Erillik yıkılsın!

Mert Çağıl Türkay’ın “Ara Öğün” sergisi, toplumsal cinsiyet pratikleriyle alay ediyor.

ORHUN ATMIŞ
Lisans ve yüksek lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde tamamlayan Mert Çağıl Türkay, aynı kurumda sanatta yeterlilik eğitimini sürdürüyor. “Mamut Art Project”, “TÜYAP Sanat Fuarı” gibi ulusal platformların yanı sıra birçok uluslarası sergi, müze ve atölye çalışmalarında yer alan Türkay’ın eserlerinde çoğunlukla farklılıklar, toplumsal cinsiyet, beden-iktidar ilişkisi ve bedenin protesto amaçlı kullanımı görülüyor. 1987 doğumlu sanatçı, Kadıköy’deki NOKS Bağımsız Sanat Alanı’nda “Ara Öğün” isimli ilk kişisel sergisini açtı. Küratörlüğünü Seçkin Tercan’ın yaptığı sergi 17 Mart’a kadar hafta sonları 12.00-19.00 saatleri arasında görülebiliyor. Türkay, “Ara Öğün”de toplumsal cinsiyet pratiklerinin inşasıyla alay eden, ironik fotoğraf ve video işlerini ortaya koyuyor. Sanatçıyla sergisini ve toplumsal cinsiyet rollerini konuştuk. 
* Bir erkek olarak, eril tahakkümü yıkmak neden gerekli sizce? 
Öncelikle çalışma ve üretim alanım olan toplumsal cinsiyet konusu ve queer kuramının izah ettiği; özellikle merkezileşmenin dağılması düşüncesinin esas alındığı, baskın olan tarafından dayatılmış tüm tanımlamalara karşı duran ve kimliksizleşme niyetiyle kendini ortaya koyan bir varoluş dahilinde inandığım, benimsediğim ve mümkün olabilmesi durumunu seçtiğim için eril tahakkümün alaşağı edilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Farklar arasında bir tahakküm üzerinden değil ilişkiler üzerinden kurulan bir birlikteliğe, toplumsal ve biyolojik cinsiyet ayrımının roller üretmeden ele alınmasına ve biyolojik olanı sorgularken aynı zamanda onun toplumsal varoluşunu da inceleyerek, sadece cinsellik, cinsiyet veya belirli bir azınlık gruplar tarafından benimsenmiş veya düşünülen herhangi bir şeye ait olmadan, "insan olanı" bulmak için sorular sorulmasının gerekliliğine olan görüşlerim sebebiyle her türlü tahakkümün yıkılması gerektiğine, böylelikle eşitliğin ve özgür ifade biçimlerinin mümkün olacağına inanıyorum.
 
Ataerkillikte ailenin rolü
 
* Toplumsal cinsiyet rollerinin dayatılması erkekleri nasıl zorluyor? Bir birey olarak ilk ne zaman bu dayatmalarla karşılaştınız ve ne zaman karşı koymaya başladınız? 
Toplumsal cinsiyet incelenirken geliştirilen teorilerin, üzerinde en çok tartışılan konuların ve sanat alanındaki üretimlerin genellikle erkek egemen yapıya dair eleştiriler üzerinden olduğu bilinmektedir. Aile, devlet, toplum, birey toplumsal cinsiyeti şekillendirmede doğrudan müdahalesi olan etkenlerdir. Aile, toplumsal cinsiyetin inşa edildiği ana kurumlardan biridir. Teorisyenlerin araştırmalarında bu şekillendirmede ilk etapta ailenin olduğu ortaya çıkmıştır ve ailede birçok düzlemdeki kurgulanma da ataerkil şekildedir. Bu ataerkil yapılanma, erkek üzerinde psikolojik, sosyolojik ve toplumsal yüklere sebebiyet vermektedir. Erkeğin toplum içerisindeki davranışları için yapılmış tariflendirmeler, ailenin mali yükünün erkek üzerine yüklenmesi, mesleki tanımlamalar, erkeğin mülkiyetini devam ettirme durumu gibi örneklere bakıldığında, devletin ve toplumun aile yoluyla cinsiyet üzerinde kurduğu egemen bir yapıdan da bahsedilebilmektedir. Devlet, biyolojik cinsiyetten referans alarak bir ayrıma gitmektedir ve bireyleri bu şekilde konumlandırmaktadır. Bireyler, yaşamı boyunca bu belirlenen cinsiyet üzerinden yükümlülüklerini tanımlamaktadır. 
Bir birey olarak yeterli bilinç düzeyine ulaşan herkes bu tahakküm ile mutlaka karşılaşıyordur; ancak öncesinde de bahsettiğim gibi bunun ilk olarak aile içerisinde başladığını düşünüyorum. 
Bir şekilde fotoğraf ile derdimi anlatabiliyor, kritik yapabiliyor, kendimi ifade edebiliyor olmam ve bunu paylaşabilmem bu dayatmalara karşı koymamı sağlıyor. Bu karşıt duruşun, sanat içerisindeki çeşitli pratikler ile dışavurumu daha rahat oluyor. Belki daha farklı, duygusal, estetik ve sosyolojik altyapısı bu kadar derin olmayan bir ifade sahasında olsaydım bu kadar rahat olamazdım veya çok daha fazla zorlanırdım.
 
