Erdoğan kazanırsa Türkiye kaybeder

Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal’a göre, Türkiye’nin çatışma ortamına dönmesinin tek sorumlusu Erdoğan devleti. İddiası da 1 Kasım’da faturanın Erdoğan’a çıkartılacağı... Kartal, "Barış cephesi ya Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme temelinde Erdoğan’ın saltanatına son verir yahut Kürt halkı kendi çözümünü geliştirir" diyor.

Ceyda Karan

HDP “Türkiyelileşme” şiarıyla girdiği 7 Haziran seçiminden zaferle çıktı. Ama AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın fiilen gerçekleştiğini söylediği “yönetim değişikliği”ni yasal kılıfına sokacak hükümet etme çoğunluğuna ulaşamamasının ardından, Türkiye çatışma iklimine geri döndü. Suruç katliamı ve PKK’nin üstlendiği iki polisin şehit edilmesiyle başlayan süreçte, yüzden fazla can yitirildi. Türkiye kamuoyu şimdi bir ucunda hükümetin“teröre karşı savaş” politikalarını, diğer uçta ise PKK’nin yeniden açtığı cepheyi tartışıyor.

Peki 1980’li ve 1990’lı yıllara mı dönülüyor? Bunların müsebbibi kim? Kürt meselesinin çözüm süreci nasıl etkilenecek? HDP’nin yakaladığı momentumu sürdürmesi mümkün olacak mı? Tüm bu soruları internet üzerinden PKK’nin Avrupa’daki yöneticilerinden Kongra- Gel Başkanı Remzi Kartal’a sorduk.

 

Erdoğan devleti

AKP hükümeti ve Erdoğan’a eleştiriler artıyor. Diğer yandan PKK ve Kandil de hükümete hizmet etmekle suçlanıyor. Özellikle Dağlıca saldırısı dönüm noktası oldu. Bu saldırı niçin yapıldı ve kimlerin işini yarıyor?

AKP hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan diyorsunuz. Ama AKP hükümetini de, devleti de yöneten ve yönlendiren Erdoğan’dır, yani bir tek kişinin otoritesi vardır. Artık Türkiye halkları Erdoğan’ın saray devleti gerçekliği ile karşı karşıya. Kürt hareketi ve bazı demokrasi güçleri dışında muhalif güçler korkutulmuş ve bastırılmış durumda. Saraya direnen ve bastırılması gereken en tehlikeli güç olan Kürt siyasi hareketine karşı da Erdoğan devleti topyekûn savaş başlatmıştır. Bu savaş konsepti durdurulmaz ve başarısızlığa uğratılmazsa, sadece Kürt halkı ve siyasi hareketi değil bütün Türkiye kaybedecektir. Aksi tam da Erdoğan’ın istediği olur; “bakın işte istikrar ve güvenliği ancak ben sağlarım, bana bağlı güçlü bir hükümet olmazsa Türkiye kaybeder” diyecektir. Bugün herkes biliyor ki sarayını kurtarmak için bu savaşı çıkaran Erdoğan’dır.

 

Dağlıca: Kaçınılmaz sonuç

Evet, maalesef savaş büyük kayıplara ve acılara neden oluyor. Ama unutulmasın ki Erdoğan’ın kazanması halinde çok daha büyük acıların ve felaketlerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Dağlıca ve diğer gelişen tüm olaylar da, Kürt halkına karşı başlatılan bu topyekûn savaşın kaçınılmaz sonuçları olmaktadır ve doğrudan tek sorumlusu da Erdoğan’dır.

Hemen her yerde şöyle analizler duyuyoruz; “Kürt hareketi kendini sorguluyor. HDP, HDK, KCK, YDG-H, DBP, DTK yapılanmaları arasında görüş farklılıkları ve cepheleşmeler var. Bir de Kandil, İmralı ve Avrupa arasında sorunlar var” deniyor... Var mı?

Bu analizlerin çoğu Kürt hareketinin yeterince iyi tanınmamasından kaynaklanıyor. Bu yapılanmaların hepsinin misyonları farklı olduğu için aralarında görüş farklılıklarının olması doğaldır. Ancak karşıt cepheleşmeler de söz konusu değildir, böyle göstermek gerçekçi değildir. İmralı, Kandil ve Avrupa arasında da bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi sorunlar yoktur. Bunlar maksatlı dile getirilmektedir.

 

Yanlışlık yapıldı, genelleştirilmesi doğru değil

HDP ve Kürt aydınları içinde PKK’ye eleştiriler arttı. Bu eleştirilerde hak verdiğiniz noktalar var mı?

