Erdoğan 'inlerien girdi' şimdi gözle Gülen'de

22 Temmuz'da bazı polislere ve emniyet şeflerine yapılan gözaltılarla güne başladık. Bunun Cemaat'in AKP'yi köşeye sıkıştırmak için yaptığı 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına karşı bir misilleme olduğu aşikar. Peki Gülen-Erdoğan arasındaki savaş daha ne kadar genişleyecek? Erdoğan, Gülen'i bitirebilir mi? Yanıtları Ruşen Çakır'dan aldık.

Esra Açıkgöz / Cumhuriyet

Türkiye ilginç bir dönemden geçiyor. Öyle bir süreç ki bu; Gülen Cemaati'ni bile tarihinde ilk defa sokağa, sivil itaatsizliğe itti. Emniyete yapılan operasyon ardından kimi gazeteciler, polislerin yakınları pankartları, önlükleriyle adliye önünde yerini aldı. AKP ve Cemaat daha doğrusu Tayyip Erdoğan ve Fettullah Gülen arasındaki bu savaş daha da kızışacağa, operasyonlar bu kadarla sınırlı olmayacağa benziyor. Gazeteci, yazar Ruşen Çakır'ın Semih Sakallı'yla Metis Yayınları'ndan çıkardığı “100 Soruda Erdoğan x Gülen Savaşı” şu an yaşananları anlamak, öncesini zihinlerde tam oturtmak için iyi bir kılavuz. Biz de bu süreci ve kitabı Çakır'la konuştuk.

- Erdoğan “İnlerine gireceğiz” demişti ve 22 Temmuz'da düğmeye basıldı, şimdilik kapı önündeler bence. Operasyon daha nasıl genişleyecek sizce?

Hapishanelerin dolma ihtimali yüksek. İlk hedef Cemaat'in devlet içerisindeki örgütlenmesi. Bunun birkaç ayağı var tabii, biri polis, biri yargı. Onun dışındaki devlet bürokrasisinde de varlar, ama öncelik Milli Güvenlik'le alakalı olanlara verilmiş. Milli Eğitim, Sağlık Bakanlığı gibi yerlerdekiler en fazla görevden alınır, kızağa çekilir. Tabii belli olmaz yine de. Operasyonda asıl olan, somut bir yerden tutup tutamayacakları. Organize suç örgütü diye tarif ediyorlar, buna dair bir şey sunabilirlerse oradan yürürler. Ama bulamazlarsa tıkanacaklardır. Bu daha yolun başı. Cemaat devlet içinde çok eskiden beri örgütlenen, çok güçlü bir yapı. Böyle bir operasyonla tasfiye edebilemez. Onun için de hükümetin işi kolay değil. Herhalde belli hazırlıklar yapmış, bir takım tedbirler almıştır hükümet.

- Başbakan her konuşmasında operasyonu anlatıyordu, sizce neden 22 Temmuz'u seçti?

Ben Cumhurbaşkanlığı öncesi operasyon beklemiyordum, riskli olacağına dair değerlendirme yapmıştım, ama belli ki Başbakan tam tersine bu olayı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oylarını arttırmak için kullanabileceğini düşünüyor. Cemaatle savaşarak seçime girme stratejisi 30 Mart'ta
başarılı oldu. Herhalde bundan cesaretle, Cumhurbaşkanlığı sürecinde de başarılı olacağını hesaplıyor. İlk Cumhurbaşkanlığını ilan ettiğinde, ben herkesin Cumhurbaşkanı olacağım, dese de Cemaate saldırısını sürdürdü, yani onlar hariç demiş oldu. Şurası kesin, bu siyasi bir operasyon. Dolayısıyla zamanlaması esas olarak siyasetçiler tarafından saptanmıştır.

- Bu operasyona girişildiğine göre Emniyet'te hükümetin sözü geçiyor artık, diyebilir miyiz?