* Neden çalışmalarınızda bu konularla ve “beden” ile ilgilenmeyi tercih ettiniz? Başlangıcınız nasıl oldu?
Sanat tarihinin en başından bu yana ele alınan beden, özellikle 20. yüzyılın önemli araştırma alanlarından biri hâline gelmiştir. Postmodern dönemde teorisyenler ve sanatçılar politik tavırlarını ve söylemlerini beden üzerinden ortaya koymuşlardır. Çünkü, eril olgunun birey üzerinde kendini ilk somutlaştırdığı alan bedendir. Sanatçıların içinde bulundukları bu duruma karşı olan tutumları ve ürettiği eserlerde özellikle beden olgusuna dikkat c¸ekildiği görülmektedir ve sanatçılar genellikle söylemleri için dil olarak fotoğrafı tercih etmişlerdir. Fotoğraflarında bedene yer sanatçıların yaklaşımları, fotogˆrafın sahip oldugˆu demokratik ve iletis¸imsel nitelikteki varlığıyla eril tahakküme karşı olan tavır ve bu bağlamdaki c¸alıs¸maların u¨retilmesinde olanak sagˆlamıştır. Özellikle 1960 sonrasında sanatın dilinin fazlasıyla eleştirel ve politik olarak tesis edilmesi fotoğrafa geniş ölçüde etki etmiştir. Bu etkinin, belgesel fotoğraf da dâhil olmak üzere fotoğrafın tüm sahalarında yeni bakış açılarına yol açtığı söylenebilir. 1980'lerden itibaren ise bu eleştirel bakış ve fotografik dil, tarihsel süreçte geniş ölçüde diğer sanat disiplinlerini de etkiler biçimde yer edinmiştir. Eril yapılanmanın denetiminin, hem sanatc¸ı hem de eserleri u¨zerinde farklılas¸arak devam eden etkileri ve bu etkilere kars¸ı olus¸turulan mekanizmaları sorgulama isteğim, fotogˆrafın, beden ile irdeleyebilen ve eles¸tirebilen, yeni so¨ylemlerle bedeni edilgen konumdan etken konuma tas¸ımaya c¸alıs¸an ve toplumsal-bireysel kavramların yeniden tanımlanmasını sorgulayabilen çok makul perspektifte bir medyum olması sebebiyle beden ve toplumsal cinsiyet üzerine eserler üretmeye başladım. İktidar ve beden üzerine okumalar ve araştırmalar yaparken, öte yandan hem sosyal deneyimlerimin beni yönlendirmesi hem de beden üzerinden kendimi ifade ediyor olmamın beni daha anlaşılır kılması ve yeni deneyimlere kapı açması bu alanda projeler yapmam için yönlendirici etmenler oldu. 
 
‘Sansürü mekânlar uyguluyor’
 
* Ülkedeki sanat ortamını nasıl değerlendirirsiniz? Örneğin, çıplak beden, dildo gibi görsellerin de bulunduğu bir sergi olsa da, otosansür uyguladığınız zamanlar oldu mu?  
Ülkemizdeki sanat ortamını kendi üretim alanımdan değerlendirdiğimde yetersiz buluyorum. Özellikle benim üslubumda ya da benim çalışmalarıma yakın eserler üreten sanatçıların hâlâ birçok galeri veya kurumda yer alamadıklarına, kendilerini rahat ifade edemediklerine şahit oluyorum. Bu tabii çok katmanlı bir durum, sadece sanat ortamı, sanat piyasası çerçevesine indirgenecek bir durum değil, toplumsal ve kültürel arka planı olan bir durum. Yine de sanat ortamı, sanat eğitimi veren kurumların yaygınlaşması, müfredat ve öğretim programlarını zenginleştirmeleri, sosyal medya ile sanat eserlerinin ve sanata dair bilgi ve biçimlerin oldukça hızlı şekilde ulaşılabilir hale gelmesi gibi birçok etkenle ülkemizde daha iyi ve daha etkili bir duruma geldi diyebilirim.
Otosansür uyguladığım zamanlar sayılı da olsa maalesef oldu. Ancak otosansürden çok galeri, sergi salonu veya muhtelif kurumların sansürleri ve satış politikaları üzerinden yürüttükleri sansürle daha fazla karşılaşıyorum.
* ARTİST 2018’de birçok sanatçıyla vakit geçirme ve tanışma fırsatı bulmuş biri olarak, sanatçılarda eser üretirken “Başım derde girer mi” tedirginliğine hiç tanık oluyor musunuz?
Üretim aşamasında ”başım derde girer mi?” tedirginliğine tanık olduğum zamanlar muhakkak oldu. Fakat böyle düşünen sanatçıların politik temelli eserler üretebileceklerini pek düşünmüyorum. Küratöryel durumlarda ya da politik eserlerin sergilendiği mekân sahiplerinin bu tedirginliği daha çok yaşayıp sanatçıyı /sanatçısını yönlendirdiğini düşünüyorum. "Artist" son birkaç yıldır özgürlükçü ve paylaşımcı imkânlar sağlıyor. Böyle ortaklıkların çoğalıyor olmasının sanatçı üzerindeki bu tedirginliği kırabileceğini düşünüyorum.