Eşitsizlik Türkiye’yi aşağıya çekiyor

Aralarında TÜSİAD'ın da bulunduğu 136 derneğin buluştuğu TÜRKONFED'in Başkanı Süleyman Onatça, Türkiye'de sadece orta gelir tuzağı değil, orta gelişmiş demokrasi tuzağı da bulunduğuna dikkat çekerek, Türkiye'nin en önemli sorununun demokrasi olduğunu vurguladı. Onatça, katılımcı bir karar alma süreci benimsemedikçe tuzaktan çıkılamayacağını söyledi.

Özlem Yüzak/Cumhuriyet

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu, yani kısa adıyla Türkonfed geçen yıl “Orta Gelir Tuzağı’ndan Çıkış: Hangi Türkiye?” başlıklı bir rapor hazırlamıştı. Şimdi raporun ikinci ayağı ile karşımızda. Yaşar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı ve gazetemiz yazarı Prof. Dr. Erinç Yeldan ve ekibi tarafından hazırlanan rapor, Bölgesel Kalkınma ve İkili Tuzaktan Çıkış Stratejileri”ni konu alıyor bu kez.

Topun hayli ağzında olan bir kuruluş Türkonfed, özellikle Gezi olaylarındaki çıkışından beri. 5 Haziran’da Türkonfed tarafından düzenlenen bölgesel kalkınma konulu bir toplantıya katılan Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hem TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz’ın hem de Türkonfed Başkanı SüleymanOnatça’nın Gezi Parkı ile ilgili yaptıkları açıklamalar üzerine salonu terk etmişti.

Onatça ile bir araya geldik. Hem raporu hem de Türkiye’deki mevcut durumu konuştuk. “Sadece orta gelir tuzağı yok, orta gelir demokrasi tuzağı da var. Kalkınmanın önünde derin eğitim sorunu var, sosyal sorunlar var, hukuk var, hepsi var” diyor Onatça ve ekliyor: “Raporda 3 farklı Türkiye olduğu gerçeği ortaya çıkıyor; bölgesel eşitsizlikleri azaltamadığımız sürece kalkınmamız mümkün değil. Bizim bir sivil toplum kuruluşu olarak görevimiz ise mevcut durumu ortaya koymak, önerilerimizi sıralamak ve bunu tartışmaya açmak”

Nedir bu 3 farklı Türkiye? Oradan başlayalım isterseniz...

Biri çok zengin, hatta gelişmiş Batı ile yarışacak düzeyde zengin Türkiye: Kişi başına düşen milli geliri 16 bin 800 dolar olan bir İstanbul ve ondan etkileşen 14 ilimiz var. İkinci Türkiye orta gelir tuzağında olan 40 ilimiz. Onların ortalama GSMH’si 8 bin 500 dolar. Ancak 27 ilimiz var ki bunlar “Keşke ben de orta gelir tuzağında olsam” diyor. Onlar 3500 dolarla tam bir yoksulluk tuzağında.

Orta gelir tuzağını nasıl tanımlıyorsunuz?

En yalın anlatımıyla orta gelir tuzağı sorunu, kişi başına düşen GSMH bakımından orta gelir düzeyine ulaşma ülkelerin ya da bölgelerin belirli bir gelir bandında sıkışıp kalma, yani bir üst gelir düzeyine geçememe durumudur. Kesin bir tanımı olmamakla birlikte kişi başına milli gelirin 15-16 bin dolar düzeyinde sıkışıp kalması tanımlanan göstergelerden biridir.

Türkiye’de bölgesel farklılıklar bu kadar değil ne yazık ki. Ciddi eğitim sorunu da var. Türkiye’de ortalama eğitim yılı 6.8 yıl, bahsettiğimiz 27 ilde ise 3.5 yıl. İnsanlar ilkokul mezunu bile değil bu illerde.

Gelişmiş ülkelerde bile bölgeler arası gelişmişlik farkları vardır. Hatta şehirlerde bile vardır. İstanbul’daki çarpıcı gelir farklarını hepimiz biliyoruz... Ancak İsviçre’de bölgeler arası gelişmişlik farkı 1.6 kat; Kanada’da 2.7 kat. Dünya ortalaması 4.5 kat. Türkiye’de 4.3 kat. Anlayacağınız en kötü ülkeler arasındayız. Üstelik yoksul, orta/zengin Türkiye’nin bir arada varlığı giderek sertleşen bir bölgesel farklılık sergiliyor. Orta gelir tuzağı sadece bir ülke gelir ortalaması meselesi değil; yüksek, orta gelirli ve düşük orta gelirli bölgesel eşitsizliklerin ayırdında olunması gereken bir sorun olarak değerlendirilmeli.

Sorunlar ve çözüm önerilerini tespit için bölgelerde düzenlenen geniş kapsamlı çalıştaylar düzenlediniz. Ne tür sonuçlar çıktı? Uygulanan ekonomi politikalarının ne kadar başarılı olduğunu düşünüyor insanlar?