Ergenekon, Balyoz'un özellikle son dönemlerinde Başbakan dalgalardan yorulmuştu, bunu da söylüyordu. Mesela İlker Başbuğ'un tutuksuz yargılanmasını istiyordu, ama polis, yargı onu dinlemiyordu. O zamandan bu zamana çok şey değişti. 17 Aralık oldu. Ondan sonra polis teşkilatını hallaç pamuğu gibi attılar. Artık cemaatin ya da herhangi bir gücün poliste ve adliyede hükümete rağmen hareket etme kapasitesi pek kalmadı. Bu operasyon belli ki tamamen özel olarak bunun için hazırlanan polisler ve yargıçlar tarafından yapılıyor. Eskiden bunu cemaat yapardı. Cemaat savcıları seçerdi, hatta tutuklanmasını istedikleri sanıkları güvendikleri yargıçların nöbetinde teslim ederlerdi. Şimdi bunu hükümet yapıyor.

-Hükümet Cemaat'ten çok şey öğrendi, anlaşılan...

Tabii, ama hala onu yakalayabilmiş değil. Cemaatin yakın geçmişteki profesyonelliği hala onda yok. Çünkü orada çok ciddi inanmış, kendilerini bunun için hazırlamış yüzlerce insan var. Kendini cemaate adamış, her şeyini ona göre ayarlamış, mesela çok parlak okula gidebilecekken cemaatin yönlendirmesiyle polis akademisine girmiş, emnniyet müdürü, savcı olmuş. Bunu dava olarak görüyor. Hükümetse sağdan soldan bulduğu, çok da güvenemediği, belki cemaatçilerin de olduğu insanlarla iş görmek zorunda. Kefenler giyen Tayyip Erdoğan gönüllüleri poliste, adliyede değiller.

-Cemaatin bundan sonraki hamlesi ne olabilir? Cevap verecek gücü var mı hala?

Cemaatin elinde çok ciddi materyal olduğunu 30 Mart öncesi gördük. Onların hepsini kullanmadığını da biliyoruz. O meşhur Suriye stratejik toplantısının dinleme kayıtları gibi çok yakın zamanda yapılmış, çok önemli kayıtlar bile yayınlanabiliyor. Dolayısıyla 10 Ağustos öncesinde yine teorik olarak böyle bir ihtimal var. Belki bu operasyonlarla bunların da önü alınmak isteniyor.


- Hükümetin yolsuzlukları, Bakara-Makara söylemleriyle dini ti'ye aldıkları bunca kaset döküldü ortaya ama yine de AKP iktidar olmayı sürdürdü. İnsan hükümeti yıpratmak için daha ne yapılabilir ki, diye düşünmeden edemiyor.

Siyaset yapılabilir. Cemaat işin kolayına kaçıyor. İnsanlar, seçmen Tayyip Erdoğan'ın yolsuzluk yaptığını düşünebilir, bundan rahatsız olabilir, ama siz o seçmene daha iyi bir seçenek sunamazsanız, içi kan ağlayarak da olsa Tayyip Erdoğan'a oy verebilir. Cemaat'in seçim öncesi yaptığı propaganda, AKP'ye oy vermeyin de kime verirseniz verin şeklindeydi. Bu bir ilkesizlik. Tayyip Erdoğan bir proje, bütünlüklü bir hareket. Erdoğan'ı kovaladı seçmen sandıkta, Türkiye devamını nasıl götürecek? Bunu anlatamadığınızda insanlar, yolsuzluk iddialarını geriye itiyorlar.


Cemaat buna karşılık biz siyasetle ilgilenmiyoruz, demekten başka şey yapmıyor. Ki yalan. Bu süreçte cemaat bir yığın artısından feragat etmek zorunda kaldı. Bazı şeyleri ilk defa yapıyor, kimi gazeteciler önlük giymiş, tutuklanan polislerin ailelerine destek verdi. 1970 başlarında kurulan bu hareket şimdiye kadar sokakta hiçbir şey yapmamıştı. İlk defa sivil itaatsizlik yapıyor. Fettullah Gülen'in bedduaları; bunların hepsi ilk.

- Bu Cemaat'in çok fazla köşeye sıkıştığını mı gösteriyor?