Eleştiriler yerinde değildir. Savaşı başlatan HPG değildir. HPG kendisine ve halka yönelik saldırılara misilleme hakkını kullanıyor ve bu HPG’nin varlık sebebidir, yani bunu yapmak zorundadır. Aksi halde kazanacak olan Erdoğan, kaybedecek olan da Türk ve Kürt halklarıdır. Bazı eylemlerde yapılan yanlışlıkların da genelleştirilmesi doğru değildir.

 

‘Geri adım atmayız’

DBP’nin özerklik ilanlarının yanlış ve sorumsuzca olduğunu ileri süren Kürt aydınları ve hatta örgüt içinden kişiler var... Katılıyor musunuz?

28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı mutabakatı ile Kürt sorununun geldiği aşama müzakere ve çözüm aşamasıdır. Kürt mücadelesinin bundan geri adım atması mümkün değildir. Erdoğan devletinin de bunu savaşla geri çekmesi mümkün olmadığı gibi, bunda ısrar etmesi halinde de Türkiye halklarına büyük kayıp ve zarar verecektir ve sonuçta gelinecek yer yine çözüm masası olacak.

 

‘Özyönetimin tam zamanı’

Türkiye’nin bütünlüğü içinde öz yönetim ve yerel özerklik talepleri ile Kürt halkı demokratik olarak çözümü gündeme taşımakta. Erdoğan devletinin dayattığı topyekûn savaşa karşı kendi çözüm iradesini ortaya koymakta. Sarayın savaşına karşı oluşturulacak barış cephesi ya Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme temelinde Erdoğan’ın saltanatına son verir ya da Kürt halkı kendi çözümünü geliştirir. Buradan bakıldığında özyönetim talebinin tam da zamanıdır, daha da yaygınlaşarak, genişleyerek kendisini geliştirecektir.

 

Ateşkes başlatandan talep edilmeli

HDP’nin içinde yer aldığı Barış Bloku’nun yeterince etkin olamaması ve her iki tarafa da silah bırakma çağrısı yapmasını nasıl yorumlarsınız?

Her iki tarafa da karşılıklı ateşkes ve müzakerelere dönülmesinin talep edilmesi gerekir. Tek taraflı olarak Kürt hareketinden istenmesi hem haksızlıktır hem de sonuç alıcı değildir. Çünkü tek taraflı ateşkeslerimiz bir sonuç yaratmadı, olacaksa mutlaka iki taraflı olmalı. Ayrıca savaşı başlatan Erdoğan’dır. Yani savaşı başlatandan önce talep edilmelidir.

 

Kürtler AKP’ye dönmez

Kürtler arasında HDP’nin seçim zaferinden sonra bir hayal kırıklığı var. Örneğin her iki barış mitingine de Kürtlerin katılımı beklentinin çok gerisinde kaldı. Yine Diyarbakır gibi illerden gelen haberler halkın hoşnutsuzluğunu yansıtıyor. Nedir sizce sebebi, 1 Kasım seçimini nasıl etkiler?

Savaşa karşı tepki ve öfke var. Ancak bunun Kürt hareketine karşı olduğunu düşünmek son derece yanıltıcıdır. Çözüm masasını deviren, Kürt sorunu yoktur diyene tepki var. Kürt seçmenin AKP ile gönül bağını bizzat Erdoğan koparttı. Tekrar AKP’ye dönmesi söz konusu değildir. Faturanın 1 Kasım’da (şayet olabilirse) ağırlıklı olarak Erdoğan ve AKP’ye biçileceğine inanıyorum.

 

Müzakereler artık açık olmalı

Bir yanda HDP’nin başarılı deneyimleri bir yanda Öcalan ve Kandil’in pazarlıkçı ve kapalı yaklaşımı... Hâlâ devletle kapalı kapılar ardında pazarlık yapılır mı?

Demokratik kamuoyunun bu algısı, yasal zemindeki HDP’yi doğrudan, yakından tanıma imkânına sahip olduğu içindir. Devletle görüşmelerin kamuoyuna açık olmamasının nedeni Öcalan ve PKK değildir. Tersine bu sürekli istenmesine rağmen Erdoğan kabul etmemiştir. Ama artık sürecin geldiği aşama nihai çözümü dayatmaktadır ve her şey kamuoyuna açık olmalıdır. Yani çözüm halkla paylaşılarak ve halka mal edilerek yapılmalıdır.