara katıldı. Hemen her gün polis tarafından işkence edilerek gözaltına alınmasına rağmen vazgeçmedi. Nuriye ve Semih açlık grevine gittiğinde o bu eylemi doğru görmediğini söyledi ama her daim arkadaşlarının yanında Yüksel Caddesi’nde oldu. Nuriye ve Semih tutuklandığında da Yüksel’deki direnişini sürdürdü. Veli’yi sindiremeyen polis İnsan Hakları anıtını hapsetmek zorunda kaldı. Annesi polisler tarafından yerde sürüklendi, dövüldü. Polis üzerine plastik mermi yağdırdığında dahi geri adım atmadı.

Veli, bu topraklarda yaşanan büyük acıları unutmadan ve kendi acısını onlarla yarıştırmadan, koparılan kolunun, elinden alınan işinin peşinden gitti. Kendi deyişiyle “acılara tiryaki olmadan, o acıları yaşatanlarla hesaplaşma, zalimin yakasından tutup bırakmama” mücadelesi verdi. Veli’nin hikâyesi, dirençle mayalanan umudun hikâyesi oldu. Eski Türkiye’de de, yeni Türkiye’de de...