Kimin kimi köşeye sıkıştırdığı konusunda değişik dönemlerde, değişik yorumlar yapılabilir. Korkunç bir savaş var ve herkes de savaşın gereğini yapıyor. İlk kasetler çıktığında Erdoğan çok bunalmıştı, ama sonra toparlandı. Cemaat, Erdoğan'ın kendini toparlayabilme, direnç gösterme ve karşı hamle yapabilme kapasitesini yanlış ölçmüş. O kadar çok bilgiye sahipler ki, Erdoğan'ın 24 saatini biliyorlar, bu da insanı aşırı kendine güvenli hissettirir ve yanlış hesaplar yaptırır. 17 Aralık operasyonundan 25 Aralık'a kadarki zaman diliminde, polisi, yargıyı değiştirebileceğini hesaba katmamışlar. Onlar büyük ihtimalle 25 Aralık'la Bilal Erdoğan'ın filan içeri gireceğini hesapladılar. Ama savcı elindeki bildiriyi bile zor okuyabildi. Ayrıca, sonuçta tasfiye etmekte olduğu insanlar da dindar.


- Bu savaştaki en büyük zorluk bu zaten; ikisi de aynı tabana oynuyorlar...

Evet, benzer tabanlar. Yurttan düşmanı kovmuyorsun. Onu övünerek anlatıyor ancak ülkenin dindar kamuoyu hala bu savaşı tam olarak anlayabilmiş ve hazmedebilmiş değil. Cemaate ya da Erdoğan'a çok angaje olanlar için sorun yok, ancak ortadaki büyük bir kesim hala niye bu savaş veriliyor, yazık değil mi diye bakıyor. Bu polisler içeri atılınca çoğu insan üzülecektir.


-Cemaatin bitirilmesi mümkün mü?

Yok. Bitmez. Bunca yılın toplumsal hareketi. Yüzlerce okulu, kocaman bir medya grubu var. Ama zarar görür, yıpranır, geriler. Ayrılanlar olur. Şu haliyle savunmada ve kaybeden bir güç durumunda ama bunu mutlak olarak görmemek lazım. Eğer bu süreçten ders çıkartarak kendini yenilerse güçlü bir şekilde de devam edebilir.

İTTİFAKLARI MUCİZEYDİ

- 2004'te MGK'da cemaatin bitirilmesi üzerine bir karar çıkıyor, ama bunca zamandır harekete geçilmiyor. Neden beklenildi?

Bitirilme kararı diye bir şey yok aslında, o cemaatçilerin yalanı. 27 Nisan muhtırasıyla Büyükanıt AKP'ye meydan okuyunca AKP cemaatle işbirliğine gitmek zorunda kaldı. Bu çok açık. Sonra 2007 seçimleri, Gül'ün cumhurbaşkanı olması, Ergenekon, Balyoz derken bu işbirliği çok parlak sonuçlar aldı. Birlikte ortak düşmanlarını mahfettiler. Ama iki taraf da birbirine hiç güvenmedi. Sırtlarını duvara vererek ittifak kurdular. Birlikte askerle mücadele ederken kendi aralarındaki mücadele için de hazırlık yapıyorlarmış. Dershaneler bunun bir göstergesiydi. Ama esas olay tabii ki MİT krizi, Mavi Marmara. Birbirleriyle kanlı bıçaklı oldular, savaş çıktı.


- Savaşın temeli neye dayanıyor?

Bunlar çok farklı perspektifleri olan, birbirlerine güvenmeyen, ama şartların mecburen bir araya getirdiği, ittifak yaptırdığı yapılar. Dolayısıyla onların uzun süreli birlikteliği çok mümkün değildi zaten. Yani ayrılmak bir şekilde mukadderdi. Ben, ittifakları mucizeydi, ayrılmaları şaşırtıcı değil, diyorum hep. Fettullah sürekli İrancılıkla suçluyor AKP'yi. Öteki taraf da onları İsrail'le suçluyor.


- Operasyonla Hrant Dink davası gibi kilit mevzuları açığa çıkarabilecek pek çok isim alındı. Sizce bunların üzerine de gidilir mi?

Hükümet, Hrant Dink olayını ciddi şekilde gündeme getireceğe benziyor. Nedim Şener'in kitapları bu konuda en önemli kaynaktır. O yüzden başına iş açıldı. Hep bir şeylere işaret ediyordu. Onların hepsini hükümet genellikle geçiştirdi, çünkü cemaatle ittifakını bozmak istemedi, şimdi onlara sil baştan bakıyorlar, ama ne çıkar bilmiyorum.

HÜKÜMET HALA ÇOK KIRILGAN

-2007'deki Cumhurbaşkanı seçimlerinde üç iktidardan bahsetmek mümkündü; TSK, Gülen, Erdoğan. Şimdiki seçimlerde nasıl bir güçler dengesi söz konusu?

