En güzel sahne İstanbul

İKSV’nin iki festivali geçen hafta direktörlerini değiştirdi. Uzun zamandır kurumda görev alan Efruz Çakırkaya İstanbul Müzik Festivali’nin, Harun İzer ise İstanbul Caz Festivali’nin yeni direktörleri oldular. Çakırkaya ve İzer ile Türkiye’deki kültür sanat üretimini, İstanbul’un, özellikle de son dönemde epeyce değişen Beyoğlu’nun bu üretimdeki yerini, devletten ve yerel yönetimlerden beklediklerini konuştuk.

Alper Bahçekapılı

İstanbul Müzik Festivali ve İstanbul Caz Festivali, Türkiye’nin kültür sanat hayatına çok önemli katkılar yapan festivallerin başında geliyor. Sırasıyla 46. ve 25. yıllarını kutlayan festivaller, bu sene direktörlerinde yeniliğe gitti. Uzun zamandır İKSV’de görev alan, endüstrinin de yakından tanıdığı iki değerli isim, Efruz Çakırkaya İstanbul Müzik Festivali’nin ve Harun İzer İstanbul Caz Festivali’nin yeni direktörleri oldular. Birlikte çalıştıkları Yeşim Gürer Oymak ve Pelin Opcin’den görevlerini teslim alan ikiliyle festivallerin geçmişini ve geleceğini konuştuk.

? Öncellikle tebrikler. Bu iki festivalin İstanbul ve Türkiye için önemi nedir sizce?

Efruz Çakırkaya: Türlü politik, ekonomik dalgalanmalar ve çalkantılar görmüş İKSV. Fakat çizgisinden hiçbir zaman ödün vermeden, 46 yıl boyunca halka hizmet etmiş. Kültür sanat üretimini böylesine destekleyen bu kurumun ve festivallerinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Burası bir yandan da bir okul. Kültür sanat hayatına çok fazla eleman da yetiştiriyor. Dolayısıyla bu festivallerin kendi misyonları dışında da pek çok yere dokunan faydaları var.

Harun İzer: İlk başladığı dönemde İstanbul Caz Festivali’nin üzerinde ciddi bir misyon vardı. Sadece caz alanında değil, güncel müzikte de birçok ismin Türkiye’ye gelmesi için farklı kurumların da kapısını açtı. Bu açıdan Türkiye seyircisi için öncü bir niteliği var. 2010’lu yıllardan şu güne kadar gelen süreçte de, kültürel ve sanatsal anlamda yön verebilme yetimizin kuvvetlendiğini düşünüyorum.

‘Gençlere, çocuklara nasıl ulaşabiliriz?’

 

? Direktörlüğüne getirildiğiniz festivallerde uzun yıllardır çalışıyorsunuz. Bu festivallerin geçmişten bugüne gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

E.Ç.: Bir klasik müzik festivali olmasına rağmen, İstanbul Müzik Festivali zamana ayak uydurdu. 2010 yılından itibaren, Arvo Pärt’le birlikte eser siparişleri de verilmeye başlandı. Bu, klasik müzik literatürüne katkı sağlamak ve dönemi yakalamak açısından da önemli. 2011 yılından itibaren festivali bir tema üzerinden tasarlamaya başladık. Bu da bize daha yaratıcı düşünme fırsatı verdi.

H.İ.: Uzun bir süreklilik var İstanbul Caz Festivali’nde. O sürekliliğin içerisinde bir değişim de var. Bir noktadan sonra festivali şehrin damarlarına yaymak da bizim için önemli bir hedef oldu. Önceki direktörümüz Pelin Opcin’le beraber hep peşinde olduğumuz bir konuydu bu. Şan Tiyatrosu’nun o harabe halinde Antony & The Johnsons konseri yaptık, İstanbul Boğazı kenarında çok ilginç yerlere girdik. Son yıllarda farklı ne sunabiliriz, ona bakıyoruz. Parklarda Caz, Gece Gezmesi gibi etkinlikler de hep bu arayışın bir neticesi.

? Bu yapısal yenilenmenin ardından her iki festivalin işleyişi, sanatsal yaklaşımı açısından
neler değişecek?

H.İ.: Bu festivallerde süreklilik de çok önemli. Biz geldik diye her şey toptan değişmemeli.

E.Ç.: Çok iyi işleyen bir lokomotif var. Onun arkasına nasıl vagonlar koyarız ona bakacağız. Gençlere, çocuklara nasıl ulaşabiliriz? O sevdanın yüreğe düşmesi o yaşlarda oluyor. Sanata erişimin yaşını ne kadar düşürürsek, devamlılık ve kültürel gelişim açısından da o kadar faydalı olacağını düşünüyoruz. Yerel yönetimlerle daha fazla bağ kurmak ve şehre daha fazla yayılmak isteriz. İstanbul olabilecek en iyi sahne. Biz de o sahneyi olabildiğince fazla ve en güzel şekilde kullanmak istiyoruz.

? Sanatçılarla nasıl bir ilişkisi var bu festivallerin? Katılımcı sanatçılar bu iki festivali nasıl
bir yerde görüyorlar?