Akademisyenlerimiz raporun ikinci bölümünde “ne yapılmalı” sorusuna yanıt aramaya başlayınca ve derinlemesine inince çok daha kapsamlı bir çalışma olması gerektiği ortaya çıktı. Bu yüzden bölgelerde çalıştaylar düzenledik. Kentlerin sadece kanaat önderleri ile değil. Dezavantajlı gruplar da katıldı; kadınlar, üniversite öğrencileri vs... Hepsinin sorunu farklı. Güneydoğu’nun öncelikli sorunu güvenlik. Biri kalktı “Buğday, hububat, pamuk tüccarlığı yapıyorum. Ürünleri sigortalamak istedim kabul etmediler riskli bölgedesiniz dediler ya da çok fazla prim istediler” dedi. Adana, Gaziantep, Osmaniye, Maraş gibi illerde altyapı ve lojistik sorunu daha belirgin. Keza eğitimin kalitesi, işsizlik... Teşviklerden yakındı iş dünyası; ya çok yakın kentlere haksız teşviklerden ya da bu teşviklerin bir bölgesel planlama kapsamında doğru verilmemesinden... En çarpıcısı da belki hemen her bölgenin kendi kalkınmasında turizmi büyük bir kaldıraç olarak görmesi. Oysa her yerin farklı bir bölgesel üstünlüğü olmalı. Burada da kalkınma ajanslarının pek de sağlıklı yürümediği ortaya çıkıyor. Türkiye’de uygulanan bölgesel gelişme projeleri, “Kalkınmada Öncelikli Yöreler” politikası ve bölgesel teşvikler gibi politika araçlarının istenen düzeyde başarı elde edemediği gözleniyor. 

İstikrar ister iş dünyası. İktidarın ülkeyi bölen insanları kutaplaştıran söylem ve polemiklerinden rahatsız olmuyor mu peki, bunun istikrarı zedelediğini düşünüyor mu iş dünyası?

Tabii ciddi rahatsızlık var. Siyaset ekonomiden giderek uzaklaşıyor. Halbuki Avrupa Birliği sürekli gündemimizde olmalı, orta gelir tuzağı konuşulmalı, eğitim konuşulmalı, rekabetçiliğin, katma değerli üretimin nasıl arttırılacağı konuşulmalı. Bunların hiçbiri gündeme gelmiyor. Demokrasi konuşulmalı. Anayasa Komisyonu’nun dağılma noktasına gelmesi bizi çok üzdü. En azından 60 madde üzerinde uzlaşılmıştı, bir umudumuz vardı...

Rapora geri dönersek önerileriniz ne oldu bu durumda?

Raporda öne çıkan öneriler, özellikle yoksul Türkiye’de öncelikle iş gücünün eğitimini, ulaşım ve iletişim kanallarının tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde etkinleşmesini ve dolayısıyla ekonomik ve sosyal dışlanmışlığın önüne geçmesini kurgular nitelikte.

Sonuçta biz; Türkiye için 3 İstanbul daha lazım diyoruz. Biri güneyinde, biri kuzeyinde biri de doğusunda olmak üzere... Çünkü bakıyoruz; bir İstanbul’un gelişimi etrafındaki 14 ili etkilemiş: Gebze, Sakarya, Çorlu... İstanbul’un benzerlerini 3 bölgeye daha kurarsanız Türkiye’ye 4 ayak üzerine oturtmuş olacaksınız.

İstanbul zaten sorunlar içinde boğuşan bir kent, bu haliyle dört İstanbul mu düşlüyorsunuz?

Türkiye’de İstanbul gibi 3 büyük kentin daha olması İstanbul’u rahatlatacaktır, göçü dizginleyecektir. Herkes İstanbul’a koşuyor, bunun da önüne geçilecektir. Rahatlatmak için aynı zamanda.. herkes İstanbul’a koşuyor. Ancak şunu unutmamalıyız. Diğer oluşacak metropollerin altyapılarını sağlamlaştırmalıyız. Büyümeye, genişlemeye hazır hale getirmeliyiz. Etrafındaki kentler bu metropollerle birlikte kalkınacaktır.

Nasıl olacak diğer 3 büyük metropol ve nasıl bir kalkınma modeli öneriyorsunuz?

Bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azalması için Türkiye’nin çeşitli adımlar atması lazım. Örneğin devletin verdiği teşvikler. Teşvikler, bugüne kadar iyi niyetli oldu, ama yeterli değil, bu teşvikle orta gelir tuzağından çıkılmaz. Bizim kent ölçeğinde mikro kalkınma modellerine ihtiyacımız var. Eğitimin yetersizliği büyümenin önündeki en büyük engel. Yeni üniversite ve yeni meslek yüksekokulları kurulmalı, ama altyapısı sağlam ve güçlü okullar olmazsa bir işe yaramaz. Biz yoksul illere böyle olması şartıyla üniversite kurulmasını öneriyoruz. Neden? Çünkü bir üniversite öğrencisi aylık ortalama 450 lira harcama yapıyor. Ailesi ulaşım harcama vs. bunları da eklerseniz, 35-40 bin nüfuslu yoksul bir kentte bunun bıraktığı gelir ciddi bir rakam olur. Hem o kentin geliri artar, hem eğitim seviyesi yükselir. Hâlâ İstanbul’a üniversiteler açılıyor. Artık bu dondurulmalı ve başka yerlerde üniversite açılması teşvik edilmeli...