Operasyonun ne getireceğini bilmiyoruz, ama Cemaat büyük ölçüde kenara itiliyor. Onlar ne kadar geri kalırsa PKK'nin önemi o kadar artıyor. Bu iş en çok Kürt hareketinin işine yarıyor. Hükümet hala çok kırılgan. Cemaat hükümette çok derin yaralar açtı ve bunları başkasının hayrına açmış oldu.


-Tayyip Erdoğan'dan sonra nasıl bir AKP tahayyül ediyorsunuz?

Onlar bambaşka konular, çok karışık. Gül dönecek mi? Kim başkan olacak? Sonuç olarak cemaat bunları bekliyor, ama Erdoğan büyük ihtimalle kendisinden sonra cemaatin partiye sızmasının önünü kesecek tedbirler alacaktır. Köşke çıkarsa partiyi cemaate yar etmez.


DENİZDEYKEN GEMİLERİ YAKTILAR

- Kitabı yazarken sizi en çok ne zorladı?

Cemaat yanlıları çok büyük bir cinlik yapıyorlar; meşhur, delil nerede, sorularıyla. Ki kendileri sıfır delille yıllarca insanları hapiste tuttular; Nedim Şener'in, Ahmet Şık'ın yaşadıkları tek başına cemaatin komploculuğunun kanıtıdır. Cemaat şeffaf değil; aynı konuyla ilgili başka başka açıklamaları var, çok dilli. Kitapta eksiklik olabilir, ama yanlış bilgi yok.


- 1985'ten beri cemaat üzerine çalışan bir gazeteci olarak cemaat sizi en çok nerelerde şaşırttı?

Ben onların bu kadar cüretkarca, daha karaya varmadan, denizin ortasında gemileri yakacaklarını sanmıyordum. Belli ki bazı şeylere çok güvendiler. Çok sağlamcı bir hareketti, ama şimdi bütün o temkinliliklerini büyük ölçüde atmış olduğunu görüyoruz. Cemaat tarihinde, iktidarda kim olursa olsun -hele şimdi islami bir iktidar varken- bu kadar açık cephe almamıştı. En şaşırtanı bu. Ama belli ki onlar bu olayın sonuna gelindi, Erdoğan'ın artık yapabilecek bir şeyi kalmadı, diye düşündüler. Biz ona bir şey yapmazsak o bize yapacak duygusu da vardır tabii. Çok iyi hazırlandıkları bir savaşa girdiler, ama bekledikleri gibi seyretmedi.


- Kendinizi bu savaşın neresinde görüyorsunuz?

Hiçbir yerinde, kimseye de bir yerinde durmayı tavsiye etmem. Bu taraf olunacak bir savaş değil, haklı yok. Her iki tarafın karşı taraf hakkında söyledikleri doğru, kendileri hakkında söyledikleri yanlış. Dolayısıyla birbirlerine yönelttikleri suçlamaları ciddiye almak, onlara sahip çıkmak lazım. Hükümetin cemaatin devlet içindeki örgütlenmesini tasviye etmesi iyi. Öte yandan cemaatin ortaya attığı yolsuzluk iddialarının da üzerine gidilmeli. Ancak onların bu mücadeleyi iktidar savaşının enstrümanı olarak yaptıklarını da unutmamak lazım.

- Savaş çıkmasa bu tapeleri, bunca kirliliği bilmeyeceğiz. Şimdi biliyoruz, ama müdahale edemiyor olmak da sinir bozucu...

Edememek diye bir şey yok, yıllardır bu ülkede bazı insanlar Gülen cemaatinin devlet içinde devlet olduğunu anlattılar. Bu yüzden de başlarına iş geldi. O insanlar bir şey yaptı, sorun onlara sahip çıkmayanlarda. Gezi olayında gördük ki, insanlar kendiliğinden sokağa döküldüğünde bir çok şeyi değiştirebiliyor. Türkiye o kadar da sahipsiz değil. Sorun, başkalarının iktidar mücadelesinin yardımcı oyuncusu olmak yerine kendi demokrasi mücadelesinin baş aktörü olmakta. Mesela Kürt siyasi hareketi senaryosunu kendi yazıyor ve kendi yolunda ilerliyor.