H.İ.: Bu festivallerin iki temel misyonu var. Birincisi dünyadaki başarılı kültür sanat örneklerini Türkiye’ye getirmek. İkincisi ise Türkiye’deki başarılı sanat üretimlerini dünyaya tanıtmak. İstanbul sanatçılar için halen çok cazip bir nokta. Gelinmek istenen bir yer. Sanatsal bir değer üretmek ve bunu yaymak ise bizim için en temel şey. Dolayısıyla sanatçılar her zaman tatmin olmuş şekilde ayrılıyorlar.

E.Ç.: İstanbul Müzik Festivali’nin sahnesinde olmak, bizimle işbirliği yapmak sanatçılar için çok kıymetli. Yabancı müzisyenlerle Türkiye’den müzisyenleri bir araya getirip ortak bir şeyler yapma çabamız da var. Bu da önemli.

? Türkiye’deki ve İstanbul’daki canlı müzik sektörünü ve kültürel üretimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

H.İ.: Türkiye çok dinamik bir ülke ve genç nüfusu da çok yüksek. Kültür ve sanat etkinlikleri gencinden yaşlısına herkes için bir ihtiyaç. Fakat böyle bir toplumda ayrıca anlam kazanıyor. 2000’ler sonrası buradaki sanatsal üretim ve faaliyet gerçekten arttı. Kendi üretimimizin sesini de dinlemeye başladık. Ülkenin dört bir yanında gerçekleşen farklı festivaller çok ilgi çekiyor. Tüm o küçük bağımsız tiyatrolardan tutun da, mekânlara kadar oldukça canlı bir sanat üretimi var.

E.Ç.: Türkiye çıkışlı çok iyi müzisyenler yetişiyor. Bu topraklar çok zengin topraklar. Bunun yansıması sadece müzikte değil her alanda görülebiliyor. Plastik sanatlar, edebiyat, tiyatro, aklınıza ne gelirse. Bilgiye erişimin kolaylaşmış olmasıyla da dünyaya daha açık gözle bakabilen bir jenerasyon geliyor. Çok daha güzel de olacaktır.

‘2018’i çok güzel geçirdik’

? Bu tip festivaller Türkiye’deki politik ve ekonomik dalgalanmalardan nasıl etkileniyor?

E.Ç.: 2017 senesinde hayli zorlandık. Önceki yıllardaki terör olayları, 2016’daki darbe girişimi nedeniyle çeşitli sanatçılar Türkiye’ye gelmekten imtina ettiler. Fakat daha sonra –Avrupa’daki saldırılar da artınca, bu konu Türkiye’nin değil dünyanın bir problemi olmaya başladı. Bakış açısı değişti. Buradaki olayların da durulmasıyla 2018’i çok güzel geçirdik

? Devlet kurumlarıyla nasıl bir ilişkisi var festivallerin?

H.İ.: Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın değişik oranlarda desteği oluyor bize. Ortalama yaklaşık yüzde 7’ye geliyor. Bu oranların yükselmesi, sanata yapılan kamusal katkıların artması bizim her zaman isteğimiz. Bu ülkenin de kültür sanat üretimine bir yatırım olacaktır. Kültür sanata bütçede ayrılan payın da artmasını isteriz.

E.Ç.: Yerel yönetimlerden de benzer destekleri bekliyoruz. Onların desteğiyle çok daha parlak şeyler yapabiliriz.

? Her iki festivalin de Beyoğlu ve çevresi ile güçlü bir ilişkisi var. İlçede son yıllarda yaşanan değişiklikler hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeniden inşa edilen AKM’yi de işin içine katarsak yeni Beyoğlu festivalleri nasıl etkiliyor?

E.Ç.: Ülkede birçok değişiklik oluyor. Elbette Beyoğlu da ülkenin yaşadığı her şeyden etkilenerek çeşitli değişimler geçiriyor. Ama eskimeyen, güzelliğini, çok renkliliğini asla kaybetmeyen bir muhit Beyoğlu. Yükselen, güzelleşen şeyler var. Yeni açılan Yapı Kredi Kültür Sanat binası da, İstanbul Modern’in Meşrutiyet Caddesi’ne gelmesi de bir örnek… Beyoğlu her zaman küllerinden doğmuş bir bölge. AKM’nin açılışı için büyük heyecan duyuyoruz. Gelişmelerden de mutluyuz. Güzel bir şey çıkmasını arzu ediyoruz.

H.İ.: Beyoğlu’nun ve şehrin dinamikleri çok karışık. 2010’ların başında da Kadıköy’de neden daha fazla etkinlik düzenlenmiyor diye dinleyiciler sitem ederdi. Haklı bir talepti bu. Etkinliklerimizi Kadıköy’e taşıyor olmaktan dolayı da çok mutluyduk. Sonrasında Beyoğlu’ndaki kültür sanat hayatı değişti. Tekrardan burada neler yapabiliriz diye düşünüyoruz. Beyoğlu’ndan vazgeçmek diye bir şey söz konusu değil.