Engin Çeber'e adanan bir film: Acı

Yönetmen Cemal Şan, son filmi 'Acı'yı (2 Ekim'de gösterime girecek), Metris Cezaevi'nde gördüğü işkence sonucu yaşamını yitiren Engin Çeber'e adadı. Filmin Beyoğlu Sineması'nda yapılan basın gösterimine Engin Çeber'in babası Ali Çeber de katıldı.

cumhuriyet.com.tr

Yönetmen Cemal Şan, Engin Çeberin hayatını kaybettiği olayın ardından bu filmi çekmeye karar vermiş. Ancak maddi kaynak bulamayınca önümüzdeki hafta vizyona girecek olan Sonsuzu biraz da ticari sebeplerle çekmek zorunda kalmış. Yani Sonsuzdan aldığını ekonomik bir beklenti içine girmediği Acıya yatırmış.

Cemal Şan, Ali Çebere, Acıyı istediğiniz yerde, istediğiniz şekilde ve dilediğiniz kadar gösterebilirsiniz dedi ve şunları ekledi: Hepimiz sorumluyuz bu ölümden... Vicdani sorumluluk hissettim ve büyük rahatsızlık duydum. Ben bu filmi Engin için yaptım. Onun ölümü vicdanlarımızı ağır yaraladı.”

 

Hissediyordum, öldüreceklerdi

Cemal Şan, filmini şöyle anlatıyor; Acı, insana yakışır bir şekilde yaşamak için insanca olmayan her şeye hayır demek gerektiğini anlatmaya çalışan, insana, hayata ve evrene dair bir hikâyedir Bir dede ile torunu arasında geçen çok kişisel bir öykü bu... Mutlaka anlatmam gerekiyordu, çünkü benim için çok büyük bir önemi vardı. Öyle sanıyorum ki, bu hikâyeyi çekmeseydim ömrümde bir daha hiçbir zaman sinema yapmayacaktım.

İşçi emeklisi Ali Çeber, Biliyordum, hissediyordum, Engini bir şekilde öldüreceklerdi ancak bunun böyle olmasına bir baba olarak dayanamıyorum. Evet, evlatlarımızı öldürüyorlar, -filme atıfta bulunarak- evde de olda içerde (cezaevi) de olsa öldürüyorlar dedi. Filmi beğendiğini başıyla onaylayan baba Çeber, bu kez beyazperdede tekrarlanan Acıdan oldukça etkilenmişti. Durgun ve üzgündü. Ancak her şeye rağmen sessiz sedasız, mağrur ve başı dik çıktı sinemadan. Oğlunun davası, insanlık suçunu işleyenleri belki de ilk kez böyle ayan beyan gözler önüne sermişti. Şimdi zamanını faillerin cezasız kalmaması için mücadele etmeye ayırmalıydı. O, söylemedi ancak biz anladık; İşkencenin olmadığı bir dünya ve Türkiye için vicdan sahibi herkes, artık ellerini taşın altına sokmalı...”

Cemal Şan, Tunceli doğumlu bir yönetmen... O, Yeni Sinemacıların kurucularından... Uçurtmayı Vurmasınlar ve Piyano Piyano Bacaksızda yönetmen yardımcılığı, Dönersen Islık Çal ve Işıklar Sönmesinde senaristlik yaptı. Çektiği Ali-Sakın Arkana Bakma ile Muhallebicinin Oğlu ise gösterime girmedi. Sonra diziler ve TV filmleri yönetti ardından da Zeynep (kalp), Ali (akıl) ve Dilber (ruh) üçlemesi geldi. (Aşk üçlemesi demek daha doğru olur)

Acının başrollerinde Şanın fetiş oyuncum dediği Nesrin Cavadzade ve emektar aktör Erol Demiröz var. Azeri asıllı güzel aktris Nesrin Cavadzadeyi geçen yıl Pazar: Bir Ticaret Masalı”, “Gitmek: Benim Marlon And Brandom ile Dilberin Sekiz Gününde izlemiş ve beğenmiştik. Acıda da çıkışını sürdürüyor. Erol Demiröz ise Yılmaz Güney-Zeki Ökten ortaklığında kotarılan Sürüden (1978) bu yana sinemamız içerisinde yer almış deneyimli bir karakter oyuncusu... Tek kelimeyle Acı için iyi bir seçim.

Acı insanı olgunlaştırır

Acı, Erzincanda iki bin metre yüksekliğindeki bir dağ köyünde kısıtlı imkânlarla çekildi. Zor şartlar ve donma tehlikesi altında... Kendi adıma Acıyı, lay lay lom filmlerinin peşi sıra çekildiği günümüz sinemasında, tartışılmayı ve izlenilmeyi hak eden bir yapım olarak görüyorum. Bu politik film denemesini, etkileyici, çarpıcı ve gayet başarılı buldum ve iyi de kotarıldığını düşünüyorum. Bunun dışında genel akışı bozmayan birkaç küçük maddi hata, gerçekle uyuşmayan bir iki detay yakaladım. Ancak baba Çeber, bu filmi beğendiyse ve Acı vicdana adandıysa başka söze ne hacet var. Acıyı izleyin, herkesin izlemesi için de ısrarcı olun. Çünkü acı insanı olgunlaştırır ve tek başına değil hep birlikte göğüslenebilir.

Kentli genç kadının dağ köyüne gelmesiyle Acı başlar. Kar altındaki köy, yaşlı bir adam ve onun büyük ve küçükbaş hayvanları dışında terk edilmiştir. Dede ve torun, ilk kez karşılaşırlar. Sert mizaçlı ihtiyar, davetsiz misafir bellediği genç kadını evinden atmak ister ama hamile olduğu görünce kıyamaz ve zorunlu konukluk başlar. Kuşak çatışmasından ve köylü-kentli ayırımından ziyade ortak bir acı, onları dilsiz kılmıştır. Günler geçer ve zamanla birbirlerine ısınırlar, kaynaşırlar.

Genç kadının babası işkencede annesi de vurularak öldürülmüştür. Yıllar önce karısını da yitiren Dede, damadı ve kızının ölümüyle iyice içine kapanmıştır. Olanlardan kendisini sorumlu tutmakta ve adeta tüm insanlardan kaçmaktadır. Ve dedenin korkuları ve içine işleyen acısı tekrar gün ışığına çıkar. Acaba tarih tekerrür mü etmektedir? Torunu, güvenlik güçlerinden kaçıp ona sığınmıştır tıpkı kızı gibi. Torunun sevgilisi de aynı damadı gibi sorgudadır. Çember giderek daralmaktadır.