Bir diğer sorun merkezi planlama... Merkezi planlama kentlerin ve bölgelerin rekabet üstünlüklerinin ve büyümelerinin önünde engel. Ankara’dan diktiğiniz elbise artık her şehre uymuyor. Kalkınma ajanslarının yapısı uygun değil. Yukarıdan emir almadan iş yapamıyorlar. Yerel dinamikler karar vermeli o bölgede neler yapılması gerektiğine. Kalkınma kurulları oluşturuldu, ama yetkileri yok. Sadece tavsiye niteliğinde karar alabiliyorlar. Böyle olunca 100 kişilik bu kurullar içi boş toplantılara dönüşüyor. Kalkınma ajanslarının yapısı değişmeli, ayrıca biz bölgesel eşitsizliğin azatılması ve yatırımların finansmanı için bölge kalkınma bankaları kurulması gerektiğini düşünüyoruz Türkonfed olarak. Almanya’da başarılı örnekleri var bu modelin.

Bölge kalkınma bankaları nasıl olmalı?

Bunlar mevduat almayan ve yurt dışından finansal kaynak yaratan bankalar. O kentin gelişmesi için yapılacak yatırımlara çok düşük faizle kredi veriyor. Biliyorsunuz KOBİ’lerin en büyük sıkıntısı finansmana erişim. Bu modelle hem de yatırımın yerelden yapılması sağlanmış oluyor. Bunun da dünyada çok iyi uygulanan örnekleri var. İncelenmeli.

Demokrasi tuzağını aşmamız lazım

Raporda bir de orta gelişmiş demokrasi tuzağına dikkat çekiliyor...

Evet. Orta gelir tuzağının bir yansıması da orta gelişmiş bir demokrasi tuzağıdır. Türkiye orta gelişmiş demokrasi tuzağından kurtulmadıkça, katılımcı bir karar alma süreci benimsemedikçe, ekonomi politikaları ne olursa olsun bu tuzaktan kurtulamayacak. Türkiye’nin büyümesi sürecinde finansal ekonomik rakamlar kadar demokratikleşme de önemlidir diyoruz.

Türkiye’nin en önemli sorunlarını sıralarsanız neler söylersiniz?

Demokrasi öncelikle... İş dünyası açısından bakarsak da bu böyle. Yatırımcının kendini güvende hissetmesi lazım, hukukun üstünlüğüne inanması lazım. Ve ekonomi tabii, ekonomik istikrar... İşsizliği azaltacak politikaların yaşama geçirilmesi. Gençleri mezun ediyoruz, ama ellerine işşizlik sertifikası veriyoruz. Hayat öyle başlıyor. İnanılmaz dengesizlik var eğitimde. İstihdamda da öyle. Çok nitelikli insanların ne iş olursa yaparım noktasına geldiklerini görüyoruz. Yazık bu insan kaynağına. Çocukları salıyoruz ortaya...

Ama bir yandan da daha çok doğurun diyen, hatta bunun için teşvik veren bir politika sürdürüyor iktidar...

Bu soruyu onlara yöneltmelisiniz. Bakın biz 8 kardeştik. Ben 4 çocuk yaptım. Şimdi çocuklarıma 2’den fazla çocuk yapmayın diye öğütlüyorum. 8, 4, 2 diye azalmış sayı 3 nesilde. İşin doğrusu, bakabileceğin, iyi yetiştireceğin kadar çocuk. Yoksa sonu işsiz bir gençlik ordusu... Acı gerçeklerle karşı karşıyayız; yeşil kart almış başını gidiyor.

Verilere göre Türkiye düşük-orta gelir düzeyine 1955’te ulaştı ve ancak 50 yıl sonra 2005’te yüksek-orta gelir düzeyini yakalayabildi. Türkiye orta gelir bandında, göreceli olarak en uzun süre kalmış olan 3 ülkeden (Bulgaristan ve Kosta Rika ile birlikte) biri. Yine bulgulara göre üretkenlik ve verimlilik artışlarının büyümeye katkısı sadece 1980-89 aralığında görece olarak kısa bir süre için anlamlı düzeyde. Ulusal ekonominin yeniden bir yapılanma içine girdiği bu dönemi, 1990’ların denetimsiz finnasal serbestleştirilmesi adı altında geçirilen belirsizlik ve istikrarsızlık ortamı izledi. Türkiye’nin 2005 sonrası büyüme ağı ise göreceli olarak çok yüksek dış açık ve ucuz ithalatın yol açtığı, aşırı sermaye yoğun teknolojileri sürüklenmesi sonucunu doğurdu.